*Fotoğraf: Takuya Moriyama
Boğaziçi Üniversitesi'nin atanmış rektörü Melih Bulu'nun 15 Temmuz'da görevden alınmasından hemen sonra vekaleten rektörlük görevine atanan Prof. Dr. Naci İnci, Güney Kampüs'teki direnişi gün gün "belgeleyen" akademisyen ve belgesel sinemacı Can Candan'ın görevine 16 Temmuz'da son verdi.
Candan, aynı gün, İnci'den gelen yazıyı sosyal medya hesabında paylaştı. Gelen destek, onun, Boğaziçi Direnişi'nin simgeleşen akademisyenlerinden biri olduğunu da gösterdi.
Bu desteğin ardındaki "akademik birikimi" ve Boğaziçi'nin "özerk akademi" mücadelesini Can Candan'a sorduk.
Sizi bu söyleşiyle tanıyacaklar için anlatır mısınız, kimdir Can Candan?
26 senelik akademisyenliğim süresince kendimi hep bir öğrenci ve paylaşımcı olarak gördüm. Yükseköğrenim hayatıma 1987 yılında başladım.
Lisedeyken benden üst dönemdeki arkadaşlarımın ciddi burslar alarak yurtdışına okumaya gitmesi, "Onlar yapabiliyorsa ben de yapabilirim" dememe ve üniversiteyi Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) okuma hayalini kurmama neden olmuştu.
Yabancı öğrencilere burs veren birkaç üniversiteye başvurdum ve beni kabul edip beş senelik tam burs veren Hampshire College'da okumaya karar verdim. O sene üniversite sınavında Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü de kazanmıştım ama yurtdışı daha cazip gelmişti.
Hampshire College, Boston şehrinin iki saat batısında, 1970 yılında kurulmuş ve yeni bir üniversite modelinin hayata geçirildiği bir üniversitedeydi.
Öğrenciler sınav ve not gibi değerlendirmelere tabi tutulmadan, hocalarıyla yakın temas halinde kendi disiplinlerarası, hatta disiplinler ötesi akademik yollarını kendileri çiziyorlardı.
Türkiye'de 1980 sonrası Milli Eğitim tornasından geçmiş biri olarak bu okulda çok zorlandım ilk başta. Bir yandan da tam olarak ne okuyacağımı bilmiyordum.
Bir süre sonra ortaokuldan beri uğraştığım fotoğraf sanatına dair hocam Abraham Ravett'in dersleri beni cezbetti ve buradan da film dersleri almaya ve sinemayı keşfetmeye geçtim.
O sırada hocam Ernest Larsen'dan aldığım "siyasi kurmaca sinema" dersi hayatımda bir dönüm noktası oldu. Sonrasında bu arayış beni belgesel sinema ve hocam Sherry Millner'ın dersleriyle buluşturdu.
89'dan beri "öğrenci"
1989'dan bu yana kendimi bir belgesel sinema öğrencisi olarak görüyorum. Öğrenimim sırasında kuram ve uygulamanın birbirinden ayrılamaz bir bütün olduğunu gördüm, bunu yapan ve hem akademisyen hem de sanatçı olan hocalarımı örnek aldım.
Film yapmaya ilk olarak 1989'da başladım. İçinde yaşadığımız tarihsel gerçeğin temsilleri bana hep kurmaca sinemadan çok daha cazip geldi: Etrafımdaki gerçeklere film aracılığıyla bir nevi tepki vermek.
İlk filmim "Wen" isimli genç bir kadının atlarla olan çok özel ilişkisi üzerine 16mm, sessiz kısa bir portreydi. Aynı yıl, yani 1989'da, "Boycott Coke" isimli aktivist bir belgesel film yaptım iki sınıf arkadaşımla birlikte. Bu belgesel de o yıllarda ABD'de, Güney Afrika'daki ırkçı rejime baskı uygulamak için yürütülen bir tüketici boykotunu anlatıyordu ve New York'ta bir galeride düzenlenen "Joint Ventures (Ortak İşler)" sergisine dahil edildi.
Daha sonra Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçe tanıklık eden "Exodus/Göç" (1991) isimli bir belgesel yaptım ve öğrenci olarak ilk ödülümü bu belgeselle aldım.
Öğrencilik yıllarımda yaptığım bu kısa belgeseller gösterilmeye, yerel televizyonlarda yayınlanmaya, ödül almaya başladıkça ben de doğru yolda olduğumu düşünüyordum.
1989 yılında Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra bir ABD gazetesinin iç sayfalarından birinde çıkan küçük bir haber çok dikkatimi çekmişti. Haberin başlığı şuydu: "Berlin'deki Türkiyeliler artan ırkçılıktan endişe duyuyor"
İki amcam misafir işçi olarak zamanında Almanya'ya göçmüş olsa da benim Berlin'in tarihi, göç tarihi ve Almanya'da ırkçılık konusundaki bilgim çok azdı. Hemen araştırmaya, Almanca öğrenmeye başladım.
1991 yazında da Berlin'e ilk uzun metrajlı belgeselimi çekmek için gittim. Acaba Berlin'deki Türkiyeliler, Berlin Duvarı'nın açılmasından ve sonrasında da iki Almanya'nın birleşmesinden nasıl etkilenmişlerdi? Tüm bu tarihsel değişikliklerin ortasında otuz yıldır bir göçmenlik deneyimi yaşayan insanlar acaba neler düşünüyor, neler hissediyorlardı?
1991 sonbaharında üniversiteme döndüğümde elimde 40 küsur saatlik çekim vardı ama ben bunlarla nasıl bir belgesel oluşturacağımı henüz bilemiyordum. Bu arada beş senelik bursum sona eriyordu ve hocalarım da "Sen kredilerini tamamladın, bizim senden beklentilerimizi fazlasını karşıladın, haydi artık seni mezun ediyoruz" dediler.
Akademiye bir yıl ara verip çalıştıktan sonra geri dönmeye ve öğrenimime yine ABD'de Temple Üniversitesi'nde devam etmeye karar verdim. Temple'ın film okulundan iki senelik, sadece doktora ve sanatta yeterlik öğrencilerine verilen, İngilizce'de "fellowship" adı verilen bir burs aldım.
Bu bursun özelliği sizden ücret almadıkları gibi akademik çalışmalarınıza geçim derdi olmadan devam edebilmeniz için karşılıksız bir maaş vermeleriydi. Burada üzerimde çok emeği olan Warren Bass, Jeff Rush, Julie Gustafson, Michelle Parkerson, Eran Preis gibi hocalar ve şu anda dünyanın birçok yerinde akademisyenlik ve yönetmenlik yapan muhteşem sınıf arkadaşlarımla çalışma fırsatım oldu.
Temple'da altı sene süren öğrenciliğim sırasında derslerimin ve diğer çalışmalarımın yanı sıra Berlin'de çektiğim malzemelerden yavaş yavaş ilk uzun metraj belgeselimi kurguladım.
Bu belgesel aynı zamanda benim Türkiye'de "sanatta yeterlik'"olarak bilinen nihai güzel sanatlar diplomamı alırken tez filmim oldu. Bir yandan da yarı zamanlı olarak Temple Üniversitesi'nin öğretim kadrosuna dahil oldum ve film dersleri verdim.
1999'da Temple Üniversitesi'nden film ve medya sanatları alanında alınabilecek en yüksek diplomayı alarak mezun oldum. Artık ABD'de yardımcı doçent olarak çalışmaya başlayabilecek, filmlerimi de yapmaya devam edebilecektim.
| |
Neden Türkiye'ye dönmeye karar verdiniz ve sonrasında neler yaşadınız?
Mezun olduktan sonra "Bu kadar yıl sonra Türkiye'ye dönsem nasıl olur" diyerek Türkiye'de nerede ders verebilirim konusunu araştırmaya başladım. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Sinema ve Televizyon Bölümü'ne dair olumlu şeyler duyuyordum ve oraya başvurdum.
Gelen davet üzerine Eylül 2000'de, 13 sene önce 18 yaşında bir genç olarak ayrıldığım doğduğum şehre, İstanbul'a bu sefer akademisyen-belgesel sinemacı olarak döndüm. O kadar heyecanlıydım ki uçak piste indiği andan itibaren bir nevi hiç durmadan koşmaya başladım ve bir gün olsun geriye bakmadım gibi hatırlıyorum o zamanları.
2000 yılında "Duvarlar-Mauern-Walls"un Türkiye'deki ve başta Almanya olmak üzere, yurtdışındaki gösterimleri başlamıştı. İlk Boğaziçi Üniversitesi gösterimi de o dönemde oldu ve gösterim sonrası yapılan söyleşi 2001 Mithat Alam Film Merkezi söyleşileri kitabında yayımlandı.
Bir yandan bu gösterimlere katılmak, bir yandan da Bilgi'de derslerimi vermek çok tatmin edici bir deneyimdi. Bu arada bölüm başkanımızın görevinden alınması bölümün idare edilmesi konusunda bir boşluk yaratmıştı. Ben de her geçen gün kendimi bölümün idari işlerinde daha fazla sorumluluk alırken buldum ve bu da 2005 yılına kadar devam edecek bir bölüm başkanlığı deneyimine evrildi.
Bu dönemde bölümdeki akademisyen ve asistan arkadaşlarla birlikte çok iyi bir ekip oluşturduk ve her geçen gün daha da kaliteli, dünya standartlarında lisans ve yüksek lisans programları oluşturduk. O dönemde Yeditepe Üniversitesi'nde de bir dönem görsel antropoloji dersi verdim.
2003'te Bilgi Üniversitesi'nde Psikoloji Bölümü'nden akademisyen arkadaşım Serdar Değirmencioğlu ile Öğrenci Seçme Sınavı'na (ÖSS) dair bir belgesel film çekmeye başladık.
İstanbul'da farklı türde liselere devam eden altı lise son sınıf öğrencisinin üniversitede okuyabilme hakkı için içinden geçtikleri o zorlu sürece tanıklık ettik.
Bu arada Bilgi Üniversitesi yönetiminin müfredata ve öğretim elemanlarına dair çeşit türlü dayatmalarına göğüs germeye ve akademik özgürlüğü ve bölümün iradesini korumaya çaba gösteriyorduk.
Buradaki mücadele yüksek uluslararası akademik standartta, kuram ve uygulamanın iç içe olduğu bir yaklaşımla piyasada görünürlüğü yüksek olan meslek yüksek okulundan hallice bir mesleki eğitim anlayışı arasındaydı.
Karşı çıktı, tasfiye edildi
Bu süreçte 2004 güz döneminin sonunda yaptığımız bölüm toplantısında o dönem bölümümüzde yarı zamanlı olarak çalışan birinin, bölümümüzün üç kadın asistanına karşı sözlü ve fiziksel cinsel tacizde bulunduğu için bir daha bölümümüzde ders vermemesi kararı alındı ve bu karar gereğinin yapılması talebiyle dekanlığa bildirildi.
Bu konuda gereği yapılmadığı, yani bir soruşturma açılmadığı gibi, aynı zamanda da bu taciz vakasının da üzeri kapatılmaya çalışıldı, suçlu da tacizi bildiren ben oldum. Bunun sonucunda derhal bölüm başkanlığından istifa ettim. Sonraki süreçte ise bölümden üç akademisyen arkadaşla birlikte sözleşmelerimiz yenilenmedi ve 2005 yazında işimize son verildi. Sonrasında Bilgi'de neler olduğunu ve geldiği yeri hepimiz gördük.
Akademiden uzakta kalmamak için 2005 sonbaharında Sabancı Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi'ne başvurdum. Sabancı Üniversitesi'nden gelen bir teklif üzerine, Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı'nda belgesel sinema ve deneysel sinema dersleri verdim.
Sabancı deneyimi üç sene yarı zamanlı, bir sene tam zamanlı misafir öğretim görevlisi olarak toplam dört sene sürdü. Burada derslerimi alan birçok öğrenci sanatçıdan ve orada yürüttüğüm tezlerden çok şey öğrendim. Yalnız orada da kararların yukarıdan aşağı alınması beni oldukça rahatsız etmişti.
Boğaziçi Üniversitesi'nde çalışmaya nasıl başladınız?
2007 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nden gelen davet üzerine tam zamanlı öğretim görevlisi olarak orada çalışmaya başladım. Bir yandan da Sabancı'daki derslerime iki sene kadar devam ettim. Boğaziçi'nde o zamanki rektörümüz Ayşe Soysal ile ilk görüşmem benim için çok anlamlıydı.
Bu görüşmede bir rektör bir akademisyene şunları söyledi: "Benim görevim sizin yapmak istediklerinizi gerçekleştirmeniz için yardımcı olmaktır."
Ben de kendi kendime "Evet, gerçek bir üniversiteye geldim" diye düşünmüştüm. Boğaziçi'nde 14 sene boyunca aralıksız olarak Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü bünyesindeki Film Çalışmaları Sertifika Programı'nda belgesel sinema kuramları, tarihi, deneysel sinema, Türkiye'de belgesel sinema, film üretimi, film çalışmaları araştırma projeleri gibi konularda dersler verdim, çok sayıda öğrenci ile çalışma fırsatım oldu.
Rektörlükten filmlere destek
Boğaziçi'ne gelir gelmez derslerimin dışında ilk işim Mithat Alam Film Merkezi ve Boğaziçi Üniversitesi desteğiyle ikinci uzun metraj belgeselimi bitirmek oldu. 2008 yılında "3 Saat: Bir ÖSS belgeseli"nin akademik galasını Boğaziçi Üniversitesi'nde rektörlüğümüzün desteğiyle yaptık.
2007 yılında belgesel sinema alanında bir grup meslektaşımla "docİstanbul – Belgesel Araştırmaları Merkezi" isimli bir oluşumu hayata geçirdik. 2007-2012 arasında Altyazı aylık sinema dergisinde belgesel sinema içerikli docİstanbul sayfalarını yayımladık. Boğaziçi Üniversitesi'nde ve Mithat Alam Film Merkezi'nde özel gösterimler, paneller düzenledik.
2008 !f İstanbul Bağımsız Film Festivali çerçevesinde iki günlük uluslararası "Aktivist Video, Yurttaş Haberciliği" atölyesini hayata geçirdik. Mayıs 2009'da İstanbul Modern Sinema'da düzenlenen "Birinci Şahıs Filmleri" başlıklı uluslararası bir sempozyuma ve sonra da 2010 yazında belgesel sinema çalışmaları alanında dünyanın en saygın kongresi olan Visible Evidence belgesel sinema çalışmaları kongresine Boğaziçi'nde ev sahipliği yaptık.
2011-2012 arasında İMC Televizyonu'nda Belgesel Sinema Kuşağı'nı ve Belgesel Sohbetleri Programı'nı hazırladım ve sundum. Bir yandan da üçüncü uzun metraj belgesel filmim "Benim Çocuğum"u 2013 yılında bitirdim ve onun da akademik galasını rektörlüğümüzün desteğiyle tabii ki yine Boğaziçi'nde yaptık.
Benim Çocuğum'dan Nükleer Alaturka'yaÇocukları lezbiyen, gey, biseksüel, trans olan bir grup anne ve babanın, çocuklarını oldukları gibi kabul etmeyi nasıl öğrendiklerine, nasıl hak savunucuları olduklarına tanıklık eden "Benim Çocuğum" şimdiye kadar Türkiye'de en çok izlenen ve ses getiren belgeselim oldu. 2016 yılında da Suncem Koçer ile birlikte derlediğimiz "Kurdish Documentary Cinema in Turkey" (Türkiye'de Kürt Belgesel Sineması) kitabımız İngiltere'de bir yayınevi tarafından yayımlandı. Şu anda devam eden iki kitap projem ve iki de belgesel film projem var. Bir süredir yine Suncem Koçer ile ikinci İngilizce derleme kitabımız "Documentary Cultures of Turkey' (Türkiye'nin Belgesel Kültürleri) üzerinde çalışıyoruz. Daha yakın dönemde de eskiden Boğaziçi'nde belgesel sinema derslerimde öğrencim olan ve şimdi de antropoloji doktoralı bir akademisyen olan Sonay Ban ile Türkçe olarak hazırladığımız "Türkiye'de Belgesel Sinema" kitabı üzerinde çalışıyoruz. Devam eden belgesel film projelerim de "Çatalhöyük Belgesel Projesi" ve nükleer eşikteki Türkiye'nin nükleer tarihine dair "Nükleer Alaturka". | |
Üniversiteler farklı özellikleriyle anılır. Boğaziçi Üniversitesi cinsiyet eşitliği konusundaki çalışmalarıyla, yaklaşımıyla ve öğrencilerinin bu alandaki direnişiyle de "ünlüdür" biraz. BÜKAK, CİTÖK, BÜLGBTİ+ ile sizi kesiştiren ne oldu?
Bilgi'de yaşadığım o nahoş cinsel tacize karşı sorumluluk alınmaması deneyiminden sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde sürmekte olan cinsel tacizi önleme çalışmalarına dahil oldum.
Kadın Araştırmaları Kulübü (BÜKAK) ile birlikte o zamanki seçilmiş rektörümüz Gülay Barbarosoğlu'nun da desteğiyle 2012'de Boğaziçi Üniversitesi Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu'nu (CİTÖK) kurduk.
2019'a kadar bu komisyonda aktif olarak çalıştım, bir süre de başkanlığını yürüttüm. Bu komisyonun çalışmaları Türkiye'deki diğer üniversitelere örnek oldu, benzer çalışmalara ilham verdi. Yine Barbarosoğlu'nun döneminde yeni sinema salonumuz SineBU'nun tasarım ve inşaat süreçlerinde Boğaziçi Üniversitesi Sinema Kulübü'nden (BÜSK) öğrenci arkadaşlarla birlikte aktif olarak yer aldım.
Mehmed Özkan döneminde de resmi olarak Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Araştırmaları Kulübü (BÜLGBTİ+) akademik danışmanlığını görevini üstlendim.
Bir akademisyen, Boğaziçi'nde çalışabilmek için hangi süreçlerden geçiyor?
Seçimle o görevlere gelmiş akademisyenlerden oluşan üniversite kurullarından onay almanız gerekir. Başvurunuzun ve derslerinizin önce ders vereceğiniz bölümün bölüm kurulundan, sonra ilgili fakülte kurulundan geçmesi gerekir.
Fakülte kurulu tarafından onaylandıktan sonra Üniversite Yönetim Kurulu (ÜYK) ve Rektörlük sizin başvurunuza dair idari işlemleri tamamlar. Benim durumumda da bu olmuştu.
Bir dönemde kaç ders vereceğiniz, haftada kaç saat ders vereceğiniz, hangi dersleri vereceğiniz, kadronuzun süresinin gerekirse uzatılması gibi kararlar bölüm ve fakülte kurullarının kararları olup gerekli işlemleri yapmak da yönetim kadrosundan olanların sorumluluğudur.
Bir akademisyen olarak sizden beklenen ise hem derslerinizde hem araştırma, kültürel ve sanatsal projelerinizde mükemmellik; öğrencilerinize yol gösterici, ufuk açıcı olmanız ve üniversitenin gelişmesine ve yönetilmesine kurullar, komisyonlar ve projeler aracılığıyla katkı sunmanızdır.
Tabii tüm bunları da kurumsal özerklik, akademik özgürlük, şeffaflık, hesap verilebilirlik gibi ilkelere sadık kalarak ve etik kurallara uygun bir şekilde gerçekleştirmeniz beklenir.
YARIN DEVAM EDECEK.
(DŞ)