Genel seçimlere bir hafta kala feministler, programlarında kadınların eleştiri, talep ve önerilerine yer vermeyen hükümete ve muhalefet partilerine karşı bir bildiri yayımladı.
Sosyalist Feminist Kolektif, bildirisinde, hükümetin ve muhalefet partilerinin seçim vaatleri arasında kadına yönelik erkek şiddetine ve kadınların karşılıksız emeklerine dair tek söz yer almadığını, buna karşın kadınların kendilerine ancak partilerin "aile" programlarında yer bulabildiğine; adı geçen / tanımlanan aile dışında kalmayı seçen / seçecek kadınların ise hedef haline getirildiğine dikkat çekti.
"Aile değil kadın olduğumuzu söylüyoruz, söylemeye devam edeceğiz" diyen feministler, "Seçimlere giderken AİLEnizde KADIN var mı?" başlıklı bildiride şu ifadelere yer verdi:
"2011 seçimlerine giderken her gün en az üç kadın öldürülmeye devam ediyor. Hükümet ise 'Kadın erkek eşit değildir' ve 'Kadının asıl yeri ailedir' anlayışıyla politikalar üretmeyi sürdürüyor. Son olarak Kadın Bakanlığı'nı kaldırıp yerine Aile Bakanlığı kurmak istemesi de bu anlayıştan kaynaklanıyor.
Seçimler aracılığıyla dile getirilen programlar, kadınlara dayatılan koşulların katmerlenerek süreceğini gösteriyor. İktidar ve muhalefet liderlerinin seçim vaatleri arasında kadınlara yönelik erkek şiddetine ve kadınların karşılıksız emeklerine dair tek söz duymuyoruz. Kadınlar, gizli özne olduğu kaset skandallarından fırsat kalırsa, seçim sürecinde ancak partilerin aile programlarında kendilerine yer bulabiliyorlar.
İktidar partisi AKP ve ana muhalefet partisi CHP'nin programlarında da kadınlar 'birey' olarak kabul edilmiyorlar. Bu programlarda, 'kadın' yerine, biraz anne, bir tutam eş, bedeni ve emeği aile içinde iç edilen biri var. Satır aralarında hitap cümlesi olarak ya 'kadınlarımız' ya da 'hanımlar' deniliyor.
Biz feministler, Türkiyeli kadınların en yakıcı sorunu olan, kadına yönelik erkek şiddetini, kadın ve çocuğa tecavüz taciz ve istismarı haykırıyoruz. Hane içinde, erkeklerin kadınları kontrol mekanizmalarının sistemli olduğunu, her gün mezara gömülen en az üç kadın olduğunu isyanla duyuruyoruz. Aile kurumunun, erkeğin kadına şiddet uyguladığı, emeğini sömürdüğü 'yuva' olduğunu ifşa ediyoruz. Kadının emek ve bedeninin nasıl sömürüldüğünü açıklıyor ve bunların önlenmesi için önerilerimizi tekrarlıyoruz.
Buna rağmen, seçim döneminde de siyasiler, kadını aile kurumu içinde eş veya annelik üzerinden tanımlamaya, kadın cinayetlerini seyretmeye devam ediyorlar.
Seçim programlarında, taciz ve tecavüzün bu denli yaygın olduğu Türkiye'de kadını güçlendirecek, kadının şikâyet etme mekanizmalarını kolaylaştıracak projelerden söz edilmiyor. Kadınların korunma taleplerini yerine getirmeyen savcılar, koca şiddetinden kaçıp karakola sığınan kadınları eve gönderen polis, erkek adaleti uygulayan mahkemeler mevzu bile değil. Kaba şiddette darp izi arayan, ekonomik şiddetin, psikolojik şiddetin izlerini göremeyen, tacizin/tecavüzün ispatını kadından bekleyen yasaları değiştirmeyi vaat eden yok.
Bunların yerine, soyut bir aile tanımı içinde kadın, ailenin korunmasına dair bir unsur ve başbakanın dayattığı en az üç çocuk yapma işlevine sahip tali bir canlı imişcesine konumlandırılıyor.
Kadınları evlenmeye zorlayan, planlarını 'evlenme/aile' üzerinden inşa eden erkek politikalar, ahlak, namus algılarıyla desteklenirken, annelik üzerinden kutsallaştırılan 'Türk aile yapısı' da siyasilerin kadına yönelik erkek şiddetini, kadın cinayetlerini, taciz ve tecavüzü yok saydığını gösteriyor.
Kadınlar aile içinde annedir, eştir, ev emeği, çocuk, hasta, yaşlı bakımı kadının görevidir dayatmasıyla, bu görevleri 'aksatan' kadınlar erkeklerin şiddetiyle karşı karşıya kalıyorlar.
Partilerin programlarında, kadının hane içinde değersizleştirilen/ücretsiz / görünmeyen bakım emeği yok sayılırken, esnek çalışma kurtuluş gibi sunuluyor ve hane içindeki cinsiyetlendirilmiş işleri kadının üzerinden almayan cinsiyet körü politikalarla kadın daha da sömürüye açık hale getiriliyor.
Kreş, huzur evi, yaşlı bakım evi, sığınma evi vb gibi kadına dayatılan yükleri paylaştıracak sosyal devlet anlayışıyla örtüşen hiçbir proje olmadığı gibi, toplumsallaşması gereken bu hizmetler gün be gün piyasalaştırılıyor.
Kadına dayatılan cinsiyetlendirilmiş işler erkekle bölüştürülmüyor veya sosyal devletin üstlenmesi gereken işler 'aile içinde' kadına yükleniyor. Hem evde hem işte çalışan kadınlara erken emeklilik, ev kadınlarına zorunlu sağlık sigortası ve 50 yaşında koşulsuz emeklilik, işyerlerinde çalışanların cinsiyetine bakılmaksızın kreş, yaşlıları, hastaları, engellileri kadın bakımına terk etmeyen sosyal olanaklar, erkek ve kadınların cinsiyetlendirilmeyen işbölümü yapmasına dair bahis yok.
Kadını birey değil ailenin bir parçası olarak gösteren anlayışlar, adı geçen/tanımlanan aile dışında kalmayı seçen/seçecek bütün kadınları yok sayıyor, dahası hedef haline getiriyor.
Aile değil kadın olduğumuzu söylüyoruz. Söylemeye devam edeceğiz..!" (BB)