Anayasa Mahkemesi’nin 29 Ocak 2008 tarihinde verdiği, gerekçesi 1 Temmuz’da açıklanan ve Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) kapatılması istemini 6 oya karşı 5 oyla reddeden kararının esasa ilişkin kısmı kadar karşıoyu da önem taşımaktadır.
Mahkeme’nin çoğunluğunu oluşturan üyelerin değerlendirmelerini içeren söz konusu karşıoy, her ne kadar bir partinin kapatılması için yeterli üye sayısına ulaşan bir sayısal niceliğe sahip değilse de, parti kapatma davaları dışında kalan davalar bakımından Mahkeme’nin kararlarında belirleyici olabilecek bir nitelik taşımaktadır.
Anayasa ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ilişkisi tartışılıyor
6 üyenin, yani Mahkeme’nin çoğunluğunun görüşlerini yansıtan karşıoyda en dikkat çekici ve tartışma doğurucu ifadeler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ile 1982 Anayasası arasındaki ilişkinin yorumlanmasıyla ilgilidir. Anayasa’nın 90. maddesinin anlam ve kapsamının belirlenmesini gerektiren bu mesele akademik çevrelerde tartışılan ve tartışılmakta olan bir soruyu yeniden gündeme getirmektedir:
Anayasa’nın 90. maddesi gereği, bir kanun ile AİHS’nin bir hükmü çeliştiğinde AİHS hükmü temel alınacak iken, bir anayasa hükmü ile AİHS’nin çelişmesi durumunda ne olacaktır?
Görüldüğü gibi, sorun nihayetinde AİHM kararlarının ve AİHS’nin iç hukuktaki değeri ve iç hukukta eksiksiz bir şekilde uygulama olanağı bulması meselesiyle yakından ilgilidir.
Zira anayasa hükümleri AİHS karşısında öncelik ve üstünlük taşıyacak ise o zaman insan haklarına aykırı düşebilen herhangi bir düzenlemenin anayasaya yazılması ya da halihazırda yazılmış olması yoluyla AİHS “by-pass” edilebilecek;AİHM kararları ile AİHS’nin iç hukukta uygulanması tehlikeye girebilecektir.
Örneğimize dönecek olursak, anayasanın siyasal partilerin kapatılmasını düzenleyen ilgili hükmünün AİHM içtihadına ve dolayısıyla AİHS’ne aykırı olduğunu ileri süren Hak-Par’ın bu iddiasını davanın sonucu açısından belirleyici bulmayan Mahkeme çoğunluğuna göre:
“Davanın somutunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesiyle çeliştiği ileri sürülen ‘iç norm’ bir yasa kuralı değil, Anayasa hükmüdür. Dolayısiyle, Anayasa’nın 90. maddesinin davada uygulama kabiliyeti yoktur. Yine Anayasa’nın 138. maddesine göre hâkimler ‘…Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler…’ ve bu nedenle de Anayasa Mahkemesinin bu somut Anayasal kurallar dururken, yorum yoluyla doğrudan AİHM içtihadını esas alarak hüküm tesis etmesi söz konusu edilemez.”
Görüldüğü gibi, Mahkeme çoğunluğu anayasal hükümler bakımından AİHM içtihadının uygulanmayacağını açıkça belirtmektedir.
Oysa Türkiye’nin AİHM kararlarını ve AİHS gerekliliklerini uygulama bakımından üstlendiği yükümlülüğe uyup uymadığının saptanmasında esas olan şey anayasa uygunluktan çok AİHM kararlarının uygulanıp uygulanmadığıdır.
Dolayısıyla, Mahkeme çoğunluğunun bakış açısı benimsendiği taktirde, yine Mahkeme çoğunluğunun deyişiyle hangi “iç norm”a ilişkin olursa olsun mevcut anayasal hükümlere aykırı düşebilen AİHM kararlarının iç hukukta nasıl uygulanabilir kılınacağını haklı olarak sormak gerekmektedir.
Diğer bir deyişle, Mahkeme çoğunluğunun bu yaklaşımı AİHM kararlarının ve içtihadının iç hukukta uygulanmasını ciddi bir şekilde tehlikeye atabilecek, çözüm yolunu bulmanın kolay olmadığı sorunlara yol açabilecektir.
Çoğunluğun gerekçesinde AİHS de yer alıyor
Karşıoyun yukarıda alıntılanan paragrafından hemen sonraki paragrafta dayanılan gerekçe ise daha da ilginç bir duruma yol açmaktadır.
AİHM içtihadının ve AİHS’nin anayasal hükümler karşısında uygulanmayacağı düşüncesinde olan çoğunluğun kapatma yönündeki görüşü yine AİHS’ne dayandırması dikkat çekicidir:
“Anayasa (Md. 68 ve 69) açıkça bir siyasi partinin tüzük ve programının devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esasına aykırı olması halinin varlığını tek başına kapatma nedeni saydığından ve bunun ötesinde söz konusu yasak doğrultusunda eylem ve faaliyette bulunma halini aramadığından, ayrıca bu hal Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesinin ikinci fıkrasındaki ‘meşru amaç’ sınırları içerisinde kaldığından; bu yönü itibariyle de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bir normun varlığından bahsedilemez. Dolayısıyla, belirtilen Anayasal düzenlemenin demokratik bir toplumda zorunlu bir müdahale olarak değerlendirilmesi gerekir (…) Açıklanan nedenlerle, davalı parti hakkında koşulları oluştuğundan, Anayasa’nın 68 ve 69. maddeleri ve 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. maddesi uyarınca hüküm tesisi gerektiği kanısına vardığımızdan, aksi yöndeki karara katılamıyoruz.”
Görüldüğü gibi, Mahkeme’nin ilgili siyasal partinin kapatılması gerektiği sonucuna varan çoğunluğu bile gerekçede AİHS’ni kullanmayı tercih edebilmektedir.
Her şeye rağmen gelecek için umut veren bu durum karşısında, meselenin Mahkeme üyeleri arasında da hararetli tartışmalara yol açtığını ve bundan sonra da yol açmaya devam edeceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir.(ECG/EZÖ)
Yazarın konuyla ilgili bir önceki yazısını okumak için tıklayınız.
* Ertuğrul Cenk Gürcan,A.Ü. SBF Anayasa Hukuk Bilim Dalı.