İhaleye katılan Mittal ve Arcelor gibi demir-çelik devlerinin yarışı erken terk etmeleri ise şaşkınlığa yol açtı. Neden yabancı sermaye, hele ki 3 Ekim gibi bir "zafer eşiği" aşılmışken Erdemir gibi bir mücevhere iltifat etmedi, Tüpraş'ta olduğu gibi kıyasıya bir yarış yaşanmadı diye sorular soruldu.
Erdemir'de yabancı ısrarının olmamasını anlamak için demir-çelik sektörünü mercek altına almak, onu petrol sektöründen ayıran farkı anlamak gerek. Bir kere Tüpraş'ın faaliyet gösterdiği petrol rafinajı dünyada kapasite eksikliği yaşanan bir sektör. Oysa entegre demir-çelikte kapasite açığı değil, fazlası var. Yakın zamanlarda demir-çelik, hegemonik sanayi sektörüydü. Bilgi teknolojilerinin gelişmesi ile ikinci sıraya düştü, ama yine de sektörün 20-25 yıllık bir cazibesi olduğundan söz edilebilir.
Demir-çelik tutkusu
Demir-çelik, dünyada hemen hemen her ülkenin kurmak, sahip olmak istediği bir sektör. O nedenle de irili ufaklı çok sayıda firma var ve birçok sektörde gözlenen tekelleşme-yoğunlaşma bu sektörde henüz tesis etmiş değil. Örneğin, otomotivde ilk 5 büyük firma sektörün yüzde 66'sını kontrol ederken, demir-çelikte ilk 5 firmanın sektör payı yüzde 15'ten ibaret. Dolayısıyla, sektör henüz bir geçiş sürecinde ve istenen entegrasyonu, yoğunlaşmayı yaşayamamış.
Sektörde 1 milyar 100 milyon tonluk bir kapasite olmasına karşın 850 milyon tonluk bir üretim yapılıyor. Yani kapasite fazlası yüzde 20'nin üstünde. Bu kapasite fazlalığı, maliyetlere de yansıyor. Dolayısıyla, üretici ülkeler, kendi aralarında şöyle bir karar varmışlar: 2010 yılına kadar 100 milyon ton kapasite azaltılmasına gidilecek. Peki yeni yatırım? Yeni yatırıma ise ancak belli şartlarla izin verilecek.
Türkiye demir-çelik sektöründe AB'nin Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT) anlaşmasına bağlı. AB'den izin ve onay almadan genişlemeye gidemiyor. Giderse, devlet yardımı alamaz. Alabilmesi için AB'nin izni gerekli.
Türkiye, tüketimi hızla artan yassı çeliğe, toplam kapasitesinin yüzde 17'sini ayırmış ve bunu sadece Erdemir yapıyor. Kapasite yüzde 83 oranında uzun profilde. Yassı çelikte yıllık 3 milyon ton üretim açığı, uzunda ise 11 milyon ton ürün fazlası var. Dolayısıyla Türkiye'nin bir denge kurup uzundan yassıya geçmesi, bunun için de belli yatırımlara gitmesi gerek.
İhale sözleşmesine bu yatırım şartı konulmuştu. Bu, yabancı firmaları nasıl etkiledi bilinmez. Zaten kapasite fazlası olanların, bir de genişleme şartı konulan bir tesisi almaları için yanıp tutuştukları söylenemez. Özet olarak, Erdemir, Tüpraş, Telekom gibi, yabancıların zaten üstüne atlayacakları bir yüzük taşı değildi. Kaldı ki, TOBB öncülüğündeki konsorsiyumun ve askerlerin holdingi OYAK'ın stratejik sektör olarak gördükleri demir-çeliği yabancıya kaptırmama kararlılığı da yabancıları yıldırmış olabilir. Ve sonuçta, biraz da danışıklı dövüşle, iki yerli grup ipe yaklaştı ve TOBB, OYAK'a yol verdi OYAK ipi göğüsledi.
OYAK'ın ısrarı
TÜPRAŞ'ı kaçıran Oyak'ın Erdemir'de ısrarı biraz ekonomik, biraz da ideolojik-siyasi. Demir-çelik sektörünü askerler hâlâ stratejik bir sektör görüyorlar. Silah sanayisi için önemli olan bu sektörün yabancıya gitmesine karşı çıktılar. Ayrıca OYAK, Renault ile otomotivde önemli bir yere sahip ve firma yassı çelik kullanıyor, fason otomotiv üretimine son yıllarda ağırlık verdi. Otomotiv ile bu sektörün entegrasyonu da rasyonel bir tercih.
İronik bir sonuç şu: AB, Türkiye'de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin konumuyla beraber OYAK gibi bir kurumu da, onun ekonomik gücünü de sorguluyor. Bizde olmayan şey, sizde varken nasıl bir uyum söz konusu olacak, diye soruyor. Ama OYAK aldırmıyor, genişliyor, büyüyor.
Sonuç olarak, özelleştirme serüveninde bir kilometre taşı daha geçilmiş oldu. Kamudaki tapu, bir başka kamusal yanı olan gruba devredildi, bunun adı da özelleştirme oldu. Bakalım, OYAK, yüzünün akıyla Erdemir gemisini yüzdürebilecek mi, yoksa tıkandığında yine devleti mi kurtarıcı olarak çağıracak?
Borçlanma?
Bir başka soru hem Erdemir, hem Tüpraş ile ilgili. KİT'leri alan Koç, OYAK gibi gruplar toplamı 7 milyar doları bulan bu parayı kasalarından mı çıkarıp verecekler, yoksa borçlanarak mı ödeyecekler? İlk duyumlar, ikincisi şeklinde. En azından Koç'un yabancı finansörlerin kapılarını aşındırdığını öğrenmiş bulunuyoruz. Bu da, özelleştirmeler dış borçlanmalarla oluyor demek. Yani dışarıdan borç alıyorsun, devletten TÜPRAŞ'ı, Erdemir'i kapıyorsun. Bu arada özel sektörün zaten kamuyu geçen dış borçlanması biraz daha büyümüş oluyor. Türkiye'nin de dış finansörler gözünde dış borç stoku kabarmış görünüyor.
Özel sektörün borcu büyüyorsa büyüyor, borç onların, demeyin. Devlet bu borçları, batarsa, ödemeye mecbur tutuluyor. 2001 batık bankalar operasyonunda, IMF, vereceği kredi karşılığı bu şartı Ecevit hükümetine kabul ettirmişti.
Özelleştirmeler gereksiz
Bir kez daha tekrarlayalım. Ne Erdemir, ne Tüpraş, ne Telekom, ne ötekileri... Özelleştirme Türkiye için gerekli bir operasyon değildi. Bu kamu kuruluşları topluma yük değil, istihdam, büyüme, vergi kapısıydı. Bunları özelleştirmek yerine büyütmek mümkündü. Bunu satın alan kuruluşlara da, "gidin o kapitalinizle yeni yatırımlar yapın" demek düşerdi. Türkiye'nin ihtiyacı olan yeni istihdam, yeni katma değer, yeni vergi kaynakları, bu yeni yatırımlarla gerçekleşirdi. Ama, zihniyet o zihniyet değil. Kafa, IMF'ye yaranma, dogmatik kamuyu kazıma, kamu hizmetlerini piyasaya açarak, metalaştırıp ticarileştirerek global sermayeye hizmet kafası... Ne söyleseniz boş bu kafaya. (MS/TK)