Aslında olurdu. Ama bir gün "hayır olmamış, ben bunu söylemiyorum yazıda" deyince, o bariton sesiyle kıyameti koparmıştı, "Efendim yazı senden çıktı, bu benim işim ve ben okuduğumu doğru anlarım" diye... Bağıra çağıra onun attığı spot ile benim önerdiğimin arasında bir ara yol bulmuştuk, ama pazarlık neredeyse yarım saate yakın sürmüştü...
O günden sonra daha iyi anlaşır olmuştuk... Onun açısından "damdan inme yazar ile meslekten gelme yazı işleri erbabı" arasındaki "gerimli ilişki" yumuşamıştı.
Benim için de öyle..
Tavrının yazıya müdahale etmek değil, kendi işine sahip çıkmak ve onu adam gibi yapmak olduğunu anlamıştım belki...
Onu gazeteci olarak görmüş, sevmiştim...
O kadarla kalmadı...
Yeni Yüzyıl'ın az gazetede görülür o kolektif ruh halinde, muhabirden yazara, yayın yönetmeninden yazı işlerine herkesin bir görevden diğerine dolaştığı, kendi rolüne ancak iş üretme saatinde soyunduğu o iklimde, haşır neşir olmuştuk..
Sonra zor günler gelmişti. Gazeteyi Korkmaz Yiğit almış, karışık ve karanlık ilişkiler ortaya çıkmış, Yeni Yüzyıl nasıl kurtulur derdine düşmüştük. Her gece yapılan günü ağartan kriz toplantıları aylar sürmüştü; keskin arkadaşlıklar da orada doğmuştu.
O günlerde o dev cüsseli birinci sayfa sekreterinde pamuk bir yürek, okkalı bir akıl, sağlam bir entelektüel donanım bulmuştum. Dost canlısı bir adam tanımıştım. Yeni Yüzyıl'dan Okay, ben, Aytekin, Kemal, Memed, Haşmet ve diğer birkaç arkadaşla düzenli yapılan Yakup, Saki geceleri devam etmişti.
Düne kadar...
Dün o adamı, basındaki sıkı ve doğru işlerin perde arkası kahramanlarından birisini, Necdet Saraç'ı 44 yaşında kaybettik...
Bu ona veda yazısıdır... Onunla son sohbettir... Ona söylenmemişlerin söylenmesidir...
Evet, Neco, işte böyle kardeşim...
Seni defnedeli birkaç saat oldu...
Aklımızda sen varsın, ayaklarımızda mezarının çamuru, yüreğimizde acın var...
Bugün bana bir gazete tarif et deseler, sensiz bir tarif mümkün mü dersin?
Ustalık, sezgi, kalem, yansızlık, ama asıl sari bir hastalık gibi herkesi kuşatan o müthiş enerji ve gazetecinin olmazsa olmazı o stres bombardımanı...
Sen ve senin gibiler olmadan ne bunlar olur; ne bunlar olmadan bir gazete olur...
Sevildiğini bilir miydin? Peki bu kadar çok sevildiğini?
Ne denli gazeteci olduğunun farkında mıydın?
Lise arkadaşlarından siyaset dostlarına her türden her yaştan tanıdığın tanımadığın meslektaşlarına bin kadar insanın seni uğurlamaya geldiğini, övündüğün okulun Darüşşafaka'nın marşıyla omuzlara alındığını biliyor musun?
Bir de Adalet'in ne çok ağladığını...
Evet, işte, yazarken gün akşam oldu; az sonra her zamanki yerinde olacağız, seni konuşacağız...
Güle güle Necdet, güle güle kardeşim... (AB/NM)