Engin Geçtan'ın "Seyyar" kitabında söylediği gibi kitapların içerisinde geçen bir hayat var, bir de dışındakiler. Hepimiz kurgu kahramanlarıyız... Bu haftanın kurgu kahramanı Eylem Asrav Akınhay. Geçen yıl 96 kitap okuduğunu söylüyor. Yüzümde bir gülümseme oluşuyor. Onların hikayesi 2017 yılında başlıyor. Onun deyişiyle tüm kartvizitlerini yırtarak gelmiş İngiltere'ye.
Buraya ilk gelen göçmenlerin, son dönemde gelenler üzerinde yarattığı sömürüyü anlatırken öfkeliydi. Buradaki lokantaların, cafelerin yanlarında çalışan Türkiyeli toplumundan birinin emeğini nasıl ucuzlaştırdığından bahsediyordu.
Bu sadece bize has değildi elbet. Bir Afrikalı, Pakistanlı, Bulgar, Romanyalı, Özbek, Türkmen, Afgan... Bu toplumlardan gelenlerin yeni gelenin üzerinde yaptığı sömürünün hikayesiydi aynı zamanda.. Ben mücadele etmiştim, hakkımı yemişlerdi, yeni gelen de ezilmeliydi.
Bu röportajda içime gözyaşları çokca doldu, çünkü kızını anlatırken bir umut, babasını anlatırken ise bir hüzün vardı gözlerinde. Babasının hayattan gidişi onun için Türkiye'ye dönüş yolunu da kapatmış aslında. Ve hikâyesini dinlemeye başlıyorum.
Önce biraz seni tanıyalım? Kendinden bahseder misin?
İsmim Eylem Asrav Akınhay. 2017 yılından beri İngiltere'de yaşıyoruz. Bunun ilk 4 yılı Brighton'da geçti. 1 yıldır, Londra'da yaşıyoruz. Avukatım. Eşim ve kızımla birlikte yaşıyoruz. Nisan ayından beri İngiliz hukuk bürosunda çalışıyorum. Bu yeni başlangıç beni çok mutlu ediyor. Mesleğimle ilgili bir şeyler yapıyorum.
Ne zaman geldin? Bu hikaye nasıl ve neden başladı?
2017 Mayıs ayında geldik. Buraya gelmeden önce Cihangir'den Zekeriyaköy'e taşınmıştık. O sene Türkiye çok gergin geçti. Reina patlamaları, Alman konsolosluğu önündeki patlama. Kızımın piyano kursu Taksim'deydi. Konsolosluk haber vermişti, kursu iptal etmiştik. İptal etmesek oradan geçmiş olacaktı. Bodrum'a taşınmayı düşündük. Sonra bir anda fikrimizi değiştirdik.
Biletleri yakıp Brighton'a geldik. Önceden de geldiğimiz bir yerdi İngiltere. Bir bakalım yaşamak için nasıl olur diye düşündük. Kararımızı vererek İstanbul'a döndük. Sonra yerleşim için Brighton'a geldik. Kızımız okula başladı. Ben İngilizce kursuna başladım. Bir süre sonra döneriz, kızımız burada kalır diye düşündük ancak babamın hayattan gidişiyle de o ihtimal kalmadı. O yönde olan özlemim de gidince buraya daha ait oldum.
Kızım, National Theatre'da ilk oyununu sergiledi ve o gün eşimle birbirimize bakıp değdi, dedik.
Dönmek senin için ne ifade ediyor?
Aile bağlarım kalmadığı için o kanat da tamamen kapandı. Hiç dönmeyi düşünmüyorum. Arkadaşlar konusunda da şunu fark ettik, eşimle. Milan Kundera'nın "Bilmemek" diye bir romanı var. Karakter siyasi nedenlerden uzun yıllar Paris'te yaşıyor. Sonra Çekoslovakya'ya gittiğinde Paris'ten en güzel şarapları onlara götürüyor. Ama arkadaşları beraber oturduklarında şarapları bir kenara bırakıp konuşmaya devam ediyorlar. Kimse onun orada ne yaşadığını merak etmiyor. Ben de arkadaşlarımı çok özleyerek gidiyorum ama orada da devam eden bir hayat var. Kimsenin senin ne yaşadığın neleri özlediğin ana konusu değil. İlişkilerde de aynı bağ kalmıyor. Kötüleşmese de aynı kalmıyor. Burada başka bir hayat var orada başka.
Peki, özlemi nasıl tanımlayabilirsin?
Özlem şöyle, içime bazen bir bıçak saplanıyor. En çok babamı özlüyorum. Onun dışında meyhaneleri özlüyorum. Egeliyim. Ot yemeden doyamam. Burada olmadığı için nehir kenarından arapsaçı bulduğum otları temiz, kir ayırt etmeden yiyorum. İnsan rüyasında deniz börülcesi, ekşileme görür mü, ben görüyorum. Özlem insanın canını yakan bir şey. Bazen rüyalarımda ağlayarak uyanmaya başlıyorum. Hangi evimdeyim neredeyim diye, ama buradayım.
Arada kalma durumlarında kültürel olarak arada kaldığınız durumlar oldu mu?
Kızım çok kolay adapte oldu. Ben buraya gelirken tüm kartvizitlerimi yırtarak geldim. Yaptığım işle gelmedim. Bu işin önemliliğiyle ilgili değil, ama belirli bir eğitim almışsınız, mahkemede cübbe giyiyorsunuz. Bir sözünüz var. Bunlar önemli şeylermiş insanın hayatında. Buraya geldiğimde her şeyi yok sayıp en alttan yapabileceğimi düşündüğüm en basit işten başlamayı düşündüm. Brighton'da birçok Türkiyelinin cafesine başvurdum. Yapabileceğim en basit işten başlamak istedim. Bulaşıkçılık için başvurdum. Bulaşık sektöründe deneyimin var mı? Bulaşık makinesi kullanıyor musun? Garsonluk yapmak için başvurdum, garsonluk deneyimin var mı? gibi birçok işi vermemek için yokuşa sürdüler. Kahve makinesi nasıl kullanacaksın? Üniversite diploman var diye bunu kullanabilir misin? gibi cümlelere maruz kaldım. Hep o zamanlar kızıma dönüp baktım sonra Twitter'a baktım sonra oh iyi ki buradayım dedim.
Türkiye'ye olan bakış açın değişti mi? Ne gibi farklılıklar görüyorsun?
Gittikçe uzaklaşıyor zihnim Türkiye'den. Umutlu bir şey göremiyorum. Her geçen gün hayat pahalılığı burada da var. İçimden bir ah çektiğimde yine de iyi ki buradayım, diyorum. Rüyalarıma giriyor dönüşüm. Arabam var, Ege kasabasına gitmişim ama çok mutsuzum. Burada ölmek istiyorum. Yine de her şeye değer diyorum.
(RYÇ)