"Kendimi ait hissettiğim bu ülke, beni mutlu ederken, benimle aynı yaşta başka kadınların ocağını söndürmüş. Ve benim neşemden hiçbir şey eksik olmamış. Bu utanma duygusuyla, vicdan azabıyla başa çıkamıyorum..."
Bir okur "Derve"'yi böyle yorumluyor....
Gazeteci Jînda Zekioğlu bu kez kayıt cihazını Şırnak’lı bir aileden yedi kadına uzattı. Önce onları dinledi, sonra kendi anlattı, yine onları dinledi sonra yine anlattı. Ölümleri, ayrılıkları, sevdayı, mücadeleyi, özlemi, barışı ve hayalini kurdukları güzel ülkeyi konuştular… Birlikte güldüler, sinirlendiler, ağladılar, anlamaya çalıştılar, öğrendiler, düşündüler…
Şırnak’lı üç farklı kuşaktan yedi kadın, Ruken, Zeliha, Gulê, Meryem, Delal, Roza, Hêja bir de Jînda eklenince sekiz kadın oldular..
Jînda Zekioğlu, yedi kadının anlattıklarını kendi sözünü de zaman zaman ekleyip “Derve” isimli kitaba aktardı. Dipnot Yayınları’ndan okurla buluşturulan “Derve” Kürtçe’de “dışarı” anlamına geliyor. Kitabın önsözü Aksu Bora'dan.
Kitabın sayfalarında dolaşırken sadece yedi kadının gönlüden kopan kelimeleri değil Gülten Akın’ın Leyla Erbil’in şiirleri de size yol arkadaşlığı ediyor. Zekioğlu, her yazar gibi okuyucuyu kendi iç yolculuğuna çıkarıyor ama bu sefer sadece kendinizle değil toplumsal hakikatlerle ve barış ihtiyacı ile yüzleşmiş olarak geri dönmüş oluyorsunuz.
Zekioğlu "Derve"yi bir sözlü tarih çalışması olarak nitelendiyor ve "Derve'deki hayatların sorumlusu devlettir. Hafızaya borcumuzu biz elbet ödeyeceğiz ancak yetmez. Devlet, toplumla ilişkisini adalet üzerinden kurmadığı müddetçe benzerleri yaşanacak. Kürt toplumunun da bu anlamda en ihtiyacı olan adımın adalet olduğuna inanıyorum" diyor.
Zekioğlu anlatıyor...
Kitabın adından başlayalım, “Derve” ne demek?
Kürtçe dış, dışarı, dışarısı ya da hariç gibi anlamlarda kullanılan bir kelime. Kitaptaki yedi kadınla sohbetlerimiz süresince kendilerini, yaşadıkları zorlukları ya da içinde bulundukları dünyaları anlatırken “derve” ifadesini hem gerçek hem de manen kullandıklarını fark ettim.
Türkiye, Irak, İran’da, kısmen de olsa Suriye’de, Kürtlerin kendi topraklarında oradan oraya sürüklenirken dışarıdaki olduklarını hissetmeleri; ancak buna karşılık Etruş, Ninova, Nehdare, Maxmur gibi mülteci kamplarındaki biraradalıklarında vurdukları içeri duygusu kitabın da adını Derve olarak belirlemeye yol açtı.
Bir diğer etken, yine sohbet esnasında birinin gerillaya katıldığını ifade ederken “Dışarıya çıktı/gitti” şeklinde bir ifade görüyordum. Kürtçe’de böyleyken, Türkçe’ye geçtiklerinde benim de yazdığım gibi “katılım yaptı” diyorlardı. Kürtçe’de “kendinden giden” Türkçe’de ise “içeriye giren” bu yaklaşımın koruyan bir yanı olduğunu hissettirdi bana.
"Birlikte sustuk"
Kitapta “ille de yazmanı isteyen bir duygu” hissettim. Size kitabı yazdıran duygu, duygular neydi?
Herkes “hayatım roman” der. Ancak bunun sahiden birçok Kürt ailede karşılığı var. “Bizi dinler misin?” diye sorduklarında, başlarından geçenlerin kendileriyle toprağa gitmemesi arzusu yatıyordu. Zira o anlarda bir taziye evindeydik zaten.
Tahmin edersin ki gazeteciler bu tür isteklerle sık karşılaşır. Ancak daha önce bu denli ısrarlı ve dinlemeye değer bir hikaye olduğunun vurgulandığı bir taleple de pek karşılaşmadım. Ruken’in yazma ısrarını, ona yönelterek kendisinin yazması için yönlendirmek istedim. Çünkü Kürtçesi muazzamdı. Ben ise Kürtçe üretim yapabilecek seviyede hiç değildim. Ancak Ruken’in ısrarına da karşı gelmek istemedim.
"Kendime yolculuk yaptım"
Fotoğraf: Jinda Zekioğlu, "Cudi'ye bakmak"
Kitaptaki anlatan kadınlara nasıl ulaştınız ?
Bir taziye ortamında tanıştık. Şırnak-Hakkari-Mardin’de seçim sürecini değerlendirme yazıları yazıyordum o süreçte. Şırnak yabancısı olduğum bir şehir değildi zaten. Kadın derneği sözcülerinden biri olan Ruken’den de görüş almak istedim. Ancak taziyesi olduğunu söylediler. Meğer birkaç gün önce eşini Cudi Dağı’nda, kömür madenleri için kazılan, delik deşik edilen o yollarda bir trafik kazasında kaybetmiş. Eşi Şırnak ve Cizre’de çok sevilen biriymiş. Taziye evi inanılmaz kalabalıktı. Ben ise eşini yeni kaybetmiş bir kadınla seçim konuşmaktan çoktan vazgeçmiştim bile. Ancak yine de görüşmek istedi.
Oturduk, birlikte sustuk. Fakat yüzünde gözünde sadece kocasını kaybetmiş bir kadın hali yoktu. O susmaların ardından Ruken, hikayelerinin yazılmasını istediğini dile getirdi. Hemen olmadı hiçbir şey. Önce arkadaş olduk. Vakit geçirdik. Zaman içerisinde o seviyeye geldik aslında. Eş zamanlı olarak, Ruken, annesi Zeliha, kayınvalidesi Gule, teyzesi Meryem, görümcesi Delal, kızkardeşi Roza ve kızı Heja sırası geldikçe anlattı.
"Sözlü tarih niteliğini korumaya çalıştım"
Yaşadıkları sizde ne his bıraktırdı? Adaletsizlik, öfke, merak…
Bu hikâye ile ben de kendime yolculuk yaptım. Yazar Şeyhmus Diken, Derve’yi okuduktan sonra “Aslında sekizinci kadın da sensin” demişti. Aralarındaki en tuzu kuru olan bendim. Kürt olma tecrübelerimizi bırak kadınlıklarımız dahi –bir hiyerarşi kurmamaya çalışsak da- çok başka sınavlar vermiş. Ancak asıl yolculuğumu yazarken yaşadım. Kendini çözerek yazabiliyorsun bir başkasını. Elbette adaletsizliği, öfkeyi çok derinden hissetmekle birlikte kitaba da adını veren duygu, bende en çok yalnızlık oldu. O sebeple de Kürt kadın tarih yazımına katkısı için benim ya da bir başkasının yazan özne farketmeksizin yazılmasının elzem oluşu en çok hissettiğim şeydi.
Her ne kadar Kürt özgürlük mücadelesinde kadın varlığı dünyada benzeri görülmemiş derecede güçlüyse de, yine de bu mücadele tarihini yazan dilin kadın olmasında ısrar etmek gerekiyor.
Burada Kürt tarihinin son 50 yılını okuyacak olanlar, Ruken’in, Zeliha’nın, Meryem’in, Delal’in Gule’nin, Roza ve Heja’nın birinci ağızdan yaşadıklarını dinleyecekler. Bu nedenle de anlatıcı olmak istemedim. Kitabın edebi kaygıları olmakla birlikte anlatı/sözlü tarih niteliğini gerçekliğini koruma duygusu ile yansıtmaya çabaladım.
Kadınların hikâyelerini anlatmak nereden aklınıza geldi peki?
Yabancısı olduğum bir alan değil. 15 yaşımda muhabirlik yapmaya başladım. Toplumsal cinsiyet gündemi, jineoloji zaten ister istemez ilgi alanımdı. Fotoğraf mezunuyum. Belgesel kaygılarımda da kadın, kimlik temaları hep öne çıkmıştı. O nedenle bu bir tercih değil de, kendinle karşılaşma hali olarak yansıyor hayata.
Örneğin şu aralar, Kürt entelijansiyasına dair bir çalışma yürütüyorum ancak daha çok kadınların hikayeleri ilgimi çekiyor. İstisnasız bir azim, mücadele, kararlılık ve yetenek var. O nedenle tabii ki kadın tarih yazımı ile meşgul olmak gerekiyor. Mücadele ile ömrünü ortaya koyan kadınlara, şu durduğumuz yerde bunu borçluyuz bence.
"Sevdiklerimizi birbirimize emanet ettik"
Kitapta aile ilişkilerine de yer verdiniz bu nasıl oldu?
Bu yedi kadını yazarken, en çok fark ettiğim –ki okuyucu da bunu görecektir- kendilerini anlatırken yüksek bir empati duygusu ile birbirlerini işaret ediyorlar. Mesela Ruken, kendi yalnızlığını anlatıyorken durup Roza’yı örnek vererek onun kendisinden daha zor zamanlar yaşadığının altını çiziyor.
Bu kadar özeleştiri kültürünü içselleştirmiş bir kadın ortamı ile daha önce hiç karşılaşmadım. Kendimle dertlerimi, eksiklerimi paylaşırken yargılanmadığımı fark ettikçe daha özgürce özeleştiri yapabildiğimi gördüm. Bu da beni bu kadınların arasındaki diyalogun gücüne fazlasıyla hayran bıraktı. Şu an hatırladıkça o günleri, o sohbetleri özlüyorum. Birbirleriyle birinci dereceden akraba olan bu kadınların, aralarında kopma bir bağ var. Bunu tüm dünyaya yaymamız gerek.
"Geleceğe öfke taşımak istemiyor kadınlar"
Kitapta anlatılan kadınlar kendilerini bir de sizin gözünden okuyunca ya da dinleyince ne hissetti bunun üzerine konuştunuz mu?
Her ne kadar bunları yazmak üzere bir bağ kurmuşsak da aile olduk sonrasında. Sevdiklerimizi birbirimize emanet ettik. Dostluğumuz hiç bitmedi hatta çoğaldı. Özellikle Ruken ve Delal’le sohbetlerimizde gördüğüm rahatlama hissi, hikayelerinin paylaşılmasından kaynaklanıyor elbette. Daha huzurlular en azından. Çocuklarına, torunlarına, tüm Kürtlerin geleceğine dair bir nebze olsun borcumuzdan düştük duygusu hâkim.
Bunu da mücadelenin bir parçası olarak yaşayan bu kadınları gördüğümde, büyükşehirlerdeki ilişkilerin sahteliği, gerçek dışılığı battı gözüme. Bu yüzden belki de kendi göçüm küçük, sessiz bir adaya oldu.
Öte yandan, Zeliha, Gule, Meryem gibi 50’lerini bitirmiş yaştaki kadınlar daha temkinli bir şekilde “Her şeyi yazmadın değil mi?” diye soruyorlar. “Ne anlattıysan onları yazdım” dediğimde, “Aman aman” diyerek dizlerine vuruyorlar. “Çok fena şeyler anlattım sana” demelerinin altında yatan şu, evet hikâyemizi paylaşalım ama geleceğe de öfke taşımayalım, çocuklarımıza nefret bırakmayalım.
Kitabın kadınların birbirini anlamasında özellikle farkı coğrafyalardaki kadınların birbirini anlamasında bir katkısı olacağını düşünüyor musunuz?
Bir iki gün evvel bir e-posta aldım. Kitabı okuyan ve Türk olduğunun altını çizen bir kadın arkadaş yazmış. Derve’nin tesadüfen eline geçtiğini ve Türkiye’ye dair fikirlerinin alt üst olduğunu anlatmış. Bir yerde diyor ki; “Kendimi ait hissettiğim bu ülke, beni mutlu ederken, benimle aynı yaşta başka kadınların ocağını söndürmüş. Ve benim neşemden hiçbir şey eksik olmamış. Bu utanma duygusuyla, vicdan azabıyla başa çıkamıyorum…”
Çok açık yüreklilikle yazılmış bu mektup çok değerli. Çünkü önsözde Aksu Bora’nın da belirttiği “emanetin yerini bulması” duygusu kadınlar arasında bir diyaloga vesile olacaksa buna çok sevinirim.
Derve’deki hayatların sorumlusu devlettir. Hafızaya borcumuzu biz elbet ödeyeceğiz ancak yetmez. Devlet, toplumla ilişkisini adalet üzerinden kurmadığı müddetçe benzerleri yaşanacak. Kürt toplumunun da bu anlamda en ihtiyacı olan adımın adalet olduğuna inanıyorum. Sonra barış mı, affetmek mi, anlaşmak mı, orasına genç kuşaklar karar verecek.
Son olarak ne eklemek istersiniz?
Dipnot Yayınları’ndan çıkan Derve’de; Emirali Türkmen, Ümit Özger, İbrahim Yıldız’ın büyük emekleri var. Çok teşekkür ediyorum onlara. Son 50 yılla eş zamanlı olarak son 6 yılı benzer kronolojide ve yedi ayrı kadının anlatımlarıyla yazdım. Bu nedenle okuyucuyu duygular arasında biraz sarsıyor. Kendine sorular sormasına yol açabiliyor. O yüzden tüm ön yargıları, zırhları bir kenara bırakarak Derve’yi tanımalarını isterim.
Covid-19 salgını sebebiyle kitabevleri henüz açılmadı. Bu süre zarfında Derve’yi internetten satın alabilecekler. Yurtdışından almak isteyenler ise ülkeler arasındaki kargo sisteminin açılmasını beklemek mecburiyetindeler şimdilik.
Okuyanların geri dönüş yaparak fikirlerini belirtmeleri çok mutlu ediyor bizi. Eksik olmasınlar.
Jînda Zekioğlu hakkında Gazeteciliğe lise yıllarında Hürriyet gazetesinde başladı. Üniversite eğitimini fotoğraf üzerine aldı. Belgesel fotoğraf alanında çalıştı. Çalışmaları üç kişisel ve ondan fazla karma sergide yer aldı. Gazeteciliğe dergicilik faaliyetini ekledi, ardından İMC TV ile televizyon haberciliği yaptı. Mor Bülten adlı ilk feminist haber bültenini sundu. Nor Radyo'da Medyanın Cinsiyeti programını iki sezon yürüttü. ANF'ye özel dosyalar hazırladı. Artı Gerçek'e söyleşiler yaptı. Gazete Duvar'a yazıyor. |
(EMK)