Anayasa Mahkemesi önünde yaklaşık bir yıldır devam eden DTP davasının önümüzdeki aylarda sonuçlanması bekleniyor. Bugün itibariyle sözlü savunmalarına başlayan DTP'liler davanın hukuki olmaktan çok siyasi bir nitelik taşıdığını ve bu nedenle AKP davasında olduğu gibi reddedilmesi gerektiğini savunuyorlar. Mahkeme'nin muhtemel kararını, DTP çizgisinin tarihi ve Mahkeme içtihadı çerçevesinde değerlendirmekte fayda var.
DTP'nin kısa tarihi
2005 yılında kurulan DTP'nin geçmişine bakıldığında yaklaşık 20 yıllık bir süreçle karşılaşılıyor. Bu sürecin ilk ayağını, 1990'da kurulan ve Mahkeme'nin 1993'te verdiği kararla kapatılan HEP (Halkın Emek Partisi) oluşturmaktaydı. En çok, Leyla Zana'nın Meclis kürsüsünden söylediği Kürtçe sözlerle hatırlanan HEP döneminin ardından süreç şu şekilde işlemişti (parantez içinde verilen tarihler ilgili partinin kurulma ve Mahkeme tarafından kapatılma tarihlerini belirtmektedir):
- DEP (Demokrasi Partisi) (1993-1994)
- HADEP (Halkın Demokrasi Partisi) (1994-2003)
- DEHAP (Demokratik Halk Partisi) (1998-2005) (parti kendisini feshederek DTP'ye katılmıştır)
- DTP (Demokratik Toplum Partisi) (2005-…)
Görüldüğü gibi, DTP'nin tarihine bakıldığında siyasi parti oluşumu bakımından sürecin uğrakları HEP-DEP-HADEP ve DEHAP olarak belirmektedir. Bunlardan ilk üçü Mahkeme kararıyla kapatılırken, kapatılması istemiyle 2003'te dava açılan DEHAP kendisini feshetmiştir (böyle olmasa ve dava süreci devam etseydi muhtemelen DEHAP da kapatılacaktı).
10 yıl açık kalabileni yok
Özetle -ve kabaca- dile getirmek gerekirse, sol ve sosyal demokrat bir eğilim taşıdığı düşünülen ve özellikle Kürt vatandaşların Türkiye'deki siyasal yaşama katılma çabasının bir ifadesi olarak değerlendirilebilen DTP çizgisindeki partilerin en uzun ömürlü olanı bile (HADEP) 10. yaşını göremedi. Diğer bir deyişle, tekil insan yaşamıyla bir benzetme yapacak olursak, bu partilerin hiçbiri "olgunluk" yaşı bir yana, ergenlik yaşına bile ulaşamazken, Türkiye'deki parti kapatma kararlarından sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) verdiği ihlal kararları bir kitap hacmine ulaştı.
2005 tarihinde kurulan, an itibariyle Mahkeme önünde kapatma davasının devam ettiği DTP'yse, yukarıda görüldüğü gibi, henüz üç yaşında. DTP çizgisi için artık rutin bir mesele haline gelen aç-kapa geriliminin bu çizgideki partiler ve Türkiye'deki demokratik siyasi yaşam üzerinde nasıl bir baskı oluşturduğunu ise söylemeye gerek yok.
Mahkeme içtihadını değiştiriyor mu?
Anayasa Mahkemesi'nin içtihadı bakımından dikkati çeken nokta ise Mahkeme'nin 2008 yılında verdiği Hak-Par ve AKP kararları. AKP kararının gerekçesi henüz açıklanmadığı için (ekim ayı içerisinde açıklanması bekleniyor) içtihadın ne yönde evrildiğini, bu kararda gerçekten bir içtihat değişikliğinin mi yoksa davanın kendine özgü niteliklerinden kaynaklanan bir değerlendirmenin mi söz konusu olduğunu bilemiyoruz.
Ancak bu sayfalarda daha önce değerlendirilen Hak-Par kararında, Mahkeme'nin bir içtihat değişikliği olarak nitelendirilebilecek değerlendirmeler yaptığı görülmüştü. Hatırlatmak gerekirse, Mahkeme Hak-Par kararında özetle üç noktanın altını çizmişti.
Buna göre, ilgili partinin a) tüzük ve programıyla demokratik yaşam için doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturmaması; b) rejim için ciddi bir tehlike oluşturmaması; ve c) gerek iddianamede gerekse sonraki aşamalarda, söz konusu amaçları gerçekleştirmek için Anayasa dışı bir yöntemi uygulayacağına ilişkin herhangi bir kanıtın bulunmaması, durumunda kapatma söz konusu olmayacaktır.
Her ne kadar bu ifadeler belli bir muğlaklık barındırsalar da, bu ilkelerin objektif bir şekilde uygulanmasıyla parti kapatmaların zorlaşabileceği, en azından eskisi kadar kolay olmayacağı düşünülebilir. Ancak her halükarda, diğer partiler bir yana ve özellikle DTP çizgisindeki partilerin akıbeti göz önünde bulundurulduğunda, Mahkeme'nin 7 üyesinin kapatma yönündeki görüşlerini bu üç kriterden herhangi birinin ihlal edildiği gerekçesine dayandırmaları da mümkün gözüküyor.
Barışa bir şans verilmeli
Nihayet, DTP'nin kapatılmasıyla ilgili yapılan bazı yorumlar bağlamında kısa bir değerlendirme yapmakta yarar var. En başta, "DTP'nin aslında kapatılmasını istediği" yönündeki iddiaların mantıklı olmadığını, zira hiçbir partinin kapanmak için kurulmayacağını ve bu işin oyuncak olmadığını belirtmek gerek.
İkincisi, yukarıda da ortaya konulduğu gibi, DTP çizgisinin ısrarla yeni bir parti kurarak siyasi sisteme katılma iradesi sergilediği ve her şeye rağmen "küsmediği", önemsenmesi gereken bir veri olarak alınmalı.
Diğer bir deyişle, yasalara uygun olarak kurulmuş bir siyasi partiye fazlasıyla muğlak bir nitelik taşıyabilen "filanca örgütün siyasi kanadı" gibi suçlamalar yapmak yerine, yasal siyasi zeminde bir şekilde temsil edilmek isteyen belli bir toplumsal tabanın ve talebin var olduğuna odaklanmak çok daha gerçekçi gözüküyor.
Nihayet, söz konusu tabanın taleplerini dinlemek ve bunların tartışılmasına imkan tanımaktansa kapatma arzusunu dile getirenlerin bu kadar acıdan sonra nasıl bir alternatif öngördüklerini da söylemeleri gerek.
Bu alternatif bilinen ezberler olacaksa, barış içinde bir arada yaşamaya dönük en azından tartışılması gereken çözüm önerilerinin siyasi zeminde nasıl temsil edileceği sorusunun da yanıtını vermek gerekiyor.
Dileğim bu sefer barışa bir şans verilmesidir. Tarihin bize gösterdiği gibi, başka bir şansımız ve alternatifimiz yok çünkü. (ECG/TK)
* Ertuğrul Cenk Gürcan, AÜ. SBF Anayasa Hukuku Bilim Dalı.