Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA.DER), 19 Ocak'ta "Anayasa ve Eşit Temsil Semineri"ni düzenledi. Seminer, Friedrich Ebert Stiftung ve İsveç Uluslararası Kalkınma Ajansı (Swedish International Development Cooperation Agency'nin (SIDA) desteğiyle gerçekleştirildi. Etkinliğe, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, avukatlar ve akademisyenler katıldı.
KA.DER Yönetim Kurulu Başkanı Çiğdem Aydın açılışta yaptığı konuşmada, kadın örgütlerinin, anayasa hazırlama sürecine nasıl dahil olduklarını ve hangi çalışmaları yaptıklarını anlattı:
"2007'de ilk kez anayasanın yeniden ele alınacağı gündeme geldiğinde, hükümet tüm sivil toplum kuruluşlarına bir çağrıda bulundu. Bu çağrı çerçevesinde 200'den fazla örgüt ve bağımsız akademisyenler bir araya gelerek taslak bir anayasa hazırladık. Bu taslağı hazırlarken amacımız, anayasanın maddelerinin içine girmek, o maddeleri yeniden yazmak, anayasadaki ifadeleri daha eşitlikçi bir hale getirmekti. Sonrasındaki süreçte hükümet kendi hazırladığı taslağı çöpe attı ve tartışmalar başka türlü bir tartışmaya dönüştü."
"Eşitlikçi bir anayasa istiyoruz"
Kadın dernekleri olarak "ilkeler metni" hazırladıklarını ifade eden Aydın, KA.DER'in Anayasa Kadın Platformu'nun sözcüsü ve sekreter kuruluşu olduğunu dile getirdi.
"Anayasa Kadın Platformu olarak anayasayla ilgili taleplerimizi dile getirdik. Mecliste Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu, Anayasa Uzlaşma Komisyonu, sivil toplum kuruluşlarının görüşlerini almak üzere bir program belirledi. Biz de taleplerimizi anlattık. Komisyon bizim taleplerimizle çok ilgiliydi. Ancak ne yazık ki bu ilgi orada kaldı. Sonra 'Anayasa tartışmalarında neler oluyor acaba?' diye biz süreci takip ettik. Hiçbir şey olmadığını gördük. Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nda sadece bir kadın üye var: Ayla Akat Ata. Ne yazık ki Anayasa Kadın Platformu'nun görüşlerine ilişkin bir şey yapılmadı, çalışmalarımız, önerilerimiz somut bir gelişmeye dönüşmedi."
KA.DER olarak yeni anayasa konusunda sözlerini yalnızca kadınlar için değil, feminist bakış açısıyla tüm sistem için söylemeye kararlı olduklarını belirten Aydın, "Çözüm yollarının tıkanmamasını sağlayan ilkeler için mücadele edeceğiz. Kadını aileden bağımsız eşit ve özgür bir birey olarak gören, kapsayıcı, eşitlikçi, anayasal vatandaşlığı hedef alan bir anayasa istiyoruz. Seçim ve atamayla gelinen tüm organlarda kadının eşit temsilinin olduğu siyasi, idari ve hukuki bir yapı istiyoruz. Anayasanın kadınların adalete erişimini kolaylaştırıcı bazı düzenlemeler içermesini istiyoruz" dedi.
"Anayasadaki kanunlar, toplumsal hayata yansımıyor"
Aydın'ın konuşmasının ardından, "Cinsiyet Temelli Anayasa" başlıklı panelde oturum başkanlığını yapan Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Türkiye'de kadın-erkek eşitsizliğinin her alanda yaşandığına, kadın-erkek eşitliğinin anayasanın her maddesine yayılması gerektiğine dikkat çekti.
Almanya Federal Cumhuriyeti eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Herta Daubler-Gmelin, Almanya Anayasası'ndaki toplumsal cinsiyet eşitliği konusunu ele aldı. Almanya'daki kadınların bugün sahip oldukları haklar için verdikleri eşitlik mücadelesinin tarihini anlattı:
"1919'a kadar Almanya'daki kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktu. Weimar anayasası ile birlikte 'eşitlik' kelimesini dile getirmeye başladık. Bu anayasada toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı vatandaşlık haklarının içinde yer alıyordu. Ancak, Nazi Almanyası'nda kadınlar taş devrine dönüş yaptı. Çalıştıkları kamu kurumlarından ayrılmak zorunda kaldılar. O zamanlar, kadının rolü askerlerin annesi olmaktan ibaretti. Aslında buradaki en büyük sorun, Alman toplumunun 'eşitlik' kavramını kabul etmemesiydi. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği Almanların alışkın olmadıkları bir kavramdı."
1949 Anayasası'nda ilk defa "Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir" cümlesinin geçtiğini belirten Gmelin, günümüz Almanyası'ndaki kadınların portresini çizdi:
"1950'li yıllarda sadece burjuva kesiminden gelen kadınlar lisans eğitimi alma hakkına sahipti. Bugün ise lisans eğitimi alanların yüzde 50'den fazlasını kadınlar oluşturuyor. Bugüne baktığımızda kadınlar ve erkeklerin Almanya'da eşit haklara sahip olmadığını görüyoruz. Erkekler kadınlardan daha fazla ücret alıyor. Kadınlar çocuklarına bakmakla yükümlü olduğu için genellikle yarı zamanlı çalışmak durumunda kalıyor. Siyasi pencereden baktığımızda bugün yüzde 30'u kadın olmayan bir kabineyi kurmanın mümkün olmadığını görüyoruz. Kadınların siyasete katılımı eskiye oranla daha çok kabul görüyor. Ama ülkemizde kadınlar hak ettikleri değeri göremiyor. Anayasamızda toplumsal eşitlikle ilgili maddelerin hayatımıza yansımasını istiyoruz. Bunun için de güçlü kadın lobisine ihtiyacımız var."
Toplumsal ve kültürel rol kalıplarıyla mücadele
Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı/ Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bertil Emrah Oder, uluslararası standartlar karşısında Türkiye'nin durumunu özetledi.
Kadına karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi için toplumsal ve kültürel roller ve düşünce kalıplarıyla mücadele etmek gerektiğine dikkat çeken Oder, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Cinsiyete ilişkin bütün önyargılarla mücadele etmek bir zorunluluktur. Ancak şu aşamada, devletin bu alanlarda hiçbir yükümlülüğü bulunmadığını görüyoruz. En önemli örnek, evli kadının soyadına ilişkin alınan karar. Bugün evli kadınlar kendi soyadlarıyla birlikte eşlerinin soyadlarını kullanabiliyor. Ama sadece kendi soyadınızı kullanma hakkına sahip değilsiniz. Çünkü Türkiye'de aile; gelenek, görenek, dil, din vb özelliklerin yaşandığı ve gelecek nesillere aktarıldığı kutsal bir kurum. Kadının kendi soyadını kullanması da bu kuruma karşı bir saldırı olarak algılanıyor."
Siyaset ve aile alanında kadınlara dair pek bir umut taşımadığına değinen Oder, "CHP anayasa taslağının yazımına aktif olarak katıldım. Şu anda, anayasa yapım süreci saydamlık ilkesine uygun olarak yürütülmüyor. CHP ve BDP'nin örtüşen hükümleri var. Diğer partilerin önerileri bakımından bir kısmı paylaşılıyor, bir kısmı paylaşılmıyor ve belirli bir saydamlıkta olmadığı için umut verici bir beklenti içinde olmak mümkün değil" dedi.
"KA.DER gibi bir gücümüz yok"
Oturumun son konuşmacısı olan Reims Champagne- Ardenne Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nden Camille Froidevaux Metterie, Fransa'daki 'eşit temsil' kavramını değerlendirdi. Fransa'nın toplumsal cinsiyet eşitliğini ve pariteyi yürürlüğe ilk kez koyan ülke olduğunı söyleyen Metterie, şunları söyledi: "1997'de parite yasasını parlemento onayladı. 1999'da ise parite kanunu anayasamıza eklendi. 2002 Genel Seçimleri, büyük bir hayal kırıklığı oldu. Çünkü bazı partiler, yasaya aykırı davranarak kadınların haklarını ihlal etti. Büyük sıçrayış son seçimlerde yaşandı, sandalyelerin yüzde 27'sini kadınlar aldı. Büyük partiler, kadın aday çıkartma konusunda daha isteksizdi. Küçük partiler ise parite yasasına en çok saygı duyan partileri oluşturdu."
Fransa'daki siyasi hayatta, kadın-erkek eşitliğini araştırmak için 60 kadınla görüşme yaptığını belirten Metterie, araştırmanın sonuçlarını katılımcılarla paylaştı:
"Araştırma, Fransa'daki siyaset dünyasının erkek egemenliğinde olduğunu gösterdi. Kadınların en büyük sorunlarından biri erkekler tarafından aday gösterilmemeleriydi. Partilerin, kazanabilecekleri bölgelere erkekleri, kazanamayacaklarını düşündükleri bölgelere ise kadınları aday göstermeleri ise araştırmanın diğer bir sonucuydu. Araştırmanın en önemli sonuçlarından biri ise kadınların özgüven eksikliğiydi. Kadınlar, parti içindeki engelleri aşmak için sürekli mücadele veriyor. Bunları aşmak için kadınlar arasında dayanışma yapmamız lazım. Bizim KA.DER gibi bir gücümüz yok. Bütçe, cinsiyet eşitliği gibi konularda atacağımız çok adım var."
"Parite-eşit temsil, Anayasa'da yer almalı"
"Eşit Temsil" oturumun başkanlığını KA.DER Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Ayten Ağırdemir yaptı.
KA.DER Ankara Eşit Temsil Çalışma Grubu Üyesi Dr. Selma Acuner, eşit temsil yasası için savunuculuğun Türkiye'deki tarihçesinden, KA.DER ve kadın örgütlerinin bu mücadeledeki rolünden bahsetti. 2006'da Parite Çalışma Grubu kurduklarını söyledi.
"Bu alandaki en büyük sorun, partilerin parite-eşit temsil konusunu ciddiye almaması. Büyük partiler 'Koltuk benim için daha önemli, ben cezayı öderim' diyor ve kadın aday göstermiyor. Bu yasayla birlikte ister kadın ol ister erkek ol, eşit temsil senin hakkın haline geliyor. Biz, eşit temsilin Anayasa'da yer almasını istiyoruz. Çünkü, anayasa güvencesi istiyoruz. Bu süreçte kadın örgütlerinin yoğun çalışması var."
Farklı stratejiler geliştirilmeli
Rutgers Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nden Doç. Dr. Mona Lena Krook, "Politikada Kadın Temsilini Artırmak için Araçlar ve Mekanizmalar" başlıklı konuşmasında, kadın temsil oranının artmasıyla toplumda nelerin değişeceğine dikkat çekti.
"Dünya genelindeki kadın temsili 15 yılda ikiye katlandı. Önceden kalkınma ve demoratikleşme teşvik edildiğinde daha fazla kadın katılımcıya ulaşacaksınız, mantığı vardı. Bu anlayış değişti, yerini 'eşit temsil' kavramına bıraktı. Eşit temsil, vatandaşların siyasete katılmalarını ve kadınların politikada daha aktif olmalarını içeriyor. Siyasette daha çok kadının olması, kadına şiddet, ayrımcılık, kadınların eğitimi gibi bugün üzerinde durduğumuz birçok konuya daha çok dikkat çekecek. Eşit temsil sayesinde kadınlar, siyasete daha fazla ısınacak."
Eşit temsili etkin hale getirebilmek için farklı stratejileri hayata geçirmek gerektiğini söyleyen Krook, bu stratejileri şöyle açıkladı: "Yasal önlemler, partlamento reformları, parti içi önlemler, sivil toplum stratejileri gibi geniş bir seçenek skalasına ihtiyacımız var."
"Kadınlar, siyaseti kirli bir alan olarak görüyor"
Koç Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Zeynep Oya Usal, dünyada kadınların siyasal hayata katılmaları konusunda hukuki bir eksiklik olmadığını ancak fiili eksikliklerin söz konusu olduğunu anlattı.
Kadınların karar alma mekanizmalarında en az yüzde 30 oranında yer alması gerektiğine dikkat çeken Usal, şunları söyledi:
"Avrupa Birliği'nde kadınların temsil oranı ortalama yüzde 24, İskandinav ülkelerinde bu oran yüzde 42.3'e kadar çıkıyor. 'Neden daha fazla kadın temsil edilmeli?' Çünkü, kadınlar toplumun yüzde 50'sini meydana getiriyor. Ama seçim sistemlerinin yapısı, sosyo-ekonomik engeller, yoksulluk ve işsizlik, kadınların siyasette temsiliyetini olumsuz yönde etkiliyor. Aile ve iş de kadına çifte yük getiriyor, çünkü biz ataerkil modele sahibiz. Toplum olarak bu kültürel engelleri aşmamız gerekiyor. Diğer bir engel ise kadınların siyaseti kirli bir alan olarak görmesi."
"Belçika'da seçim yasası kotası var. Siyasi partiler yüzde 50 oranında kadınları aday göstermek zorunda. Portekiz'de 2006'da en az yüzde 33 oranında bir kota uygulaması kabul edildi. Bu kurala uymamanın mali yaptırımı var ve kamuoyu da bu yasayı ihlal eden partiler hakkında bilgilendiriliyor. Birleşik Krallık'ta yumuşak kota imkanı tanınıyor. Uygulama siyasi partilerin insiyatifine kalmış durumda. İsveç'te ise kota konusu, 1928'e dayanıyor. 1993'te Sosyal Demokrat Parti ve Yeşiller fermuar sistemini kullanmaya başladı. İsveç'te çok güçlü bir kadın hareketi var. Türkiye'de ise ne yazık ki kadınlar, siyasette yer almıyor. Bırakın pariteyi kritik eşikten çok gerideyiz. Önce Anayasa düzeyinde sonra siyasi partiler yasasında değişiklikler yapmalıyız" (ÇT)