Fotoğraf: Anadolu Ajansı
Koronavirüs dünyada can almaya devam ediyor. Birçok ülkede geçici önlemlerle de olsa, ölümler engellenmeye çalışılıyor. Salgın nedeniyle alınan önlemler ve "yeni yaşam" tarzı istemsiz şekilde sucul ve karasal ekosistemde gözle görünür bir iyileşme sağladı.
Pandeminin ilk gününden bu yana temiz havanın önemine dikkat çekiliyor. Ancak havaların ısınmasıyla birlikte gözler denizlere çevrildi. Bulaş riski nedeniyle plajlar yasaklanırken, yüzmenin salgına zemin hazırlayıp hazırlamayacağı tartışılmaya başlandı. Fakat hala denizler kirli.
"Mikrokirleticiler sucul ekosistemler için risk oluşturuyor"
ETHA’dan Pınar Gayıp'ın haberine göre; denizlerdeki yaşamın sürdürülebilirliğinin sağlanmasının bir zorunluluk. Çukurova Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Mirkoplastik Araştırma Grubu üyesi Doçent Doktor Sedat Gündoğlu, beslenirken tükettiğimiz atıklar ve bu atıkların sözde bertarafı, giyim tarzımız, kişisel bakımımız başta olmak üzere attığımız her adımın denizel ekosistemler için bir maliyet. Gündoğdu, şöyle dedi:
"Hatta son zamanlarda gündeme gelen ve artık denizel ortamlar için ciddi tehdit olarak görünen yeni farkına varılmış bir kirletici türü olan ilaç kirliliği bu etkinin boyutunu anlamak açısından önemli bir örnek olabilir. Çünkü tedavi olmak için, güneşten korunmak için, cildimizi nemlendirmek için ve benzeri birçok anlamda kullandığımız tüm ilaçlar bir şekilde lavabolarımız üzerinden denizel ortamlara aktarıyor.
“Üstelik bu kirleticilerin (mikro kirleticiler olarak bilinirler) atık su artıma tesislerinde tutulmaları da oldukça zordur. Çünkü ciddi teknolojik yatırımlara ihtiyaç duyarlar. Birçok farklı kirletici türünü (florlu yüzey aktif maddeleri/deterjanlar, ilaç etken maddeleri/farmasötikler, antibiyotikler, pestisitler, hormon bozucular/plastik eklenti maddeleri) kapsayan mikro kirleticiler grubu diğer ekosistemlerde olduğu gibi sucul ekosistemler için de önemli riskler oluşturuyor.
"Kulanım alanı oldukça yaygın olan bu kirleticilerin sucul ekosistemlere ulaştıklarında çok az miktarda dahi ciddi risk yaratabildikleri ve biyo-birikim yoluyla da üst basamaktaki canlılara ve su ürünleri tüketen insanlara kadar ulaşabiliyor.”
“Denize bağımlı yaşam 900 milyon civarında"
Diğer yandan insan açısından denize bağımlı gıda temininin doğrudan 56 milyon kişinin istihdamını sağladığını açıklayan Gündoğdu, denize bağımlı yaşayan nüfusun 900 milyon civarında olduğunu belirtti.
Denizel ortamların korunması ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasının bir zorunluluk olduğu vurgulayan Gündoğdu, şunları söyledi:
"Okyanusların insanların atmosfere koyduğu tüm karbondioksitin dörtte birini emdiği bilinmektedir. Bu da denizleri adeta bir 'karbon lavabosu' yapmaktadır. Ancak sera gazı salımının bugünkü düzeyi denizlerin bu özelliğini işlevsiz kılmaktadır. İklim krizinden kaynaklanan ek ısının yüzde 90'ından fazlası okyanuslarda depolanmaktadır. Bunun daha da artması sonucu denizlerin bu hizmeti ortadan kalkarsa, dünya sıcaklıkları yaşamı destekleyemeyecek kadar dengesiz hale gelecektir." (EMK)