Kobanî davasının 41. duruşma periyodunun 1. oturumu, Sincan Cezaevi Kampüsündeki Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde dün görüldü.
TIKLAYIN - Adalet, siyaset ve hukuk: Kobani Davası
Davada, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önceki dönem Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü ve HDP MYK üyelerinin de aralarında bulunduğu 108 kişi yargılanıyor.
3 bin 530 sayfa ve 324 klasörden oluşan iddianamede 108 siyasetçi için “Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozma” ile 37 kez “insan öldürme” başta olmak üzere pek çok suçtan ceza isteniyor.
TIKLAYIN - “Mahkeme, iktidarın çizdiği sınırdan çıkamıyor”
TIKLAYIN - “Kobanî davasında mahkeme, kendi yarattığı hukuku uyguluyor”
“HDP’nin çağrısında amaç çok açık ve net”
MA’nın haberine göre tutuklu siyasetçilerden Günay Kubilay’ın savunmasına devam etti.
Kubilay, savunmasında iddianamede yöneltilen “devletin birliğini ve bütünlüğü bozma” suçlamasıyla ilgili “cebir oluşmadığı sürece suç unsurunun oluşmayacağını” dile getirdi.
“İster HDP MYK’nin çağrısı olsun ister Kürt sorunun demokratik çözümüne dair çağrıları olsun, amaç çok açık ve nettir. Bu kadar net olan bir çağrıda devletin bütünlüğünü ve birliğini bozma iddiasını çıkartmak, ancak kâğıt üzerinde bir mühendislik çalışması ile çıkartılabilecek bir sonuç olabilir. Bu tür iddiaları aklı başında hiçbir insanın kabul etmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Kürt sorununu demokratik çözüm yolları ile çözmeyi amaç edinen HDP’nin, devletin birliğini ve bütünlüğünü bozacak bir çağrı yapma amacının olmadığı ortadadır.”
“Hayali düşman oluşturma gayreti”
Kürt sorununun er ya da geç demokratik çözüme kavuşturulmasının zorunluluk olduğunu söyleyen Kubilay, sözlerine şöyle devam etti:
“Bakın Kürt sorunu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde birçok iktidar eskitmiş bir sorundur. Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye’de bir demokrasiden bahsedilemez. Diğer tarafta verili koşullar ve bölgesel gelişmelere bakıldığında Kürt sorununun demokratik çözüm olanağının zayıfladığı, olabildiğince aşındığı görülüyor.
Kürt sorununun çözümünde üç farklı eğilim söz konusudur. Bunlardan biri, ezerek kurtulma eğilimi. Bu eğilimi Erdoğan’ın iktidarı temsil ediyor. İkincisi de sorundan kaçarak kurtulma eğilim. Bu eğilimin temsilcileri de sosyalist solun bir kesimidir. Üçüncü eğilim ise, HDP yeni adı ile HEDEP ile sosyalist sol ve enternasyonalistlerin eğilimidir.
Dolayısıyla HDP’nin ülkenin birliğini ve bütünlüğünü bozma gibi bir amacı yoktur. HDP’nin ülkenin birliğini ve bütünlüğünü bozma iddiası, kâğıt üzerinde yapılan bir mühendislik çalışması ile hayali düşman oluşturma gayretidir.”
“Dosyada her şey toptancı mantıkla ele alınmış”
Kubilay, Kobani protestoları sırasında yaşanan olaylardan sorumlu tutulabilmek için failler ile fail arasında ortak suç işleme kararı olması gerektiği ile fiil üzerinde ortak hakimiyet kurmaları gerektiğini de söyledi:
“Bir ceza yargılamasında kolektif sorumluluk mümkün değildir. Tüzel kişilik yargılanmasında bile sorumluluk çerçevesinde hüküm kurulmaz. Bu bir tüzel kişilik değil, bir ceza yargılanmasıdır. Her şey somut delilleri ile tek tek gösterilmek zorundadır. Dosyada her şey toptancı mantıkla ele alınmıştır.
Yaşanan olaylarda sorumluluğum olduğu belirtilmiş, ancak suça nerede, ne zaman, nasıl bulaştığıma dair tek bir kanıt dosyada yer verilmemiştir. Yaşanan olayları kimlerle yaptığım, nasıl bir rolümün olduğuna dair bir belge yoktur.”
“İddia makamının derdi adalet değil”
Dosya kapsamında yargılananlar hakkında, hazırlanan iddianamede TCK 302 Madde’den suçlama olmadığına dikkat çeken Kubilay, ancak mütalaada 302’den cezalandırılmalarının istendiğini kaydetti:
“Öyle ki bir kişi hem müşteki hem fail hem de azmettirici olarak gösterilmiştir. İddia makamının derdi adalet değil, yargılananların siyasi iradenin istediği biçimde cezalandırmaktır. İddia makamı, yargılananlar ceza alsın da nasıl alıyorlarsa alsın derdindedir. Gelinen asamda iddianamede şahsım açısından cezai yaptırımı gerektiren bir durum yoktur. Bu nedenlerle isnat edilen TCK 302’nin uygulanması mümkün değil.
HDP MYK çağrısının amacı devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmak ya da zora dayalı cebir niteliği taşıyan bir çağrı değildir. Hele hele vahim sonuçlara sebebiyet veren bir çağrı olarak gösterilmesi asla mümkün değildir.
HDP MYK çağrısı ile ilgisi bulunmayan ve başka güçlerle yapıldığı anlaşılan şiddet olaylarından cezalandırılamayız. Cezai sorumluluk şahsidir, kimse başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamaz. O dönemde yaptığım tek açıklama, 6 Ekim MYK açıklamasıdır. Şahsi açıklamalarım söz konusu değildir. Sonuç olarak, MYK çağrısını bir suçlama konusu yapmak, temeli olmayan suç icat etmek için masa başı mühendislik çalışmasıdır. Onun için bu iddiayı reddediyorum.”
“Çağrının içeriğinde cebir ve şiddet yok”
Savunmasının devamında kişinin tahrik suçundan cezalandırılabilmesi için, tahrik suçu ile olaylar arasında illiyet bağının kurulmasının zorunluluk olduğunu vurguladı:
“Yalnızca sonuçtan hareketle ceza istenemez. Burada kurnazca yargı hilesi yapılmaktadır. HDP çağrısında tahrikten ceza istemek tipik bir şark kurnazlığıdır. Bakın iddianamede de mütalaada da hangi tahrik suçunun işlendiğine dair bir ibare yoktur. Tahrik ile azmettirme suçu birbirinden bağımsız iki ayrı suçtur.
Diğer taraftan tahrik ile azmettirmenin yan yana gelmesi için çağrıda dükkanları yakmak gibi bir tahrik suçunun bulunması gerekirdi. Ya da bir grubu suç işlemeye teşvik etmesi ve tahrik edilen kişinin o suçu işlemesi gerekirdi. Bu kriterler çerçevesinde; MYK çağrısı, IŞİD saldırılarına ve hükümetin ambargo politikalarına karşı yapılmış bir demokratik bir protesto çağrısıdır.
Çağrının içeriğinde cebir ve şiddet yoktur. En son olarak çağrı belli bir gruba değil, genel bir çağrıdır. Suç isnadına MYK çağrısı dayanak gösterilmiş, fakat çağrının hangi tahrik suçu ile nasıl bir nedensellik bağı kurulduğu açıklanmamıştır.
“Belli bir kurguya dayalı hayali bir senaryo”
Örneğin 12 ilde yaşanan ölüm, yaralama, yağma ve talan gibi araç suçlar ile demokratik protesto niteliğindeki bir çağrı arasında nasıl bir illiyet bağı olabildiği, IŞİD saldırılarına karşı yapılan bir çağrının olaylara nasıl neden olduğuna dair mahkeme içtihatlarına uygun tek bir dayanak oluşturulamamıştır.
Nitekim iddia makamı da mütalaada HDP MYK’sinin çağrısını açıkça şiddete yönelik bir çağrı olmasını beklemedikleri yönünde ifade kulanmış ve HDP’nin bir siyasi parti olması nedeniyle bunu kullanmasının mümkün olamayacağını söylemiştir. Aslında baktığımızda iddia makamı bu tespiti ile kendisini çürütmüştür. Kısacası mütalaa belli bir kurguya dayalı hayali bir senaryoyu kitabına uydurmaya çalışıyor.
Ben dahil davaya konu edilen MYK üyeleri, çağrının hukuki sonuçlarından kaçınsalardı yapılan çağrıyı sahiplenmezdi. Ama ben de dahil bu dava kapsamında yargılanan herkes çağrıya sahip çıktı.”
“Davanın amacı, HDP’lileri cezalandırmak”
Kubilay, savunmasının devamında, Kobani davasıyla HDP’nin toplumsal meşruiyetine gölge düşürmek ve HDP’lileri cezalandırmanın amaçlandığını belirti:
“Çok yalın bir biçimde ifade etmek gerekir ki, eğer HDP 7 Haziran seçimlerinde AKP’ye meclis çoğunluğunu kaybettirmemiş olsaydı, eğer Erdoğan’ın başkanlık yolunu kapatmamış olsaydı bu kumpas dava açılmayacaktı.
Yine eğer 2019 yerel seçimlerinde batıda birçok büyük şehir belediyesini Erdoğan ile küçük ortağına kaybettirmemiş olsaydı ve bu belediyelerdeki rant kapılarını kapatmamış olsaydı Kobani Kumpas Davası açılmayacaktı. Eğer HDP Türkiye siyasetinde belirleyici bir politik özne olmasaydı, dengeleri değiştiren olmamış olsaydı bu dava açılmayacaktı.
“Türkiye halkları istediği için HDP var oldu”
HDP’nin tüm baskılara rağmen varlığını sürdürdüğünü, olası bir kapatılma tuzağına karşı seçimlere Yeşil Sol Parti ile girerek iktidarın tuzaklarını boşa düşürdüğünü kaydeden Kubilay, “Tecrübelerle sabittir; ölü teorilerle canlı varlıklar yok edemez. HDP bir kapı, bir kilit, bir bina bir mekân değil ki, kapısına kilit vurulsun. Türkiye halkları istediği için HDP var olmuştur ve Türkiye halkları ancak istediği vakit HDP kapatılacaktır. Ambleminde parti yazıyor ki lütfen HDP’yi düzen partileri ile karıştırmayın” dedi.
“Farklı kimliklerden inançlardan ve farklı politik düşüncelerden oluşan 85 milyon insanın yaşadığı Türkiye’de bir parti tüm ülkenin kaderini kendi kaderine bağlamak istiyor. Bu dehşet vericidir. Belki de daha dehşet verici olan ise olağanüstü halin olağanmış hale gelmesidir.
Türkiye’de resmi ideolojinin çizilmiş sınırların dışında kalan Kürtlere kadınlar, Alevilere, gazetecilere aydın ve yazarlara, esnafa ve farklı cinsel yönelimlere terörist damgası vurulmasının nedeni budur. Nihayetinde despotik siyaset tarzı eşliğinde tüm farklılıkları yok edilmiş e tek kalıba dökülmüş çorak bir Türkiye tablosu yaratılmak istenmektedir. Bunlara rağmen HDP çorak Türkiye tablosunun panzehir olduğu için tasfiye edilmesi gereken öncelik olarak görülmektedir.
“Bu dava politik tercihlerle açıldı”
Türkiye’deki farklılıkların budandığını, politik çoğunlukların boğulmaya çalışıldığını söyleyen Kubilay, beyanına şöyle devam etti:
“6-7-8 Ekim protestolarda yaşananların ortaya çıkartılması istenmiyor. Bu davanın hukuki zorunluluk olmadığı, politik tercihlerle açıldığını göstermek için daha ne yapılabilir. Davanın başında beri olayların maddi temellerini oluşturan hakikat aydınlatılmak istenmemiştir. Bu yönlü taleplerimiz reddedilmiştir.
Dava bilinçli olarak karanlıkta bırakılmıştır. Oysa bu dava büyük bir fırsata dönüştürülerek gerçek sorumlular yargı önüne çıkartılarak adalet sağlanabilirdi. Dönemin iç işleri bakanı Efkan Ala ‘Kontrol edemediğimiz güçler var’ demişti. Derin devlet güçlerinin varlığına işaret etmişti. Ala’nın bu tespitini açığa çıkartmak şiddet olaylarının arkasındaki hakikati aydınlatmak mümkün olabilirdi.
“Kara kutu açılmalı, sır perdesi aralanmalı”
İlk ölüm Erdoğan’ın ‘Kobani düştü düşecek’ sözleri sonrası yaşanmıştır. 7 Ekim’de saat 14.00’ten önce ölüm olayı yoktur. Kara kutu açılmalı sır perdesi aralanmalıdır. Bunun başlangıç adımı da dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala, Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile MİT Başkanı Hakan Fidan dinlenebilirdi. Deyim yerindeyse arı kovanına çomak sokmak istenmedi.
Kara kutunun açılması için HDP dokuz defa Meclis’e araştırma önergesi verdi ancak bu önergelerin tümü AKP-MHP tarafından reddedildi. Karanlık geçmişi ile yüzleşmeyen hiçbir toplum için geçmiş, geçmiş olmayacaktır. Güneş balçıkla ile sıvanmaz.
IŞİD gibi barbar bir çeteye karşı yapılan üç satırlık çağrı metin, ülkeyi bölme ve parçalama olarak gösteriliyor. Böylece olay ve olgular bilinçli olarak çarpıtılarak, mahkeme yanlış yönlendirilmek isteniyor. Üç satırlık demokratik bir çağrı, kriminalize ediliyor.
“IŞİD’e karşı durmak suç değildir”
Memleketi soyup soğana çevirenler, ülkeyi yağmalayanlar HDP’yi suçlayarak kendilerini temizleyemez. Benim başım diktir. Genelde kadınlar ve özelde ise kız kardeşlerim ve kızım karşısında başım diktir. IŞİD’e karşı durmak suç değildir. Bir barbarlık çetesine karşı sessiz kalmak, görmezden gelmek suçtur.
Şairin dediği gibi çocuklar uyurken susulur, ölürken değil. Dünyanın her yerinde böyledir. Çocuklar öldürülürken susulmazdı. Tam da bu nedenle IŞİD e karşı demokratik çağrı yapanları cezalandırmak, IŞİD’i ödüllendirmektir.
Üç yıllık yargılama sürecimde hakkımdaki iddiaları doğrulayacak tek bir delil gösterilememiştir. Çünkü ortada bir suç yoktur. Kriminalize edilen MYK çağrısı da hukuki bağlamda çökmüştür. ‘Tahrik var’ deniliyor delil yok. Azmettireme diyorlar delil yok. Üç yıldır olmayan bir şeyi oldurmak için uğraşılıyor.
“Savcı iddiasını kanıtlamakla mükelleftir”
Sayın başkan, iddia makamı iddiasını kanıtlamakla mükelleftir. Sanık suçsuz olduğunu delillendirmek zorunda değildir. Mahkûmiyet için fiilin ispatlanması gerekmektedir. Dosyada da görüldüğü gibi şahsıma ait olan tek eylem MYK çağrısıdır. Demokratik bir protesto çağrısıdır. Bunun dışında şahsıma ait hiçbir şey yoktur.
Aleyhimde herhangi bir müşteki, tanık ya da fail beyanı da yoktur. Hiçbir mahkeme kararında failler şahsımın kendilerini azmettirdiğini MYK çağrısında tahrik oldukları yönünde bir beyanda da bulunmamışlar. Ceza hukuku cezalandırma hukuku olmaktan çıkarılmalıdır. Bireylere güvence sağlayan hukuk olmalıdır.
Gerçekte de hukuka aykırı, hukuku ihlal eden bir durum söz konusu değildir. Tüm bunlarla birlikte hakkımdaki iddialar çağdaş ceza hukukunda yeri yoktur. İddialar suç oluşturmak için bir hayali senaryonun masa başı çabasından ibarettir.
“İddia makamı kendi iddialarını kendi çürütüyor”
İddia makamı bir taraftan olayların işaret fişeğinin HDP MYK çağrısı olduğunu söylerken, diğer tarafta bütün olayların sadece MYK çağrısı ile olmadığını söylüyor. Bir taraftan HDP’den atılan tweet ile olayların başladığını başta yer de sadece tweet ile olayların çıkmadığını belirtmiştir.
Bir taraftan çağrı şiddet çağrısıdır derken, diğer taraftan da HPD çağrısının doğrudan bir şiddet çağrısı olamayacağını belirtiyor. İddia makamı kendi iddialarını kendi çürütmektedir.
Hakkımdaki tüm iddiaları ve suçlamaları reddediyorum. Bu dosyada üç yıldır haksız olarak tutulduğum ve özgürlüğümden mahrum kaldığım bilinmektedir. Eğer Türkiye’de hala eylem suç hukuku geçerliyse adalet terazisinin gözleri bağlı ise faile değil fiile bakıyorsa; o zaman benim beraat edeceğime adım kadar eminim.
Bu gerekçelerle hakkımdaki suçlamaların her birinde beraatımı istiyorum. Tutuklu bulunduğum süre dikkate alarak tahliyemi istiyorum. Bugüne kadar beni yalnız bırakmayan aileme, avukatlarıma teşekkür ediyorum.”
Duruşma bugün devam edecek. (AS)