Anayasa Mahkemesi’nin 29 Ocak 2008 tarihinde Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) kapatılması istemini reddeden kararının gerekçesi dün (1 Temmuz) Resmi Gazetede yayımlandı.
Her ne kadar Demokratik Toplum Partisi'nin (DTP) kapatılması istemiyle açılan davanın sonucu da Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) davasında belirleyici olacak ve AKP davasının muhtemel sonucu hakkında nihai bir tahminde bulunabilmek için DTP kararı beklenmeli ise de, HAK-PAR davasının önemli bir içtihat değişikliği doğurduğu düşünüldüğünde, söz konusu kararın gerekçesinin hem siyasal partilerin geneli açısından hem de AKP’nin kapatılma davası bakımından yapılabilecek çıkarımlar için çok büyük önem taşıdığı kabul edilebilir.
Mahkeme’nin bu önemli kararındaki gerekçesi ve oylama durumu medya organlarında yeterince ilgi görmediğinden, konuyla ilgili kısa bir değerlendirme yapmak konuya ilgi çekmek açısından faydalı olacaktır.
Kapatma davasında “bir” sayısının değeri “sonsuz”a eşit
Öncelikle kararın, 6 üyenin partinin kapatılması yönündeki oylarına karşı 5 üyenin partinin kapatılmaması yönündeki oyları sonucunda alındığını, yani kararda siyasal partilerin kapatılması için gerekli olan oy sayısına sadece 1 (bir) farkla ulaşılamadığını not etmek gerek.
Tam da bu noktada, Mahkeme’nin karar almak için gereken çoğunluğun “nitelikli” bir hale getirilmesinin tuhaf bir duruma yol açtığı da görülüyor.
Öyle ki, kararın sonucu, Mahkeme çoğunluğu tarafından değil, azınlığı tarafından belirlenmiş olmaktadır!
İki karşı görüş arasında sadece 1 oy farkının bulunması ve azınlığın kapatılmama görüşünde olması durumunda -ve matematiksel olarak sadece böyle bir durumda- ortaya çıkabilecek bu tuhaf durum, Türkiye’de siyasal partilerin kapatılmasının çok hassas bir mesele olduğu düşünüldüğünde, bundan sonra da karşımıza çıkabilecek bir durumdur.
Oysa, bilindiği gibi, yargı organlarının kararlarında belirleyici olan şey, kural itibariyle, çoğunluk kararıdır.
Dolayısıyla, bu tuhaf durumun ortaya çıkmaması için Türkiye’de parti kapatma meselesinin yeniden gözden geçirilmesine ihtiyaç duyulduğu, kişisel ceza davaları dışında, partilerin kapatılma gibi kurumsal yaptırımlara –en azından çok istisnai durumlar dışında– maruz kalmamaları yönünde daha demokratik bir düzenleme yapılması gerektiği belirtilebilir.
İkincisi, karara bakıldığında her ne kadar Türkiye’de kronikleşmiş bir sorun haline gelen ve Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde sürekli mahkum olmasına yol açan siyasal partilerin kapatılmasının zorlaştırılması için yapılan son değişikliğin partileri kapatmayı güçleştirdiği açıkça görülebiliyor ise de (zira 7 sayısına ulaşmak mümkün olmadığından kapatma gerçekleşmemiştir) kapatma davalarının çok hassas dengelere bağlı olduğu ve partiler üzerinde önemli bir baskının var olmayı sürdürdüğü düşünülebilir.
Diğer bir deyişle, Mahkeme çoğunluğunun gerek görüldüğünde siyasal partilerin kapatılabileceği yönündeki eğilimi devam etmektedir.
Dolayısıyla, özellikle bu gibi hassas kapatma davaları bakımından matematik kurallarının alt üst olduğunu, kapatma davalarında bundan böyle 1 ya da 2 sayısının değerinin sonsuz’a eşit olacağını savlamak abartılı olmayacaktır.
Üstelik, AKP davasında kararın sadece 1 oy farkla kapatılmama yönünde çıkması halinde yukarıda bahsedilen ilginç durum tekrar ortaya çıkacaktır:
AKP kapatılmamış olacak; ancak Mahkeme çoğunluğu AKP’nin kapatılması gerektiği sonucuna varacaktır!
Bu durumda, kapatılmasa bile AKP’nin üzerindeki baskının devam edeceği ve kapatılma düşüncesinde olanların bunu siyaseten kullanacakları açıktır.
Bu bağlamda, AKP davasının üyeler bakımından ne kadar zor bir karar alma süreciyle sonuçlanacağını ve kararın çok az bir farkla (1 ya da 2 üye) kabul ya da ret şeklinde çıkacağı düşünüldüğünde karar ertesinde ne gibi fırtınaların kopacağını tahmin etmek zor değildir:
AKP 1 ya da 2 oy farkla kapatılır ya da kapatılmaz ise (ki büyük ihtimalle sadece bu kadarlık bir oy farkı söz konusu olacaktır) AKP’nin kapatılmaması/kapatılması gerektiğini düşünenlerin kamuoyuna nasıl ateşli demeçler vereceği az çok kestirilebilirdir.
Bu durum, esasen siyasal ve toplumsal dengelerle belirlenmesi gereken meselelerin mahkemelere havale edilmesinin yargıçları nasıl ağır bir yük altına soktuğunu ve bu gibi meselelerin mahkemeler aracılığıyla çözülmesinin esasen mümkün olmadığını da açıkça göstermektedir.
Kararın içeriği bundan sonrası için çok önemli
Kararın içeriğine bakıldığında ise, Mahkeme’nin önemli bir içtihat değişikliği yaptığı görülmekte; bundan sonrası için siyasal partiler yoluyla savunabilecek düşünce alanının genişlediği dikkati çekmektedir.
Tam kararın, karşı oy görüşleriyle birlikte dikkatle okunmasını tavsiye etmek dışında özellikle şu ifadeler son derece önemlidir:
“Bu nedenle, siyasi partilerin, Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülen tüzük ve programlarındaki söylemlerinin demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturmaması durumunda, bunların ifade özgürlüğü kapsamında kaldığının kabulü gerekir. Demokratik rejimin tüm kurum ve kurallarıyla özümsendiği ülkelerde de rejim için ciddi bir tehlike oluşturmadıkça siyasi partilerin kapatılmasına olur verilmediği gözetildiğinde çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkma hedefini esas alan Anayasamızın da salt ifade özgürlüğü kapsamında kalan tüzük ve program düzenlemesini kapatma nedeni saydığını kabul etmek olanaklı değildir. (…) Tüzük ve Programında ifade edildiği biçimde Parti’nin, Kürt sorunu olarak ele alıp değerlendirdiği soruna, kendine göre çözüm önerileri getirmesi, vatandaşlık temelinde ulus kavramının reddi olarak nitelendirilemez. Kapatma davasının Parti’nin kuruluşundan kısa bir süre sonra açıldığı da gözetildiğinde, belli bir sorunun varlığına ve buna dair çözüm önerilerine ilişkin ifadelerin demokratik bir rejimde düşünce ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Gerek iddianamede gerekse sonraki aşamalarda, Parti’nin söz konusu amaçları gerçekleştirmek için Anayasa dışı bir yöntemi uygulayacağına ilişkin herhangi bir kanıta da yer verilmemiştir. (…)Yukarıdaki açıklama ve değerlendirmeler çerçevesinde Parti’ye, tüzük ve programında yeralan ifadelere dayanılarak yaptırım uygulanması, örgütlenme ve ifade özgürlüğüne ağır bir müdahale oluşturacağından, İddianame’de ileri sürülen gerekçelerle Parti hakkında kapatma ya da yerine başka bir yaptırım uygulanması demokratik bir toplumda zorunlu bir tedbir niteliğinde görülemez.”
Sözü fazla uzatmamak açısından, bu ifadelerin bundan sonrası için ne anlama geldiği burada ayrıntılı olarak tartışılmayacaktır; zaten mesele ifadelerin kendisinden de az çok anlaşılmaktadır.
Burada AKP davası bakımından önemli olan nokta ise vurguladığımız ifadelerdir. Yukarıda belirtildiği gibi, kapatılmama yönünde karar veren 5 üyeden biri AKP’nin durumunun bizim vurguladığımız durumlardan herhangi birine girdiği sonucuna varır ise AKP büyük ihtimalle kapatılacaktır.
Ve yukarıda söylenenler göz önünde bulundurulduğunda, asıl kıyamet tam da bu 1 (bir) üyenin, hangi yönde olursa olsun, varacağı sonuçtan sonra kopacaktır. (ECG/EZÖ)
* Ertuğrul Cenk Gürcan, A.Ü. SBF Anayasa Hukuk Bilim Dalı