*Fotoğraf: Boğaziçi Direnişi
Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri, bugün (26 Temmuz) atanmış rektör vekili Prof. Dr. Naci İnci'nin akademisyen ve belgesel sinemacı Can Candan'ın işe iadesi talebiyle oturma eylemine başladı.
Güney Kampüs'teki direnişi gün gün "belgeleyen" meslektaşlarına desteği 16 Temmuz'dan bu yana sürdüren ve "büyüten" akademisyenler, oturma eylemlerini Candan işine dönene dek nöbetlerine dahil edeceklerini de açıkladı.
Söyleşimizin ilk bölümünde bu desteğin ardındaki "akademik deneyimi" konuştuğumuz Can Candan, bu kez Boğaziçi'nin yedi aydır verdiği mücadeleye ilişkin sorularımızı yanıtlıyor.
Kara bir sayfa
Naci İnci, görevinizi sonlandırmaya gerekçe olarak aslında sosyal medya paylaşımlarınızı gösteriyor ve bir soruşturmadan, başvuru yapmadığınızdan bahsediyor. Ne demek tüm bunlar?
Söz konusu soruşturma nasıl bir soruşturmaysa benim de bundan işten çıkarma yazısıyla haberim oldu. Yazıda 10 Temmuz'da Rektörlüğün oluruyla hakkımda "kişileri aşağılama ve küçük düşürme amacı güden ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde paylaşımlarla amirlerine ve üniversitemiz yöneticilerine hakarette bulunma" iddiasıyla bir soruşturma açıldığı yazıyor.
Eğer hakkımda bir soruşturma açıldıysa buna dair benim bilgilendirilmiş olmam gerekirdi ama bana henüz ulaşan herhangi bir bildirim yok bu yazıdan başka. Neyle ve hangi delillere dayanılarak suçlandığımı bilemiyorum.
Bir üniversitede "üst-alt", "amir-memur" ilişkisi olamaz. Bu sözler çok talihsiz. Şimdiye kadar yaptığımız gibi Boğaziçi Üniversitesi ilkelerine aykırı bir şekilde, bizlerin seçmediği kişilere ve icraatlarına karşı sözümüzü söylemek barışçıl protesto hakkı ve ifade özgürlüğü kapsamındadır.
"Amir ve yöneticilerine hakaret" iddialarının asılsız ve hukuksuz olduğunu düşünüyorum. Başvuru konusuna gelince, 14 yıldır Boğaziçi'nde çalışıyorum ve çalışmaya devam etmem için şimdiye kadar hiçbir idari birim ve yönetici benden bir başvuru talep etmedi.
Burada neden bahsettiklerini de henüz bilemiyorum. Bana gönderilen Naci İnci imzalı o yazının tarihî bir hukuksuzluk ve haksızlık belgesi, Boğaziçi Üniversitesi tarihinde kara bir sayfa olduğunu düşünüyorum.
Film üretmeye devam
Üniversitenin bizzat desteklediğini bildiğimiz projeniz Nükleer Alaturka'ya ilişkin çalışmalar nasıl etkilenecek durumdan?
Nükleer Alaturka, bağımsız bir belgesel film projesi. Diğer belgesellerimde olduğu gibi Boğaziçi Üniversitesi benim belgesellerimi üretmem konusunda şimdiye kadar bana hep destek oldu. Ekipman desteği, akademik gala desteği, basın ve tanıtım desteği sağladı.
Hangi gerçek üniversite istemez ki belgesel sinema alanında uzmanlaşmış bir hocasının belgesel film üretmesini ve filmleriyle ülke ve dünya çapında ses getirmesini?
Nükleer Alaturka'nın destekçileri arasından kurumlar, oluşumlar ve bireyler var. Şimdiye kadar bu projenin dünyanın dört bir köşesinden 500'den fazla destekçisi oldu.
*Nükleer Alaturka ekibi İğneada'da
Bu destekçilerin arasında Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri başta olmak üzere, diğer bileşenler de var. Çünkü onlar da bu film projesini sahipleniyor ve filmin seyircilerle buluşmasını istiyorlar.
Ayrıca Nükleer Alaturka ekibinde kurgucu olarak Boğaziçi'nde Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Film Çalışmaları Sertifika Programı'nda ders veren Özcan Vardar da yer alıyor. Eski Elektrik-Elektronik Bölümü akademisyenlerinden İlke Ercan bilimsel danışmanımız.
Ben belgesel filmlerimi geniş katılımlı, imece yöntemiyle kotarılmış kolektif işler olarak görüyorum. Nükleer Alaturka başından beri yaşanan olumsuzluklardan şu şekilde etkileniyor. Bu filme ayırabileceğim sürenin ciddi bir kısmı Çağlayan Adliyesi mesaisi 2016-2019), Boğaziçi Direnişi mesaisi (son yedi ay), şimdi de işten çıkarılmama dair hukuk mücadelesi gibi mücadelelere gidiyor.
Temel hak ve özgürlüklerimiz için günbegün mücadele etmek zorunda kalmadığımız bir ülkede ya da zamanda yaşıyor olmasaydım belgesel film üretimi konusunda çok daha üretken olabilirdim sanırım! Ne olursa olsun belgesel film üretmeye devam edeceğim tabii ki.
Güney Kampüs'te direniş güncesini tutmanız, gazetecilerin işini kolaylaştırıyordu, zira kampüse alınmıyorlar. Kampüse girişinizle ve nöbeti görüntülemenizle ilgili bir engelleme var mı şu an için?
*Boğaziçi akademisyenleri, 2 Temmuz'da Can Candan'a bir çiçek hediye etti. | |
İşe iadenizle ilgili ne yapmayı düşünüyorsunuz?
İşime son verilmesi ve bunun yapılış şeklinin tamamen haksız, hukuksuz, yok hükmünde olduğunu düşünüyorum. Avukatlarımızla birlikte tüm hukuksuzlukların ortaya çıkarılması, sorumluların yargı önünde hesap vermesi için elimden gelen tüm hukuki yolları sonuna kadar kullanacağım.
Bu süreçte birden fazla dava açılacağını öngörüyorum. Hem kamu zararı hem de bireysel zararlar artmadan işe iademin en kısa zamanda gerçekleşmesini umuyorum.
TIKLAYIN - Boğaziçi akademisyenleri oturma eylemine başladı
6 Ekim'de dersler başlıyor. Öğrencilerimin mağdur olmaması için o tarihe kadar gerekli hukuksal işlemlerin sonuçlanmasını ve derslerimle çalışmalarıma kesintisiz devam edebilmeyi ümit ediyorum.
Mehmed Özkan ile Naci İnci'nin farkı
Boğaziçi bileşenlerinin istifasını talep ettiği kişi bu kez bir "Boğaziçili". Naci İnci'nin kabul görme ihtimali ne kadar?
Bu sorunuzun cevabı, Boğaziçi Üniversitesi'nde verdiğimiz mücadeleyi biraz takip etmiş herkes için net değil mi aslında? Kendisinin şimdiye kadarki icraatı ve sözleri, yönetim anlayışı Boğaziçi Üniversitesi'nin yönetişim anlayışı ve değerleriyle bağdaşmıyor.
İnci'nin icraatı ve sözleri göz önüne alınınca, bizler Boğaziçi'nde olduğumuz sürece kabul görme ihtimali yok. Aslında bunu uzun yıllar bu kurumun bir parçası olan kendisi de biliyordur diye düşünüyorum.
Geçen aylar içinde bana ve diğer meslektaşlarımıza dair sarf ettiği sözler, yaptıkları, kendisine yapılsaydı Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri hep beraber kendisi için de ses çıkartırdı, bunu da biliyordur kendisi.
Naci İnci, Nükleer Alaturka projesinde birlikte çalıştığım, aynı zamanda yıllardır Boğaziçi'nde hocalık yapan Özcan Vardar'ın kampüse girişini bu dönem ders açmadığı bahanesiyle engellemeye çalıştı, bununla da yetinmeyip benim akademik özgürlüğümü doğrudan hedef aldı.
TIKLAYIN - Üç göreve atanan İnci, Erçin'in dersini onaylamadı
TIKLAYIN - "Bu saldırganlıkla bir üniversite yönetilemez"
TIKLAYIN - İnci tweeti gerekçe gösterdi, Erçin'in dersini yine engelledi
Gerekçe olarak da "Can Candan'ın bu gibi faaliyetlerde bulunma görevi yoktur; Özcan Vardar'ın Nükleer Alaturka web sayfasında da ismi geçmemektedir. Ayrıca ilgili web sayfasında, bahse konu hazırlanacak belgeselin içeriğinde siyasi bir partiyi hedef aldığı yönünde bir kanaat hasıl olmuştur. İlaveten kim tarafından finanse edildiği belli olmadığından talep tarafımızdan uygun bulunmamıştır" gibi cümleler yazmakta beis görmedi.
Bu cümleler de Boğaziçi Üniversitesi tarihine kara bir sayfa olarak eklendi maalesef. Bu cümleleri yazan kişinin daha sonra Feyzi Erçin'in önce yaz okulunda açılacak dersini, sonra da bundan sonra Boğaziçi'nde ders vermesini engellemesi ve beni işten çıkarma yoluna girmesi şaşırtıcı değil tabii.
158 yıllık bir eğitim kurumu ve 50 yıllık bir kamu üniversitesi olan Boğaziçi Üniversitesi'nin bir akademisyeninin kurumsal özerlik, akademik özgürlük ilkelerimizi, şeffaf, hesap verilebilir, demokratik işleyişlerimizi ve teamüllerimizi bu şekilde ayaklar altına alması, hem kurumumuza hem de kamuya verdiği zararlar gerçekten çok üzücü.
"Hasarlar artık daha görünür"
Eski rektör Mehmed Özkan bir "Boğaziçili" olarak kabul görmüştü. İki durum arasındaki farklar neler?
İki durum arasındaki en temelinde şu farklar olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar uygulamaları devam ediyor olsa da şu anda hukuken OHAL döneminde değiliz.
O karışık ve tekinsiz günlerde Mehmed Özkan bir şekilde akademisyenlerin çoğunluğu tarafından kabul görmeyi başarabilmiş, güvenoyu alabilmişti. Bunu da üniversitenin ilkelerine sahip çıkacağı sözüyle yapabilmişti.
Bu ilkelere ancak kısmî olarak sahip çıktı ve o dönemde çeşit türlü hasarlar verildi kurumumuza. BÜLGBTİ+ kulübünün adaylık süresi dolmasına rağmen asıl kulüp statüsüne geçirilmemesi; vahşice katledilen Hande Kader adına bir trans öğrenciye sağlanacak Hande Kader Bursu'nun iptal edilmesi; BÜLGBTİ+ kulüp etkinliklerinin hedef göstermeleri bahanesi ile iptal edilmeye çalışılması; barış imzacısı olması nedeniyle yabancı uyruklu Noemi Levy hocamızın sözleşmesinin yenilenmemesi; "Afrin lokumu" olayı sonrası öğrencilerimize uygulanan şiddete göz yumulması bunlara örnek olarak verilebilir.
Melih Bulu'nun atanması, hem Mehmed Özkan döneminde oluşan üzerimizdeki ölü toprağından kurtulmamız, verilen tavizlerin konuşulması, oluşan hasarların daha görünür olması, bir kez daha kendimize gelebilmemiz, özeleştiri yapabilmemiz hem de "Nasıl bir üniversite istiyoruz" konusunu tartışmamız için müthiş bir fırsat oldu.
Naci İnci'nin icraatı ise bizi Mehmed Özkan döneminin de gerisine götürme çabaları. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Boğaziçi Üniversitesi son yedi ay sayesinde kolektif bilinç ve akademik sorumluluk anlamında Mehmed Özkan döneminin çok ötesinde bir noktaya geldi.
Türkiye üniversiteleri için
"Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz" demeye devam edecek misiniz?
Biz 2 Ocak'ta üniversitemizin ilkeleri ve iradesi hiçe sayılarak "kayyım" olarak nitelendirilen biri tepeden atanınca "Kabul etmiyoruz, vazgeçmiyoruz" demeye başladık.
Senatomuzun 2012'de kabul ettiği ilkeler uygulanana kadar da devam edeceğiz. Nedir bu ilkeler? Birincisi, üniversitelerin herhangi bir kişi ya da kuruluşun etki ya da baskısına maruz kalmaması ve siyaset aracı olarak kullanılmaması, bilimsel ve toplumsal gelişim açısından vazgeçilmezliği.
İkincisi, özerklik için üniversitelerde karar alma yetkisinin demokratik yöntemlerle seçilmiş kurullarda ve akademik yöneticilerde olması. Rektör, dekan, enstitü müdürü, yüksekokul müdürü, bölüm başkanı gibi akademik yöneticilerin atamayla değil seçimle belirlenmesi.
Üçüncüsü, bilimsel özgürlük için özerk anayasal kurumlar olan üniversitelerin akademik programlarının ve araştırma politikalarının öğretim elemanlarınca ve/veya üniversite kurullarınca belirlenmesi.
Bu ilkelerimiz önce Melih Bulu'nun atanmasıyla ihlal edildi, şimdi de Naci İnci'nin icraatıyla ihlal ediliyor. Hem bireysel olarak beni hem de Boğaziçi akademisyenleri ve diğer bileşenleri olarak bizim bunu kabul etmemiz ve bu mücadeleden vazgeçmemiz mümkün değil.
Bu sadece Boğaziçi için değil, tüm Türkiye üniversiteleri ve herkesin eğitim hakkı için verilen bir mücadele.
Son olarak, siz nasıl bir "Türkiye akademisi" düşlüyorsunuz?
Öncelikle ülkede müthiş bir eğitim-öğretim seferberliğinin başlamasını, kamu kaynaklarının bu seferberliğe akıtılmasını ve Türkiye'deki tüm öğrencilerin dünya standartlarında eğitim haklarının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını hayal ediyorum.
Boğaziçi'nde savunduğumuz kurumsal özerklik, akademik özgürlük, şeffaf, demokratik kamu üniversitesi ilkelerimizin tüm üniversitelerde uygulanmasını hayal ediyorum.
Üniversitelerin özerkliği için bir 12 Eylül faşizmi artığı olan, intihalci birinin kurduğu, merkezi kontrol ve iktidar odağı Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) ortadan kalkmasını hayal ediyorum.
Bunların sonucunda da üniversitelerin seçimle belirlenmiş yöneticiler tarafından aşağıdan yukarıya yönetildiği, karar mekanizmalarına tüm bileşenlerin dahil olduğu, hak ederek akademisyen olmuşların öğrencilerle buluştuğu, ifade özgürlüğünün kısıtlamasız kullanılabildiği, herkesin kendini rahat ve huzurlu hissettiği, hiyerarşilerden mümkün olduğu kadar uzak ve eşitlikçi, cinsiyetçilik, homofobi, transfobi ve her türlü ayrımcılıktan arınmış, özgür ortamlar olmasını hayal ediyorum.
Bunlar olduğunda Türkiye akademisinin ne kadar müthiş bir yükselişe geçeceğini ve bunun müthiş toplumsal etkilerini hayal etmek beni çok heyecanlandırıyor.
(DŞ)