"Enver Hoca'yı kaybettik!"
Donup kaldım! Kulaklarıma inanamadım! Vay Enver Hoca vay! Vay benim can yoldaşım, vay benim Artvinlim, Şavşatlım vay! Daha iki ay önce, Hrant Dink'in katledilmesini protesto mitinginde, Köln'de birlikte yürümüştük. Sessiz sesiyle haykırıyordu nefes nefese: "Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeniyiz!" diye...
Dom Kilisesi'nin önünde resimlerini çekmiştim. Sırtında yeşil parkası, kalbinin üstünde Hrant'ın resmi vardı. Çok resimlerini çekmiştim daha önceki yıllarda. Fotoğraf makinamda, kalbinin üstünde madalya gibi Hrant'ı taşıyan son resmi kaldı. Şimdi bu satırları yazarken bana bakıyor gülümseyerek!
* * *
"Enver Hoca'yı kaybettik!" Çaresizliğin kahredici hüznü kaplıyor dünyamı! Hatıralar denizine atıyorum kendimi! Enver Hocalı damlalara, dalgalara tutunuyorum. Dünya başka türlü dönüyor, zaman başka zaman şimdi! Fakir Baykurt'tan dinlemiştim onun hikayesini...
"Şavşat Ortaokulu'nda öğrencimdi Enver. Akıllı, uslu, çalışkan, tutuğunu koparan bir öğrenciydi. Sonra devrimci bir öğretmen oldu. Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) içinde görevler aldı. TÖB-DER Artvin Şubesi Başkanlığı yaptı. 12 Eylül 1980 darbesi başına büyük belalar getirdi... Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. İşkenceler, zulümler gördü".
Enver Hoca'yla 1992 yılında, Türk-Kürt Dostluk Girişimi çalışmaları sırasında tanıştık. Enver Hoca 1989 yılında kurulan Türkiye/Almanya İnsan Hakları Derneği (TÜDAY) kurucuları ve yöneticilerindendi. Zamanla birbirimizi daha yakından tanıdık; bağlandık birbirimize.
Siyasi mücadelede gerilimler, tartışmalar, kırgınlıklar oluyor. Enver Hoca, her zaman dürüst, her zaman tutarlı, her zaman sevecen, her zaman saygındı.
Eleştirici, ama birleştiriciydi. Yıkıcı değil, yapıcıydı.
Türk-Kürt Dostluk Girişimi zamanla görevini tamamladı, TÜDAY'la birleşti. TÜDAY ise işlevini yavaşlattı. Kapatalım mı, yaşatalım mı sorularına cevap aranır duruma gelindi. Tam bu aşamada Enver Hoca "İnsan hakları mücadelesi bitmeden, TÜDAY kapatılmamalıdır" düşüncesini savundu. Birkaç arkadaşla birlikte TÜDAY'ın zor işlerini üstlendi.
* * *
Enver Karagöz, 1948 yılında Artvin'de doğmuştu. Okudu, öğretmen oldu. Arvin'de öğretmenlik yapıyordu. Dünyada ve Türkiye'de rüzgarların soldan estiği bir zamandı. Türkiye kabına sığmıyor, kendine yeni bir yol, yeni bir düzen arıyordu. Yer yerinden oynuyordu. Devrim şarkıları söyleniyordu şehirlerde, ovalarda, dağlarda. Yeni bir dünyayı; ekmek, gül ve hürriyet günlerini kurabilmek için işçiler, gençler, devrimciler dişini tırnağına takmış uğraşıyordu.
Türkiye, başka bir Türkiye idi o zaman. Gençler okuyor, araştırıyor, düşünüyor, yazıyor, örgütleniyordu. Enver Karagöz de o gençlerden biriydi. Hem okuyor, hem yazıyor, hem haykırıyordu gür sesiyle!
İyi bir örgütçüydü. Özü sözü bir devrimci gençti. Kendinden çok seviyordu yurdunu, toprağını, insanlarını...
Öğrencilik yıllarında olsun, öğretmenlik yıllarında olsun toplantılarda, mitinglerde, gösterilerde şiirler okurdu. En sevdiği şairlerden biri Nazım Hikmet'ti. Nazım Hikmet'in şiirlerileri sadece okumaz, yaşardı, yaşatırdı...
Enver'in sesi, dinleyenlerin damarlarına girer, akar giderdi ta akla kadar!
* * *
Karanlıktan medet umanlar, parababaları, karlarına kar katanlar, sermaye düzenini savunanlar devrimci kabarışı durdurabilmek için 12 Mart 1971 darbesini yapmışlardı. Ama ileriye akan nehir bu engeli aşmıştı.
Zaman 1975 sonrası yıllardı. Yeni bir darbenin hazırlığı içindeki "gizli" güçler kan akıtmaya, can almaya başlamıştı. 12 Mart 1980 darbesine gelinceye kadar beş bin kadar gencin, aydının, işçinin, emekçinin, insanın kanına girdiler. İşte bu ölüm kalım günlerinde Enver Karagöz, Artvin'de sözü geçen devrimci bir öğretmendi. Çok kez ölümle burun buruna gelmişti. Kendisine kurulan pusulardan kurtulmuştu. O inadına güzel günlerin bayrağını sallıyor; barış, kardeşlik, özgürlük şiirlerini haykırıyordu...
* * *
12 Eylül 1980 günü, tankların paletleri, silahların dipçikleriyle kesildi barışa, özgürlüğe, kardeşliğe giden yollar. Sınırsız bir kinle saldırıyorlardı devrimcilere, ilericilere, yeni bir düzen için mücadele edenlere.
12 Eylül sonrası altı yüz bin kadar insan gözaltına alındı, işkenceden geçirildi, sorgulandı, hesap soruldu...
Enver Hoca, o insanlardan biriydi. Eşiyle birlikte gözaltına alınmıştı. Artvin Devrimci Yol Davası'ndan yargılanmıştı. Erzurum'a götürüldü. Oradaki işkencehanede günlerce işkenceden geçirildi. Enver Hoca, esir alınmıştı. Ama teslim olmuyordu. Konuşmuyor, kimseyi ele vermiyordu. Ağır işkencelerle onu kana buladılar.
Enver Hoca, kana bulandı, ama alnına kara bir leke sürdürmedi. İşkenceciler onun onurlu tutumundan çılgına dönmüştü. Yapabilecekleri en büyük kötülüğü yaptılar:
"Haydi bakalım bir daha oku o şiirleri! Haydi bir daha haykır bakalım o komünistin, o vatan hainin şiirlerini!" diyerek bağazına kaynar su döktüler! Enver Hoca'nın ses tellerini kaynar suyla yaktılar!
Ey insanlık! Ey Türkiye! Sen o kaybolan sesi duydun mu? Ey Anadolu! Sen öz evladının boğazına kaynar su dökenleri unuttun mu? O seni hiç unutmadı!
* * *
Enver Hoca, boğazının yakılmasından sonra gırtlak kanseri oldu. Hapisten çıktı. Tedavi için Almanya'ya geldi. Almanya'ya iltica etti. İlticası kabul edildi. Tedavileri aralıksız devam ediyordu. Bazen bir lokma ekmek, bir damla su bile geçemedi boğazından. Ama Enver Hoca direndi. Kanseri yendi. Sesi, sesini kaybetmişti. Tısıltı halinde zorlanarak konuşabiliyordu.
Gene şiirler yazdı. Gene şiirler okudu. Susmadı!
* * *
Eşi, her zaman kol kanat gerdi kocasına. Biricik kızı ve biricik oğlu sevğiyle, saygıyla, anlayışla sarıldılar babalarına. Bunun zorluklarını, bunun onurunu yaşayan bilir ancak. Enver Hoca'yı yaşatan en etkili ilaç eşinin, çocuklarının sevgisiydi.
* * *
"Elveda!" bile diyemeden ayrılmıştı kendini hem var eden, hem de kahreden topraklardan. Suçu insan olmaktı! O, tutarlı bir devrimci, dürüst bir yurtsever ve yılmaz bir insan hakları savunucusuydu. Suçu, yurdunu özünden çok sevmesiydi!
Uğruna ölümlere gidip geldiği yurdundan ayrılmak ölümden beterdi. Yurt özlemini, vatan hasretini yaşayanlar bilir. Dağını taşını, güneşini ayını, gülünü dikenini özler insan... Taş yerinde güzeldir! Açan çiçekler meyveye durmaz hiçbir zaman hatıralar içinde... Enver Hoca, tam on sekiz yıl gidemedi Türkiye'ye! Yollar ona kapalı, gökyüzü ona yasaktı! Uzun yıllar sürdü yurduna giden yolları açabilme uğraşı.
Avukatlar, dosyalar, araştırmalar, incelemeler derken yıllar geçti! Nihayet 2004 yılında Türkiye'ye gidebilme imkanı doğdu.
* * *
Avukatı, "Türkiye'ye girişte seni gözaltına alabilirler. Ama merak etme! Çabucak bırakırlar. Ben de seninle olacağım!" demişti. Büyük bir heyecanla, 18 yıl aradan sonra İstanbul Atatürk Havaalanı'nda ayaklarını kendi toprağına basmıştı. Etrafına baktı.
İstanbul ile göz göze geliverdi. Derelerden sel gibi, tepelerden yel gibi geçmişti zaman! Pasaport kontrolundaki polis: "Siz biraz bizimle geliniz!" dedi.
Polis karakolu... Karakoldan Terörle Mücadele Şubesi'ne götürdüler.
Sorgulamalar başladı yeniden!
Elini, gözünü bağladılar. Bir yerlere götürdüler! Sorular, sorular... "Açın gözünü!" dedi kirli bir ses: Açtılar! "Beni tanıdın mı?" dedi pis pis sırıtarak.
Enver tanıdı... Erzurum'da boğazına kaynar su döken işte bu adamdı! "Tanımadım!" dedi. "Tanırsın sen beni, tanırsın!" dedi yaptığı barbarlıkla öğünerek. İşkenceciler hala işbaşındaydı...
* * *
18 yıl aradan sonra Artvin'e, Şavşat'a, Ankara'ya gitti. Anadolu'yu dolaştı. Hasretlerini giderdi. Çıkışta engel çıkarmadılar. Türkiye kapıları, Enver Hoca'ya açılmıştı. İstediği zaman gidip gelebilmenin zevkini de yaşadı.
En son dört ay önce gidip gelmişti yurduna!
* * *
Enver Hoca, Artvin'de dünyaya gelmişti. Almanya'da ayrıldı dünyadan! Doğduğu topraklara "Elveda!" bile diyemeden, ömrüne doyadan, özlediği günleri göremeden sessizce yumdu gözlerini çok sevdiği hayata!
Ey Anadolu! Seni çok seven bir evladın geldi geçti bu dünyadan! Haberin oldu mu? (KY/EÜ)
Boşuna Değil
Boşuna değil hiçbir şey,
Boşa gitmedi yürünen yol,
işlenen nakış,
ekilen tohum.
Boşa gitmedi
Ölümden genç bir gülücükle gizlenerek
Sokaklara yazdığımız nehir şarkıları.
Çekilen acı,
dökülen ter
ve zeytin dallarına asılı kalan şafak
boşa gitmedi.
Çöl yeşeriyordu
Kabaran okyanusun selinde.
Sevda beyaz bir sayfaydı
Rüzgarlarla yazılan.
Değil, boşuna değil ağaran gece;
Çakılan kıvılcım boşuna değil.
Ters aktı belki
Yatak değiştirirken nehir.
Gün dönümüydü,
Yer yerinden oynamıştı.
Bir avuç bahar tohumuydu
Değişen zamanın gözüne attığım.
Boşa gitmedi hiçbir şey.
Boşa gitmedi karanlığa isyanım!