Fotoğraf: Berkay Uygunoğlu
Bahar Yavuz, 24 yaşında bir görme engelli. Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümünü kazanıp Antalya’dan İstanbul’a geldiğinde beyaz baston kullanmasını bile bilmiyordu. Ama şimdi bağımsız bir birey olarak hayatını sürdürüyor.
Bahar Yavuz’la “Erişiyorsam Varım!” sergisi için tanıştım. Sekiz engelli portresinden biri olacaktı. Serginin formatı gereği Yavuz’u 500 karakterle anlatmıştım.
Ama aslında uzun bir söyleşi yapmıştık. Üzerinden bir kez daha geçtik. Anlattıkları bende kalmasın istedim.
Söz Bahar Yavuz’da.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben doğuştan görme engelliyim, ailede başka kimsede engel yok. Üniversiteye kadar Antalya’da yaşadım. Çocukluğum yalnız geçti. Çünkü diğer çocuklardan farklı oluşumdan ötürü sebeplerim vardı.
Hangi okullarda okudunuz?
İlk üç sene özel eğitim sınıfındaydım daha sonra kaynaştırılmış eğitime başladık. Diğerleriyle aynı müfredattı.
Diğer öğrencilerle kaynaşabiliyor muydunuz?
Karşılaşıyorduk ama kaynaşabiliyor muyduk orası soru işareti. Sınıfa girdiğim zaman biriyle diyalog kurmak istediğimde cevap hep şu olur: ‘Senin arkadaşın bak orada’. Diğer görme engelliyi gösterirlerdi bana.
Evimiz uzaktı okula. Annem bütün gün okulda beklerdi. Diğer görme engelli annelerin velileri de hep oradalardı. Annem herkese çikolata alırdı, diğer çocuklarla kaynaşabilelim diye.
Neden?
Çünkü “körler geliyor” diye kaçardı çocuklar bizden. Kaynaştırma eğitime karar verilmiş ama öncesinde çocuklara “bakın böyle böyle arkadaşlarınız var, onlarla böyle iletişim kuracaksınız” diye öğretmiyorlardı. Öğretmenler de bilmiyordu. Biz sınıfa gittiğimizde öğretmenler “ben bununla ne yapacağım” diye düşünüyordu. Bir alt yapı yok. Sınav okuyucusu bulmak sıkıntıydı. O zamanlar bana verilenle yetinmek zorundayım. Fazlasını istemek utandırıyordu beni. Bunun hakkım olduğunu bilmiyordum.
Arkadaşlık kurmak çok mu zordu o zaman?
O zamanlar samimi arkadaşlarım, körler arasındandı. Bir de şöyle bir sorun vardı. Ben başarılı bir öğrenciydim. Sürekli öğretmenler ve veliler “bak o görmediği halde yapıyor sen niye yapamıyorsun” diye öğrencilere kızarmış. Doğal olarak bana karşı bir önyargı gelişiyordu. Kimileri arkadaşlık kurarken bilgilerini kullanabilirdi ama benimki ayağıma dolanan bir şey oldu.
Boğaziçi’ni kazandınız. Sizi korkuttu mu hiç İstanbul’a gelmek?
Psikoloji bölümü bana çok çekici gelmeye başladı. Belki de içimdeki yalnızlığı insanları tanıyarak bertaraf edebilirdim diye düşünüyordum. Boğaziçi’ni kazandım. Bu ailemi memnun etmedi. Onlar memur olmamı istiyordu.
Açıkçası insanlar korktukça ben heyecanlanıyordum. Herkesin endişelendiği şeyleri yapmak o ara bana çok heyecan veriyordu. Mesela yalnız yaşamak, mesela hiç bilmediğim bir şehre gitmek. Ben baston dahi kullanmayı bilmiyordum. Kendi başıma sokağa çıkmamıştım hiç.
Her yere annem, babam, ya da ağabeyimle gidip geliyordum. Hatta okulda baston elimde süs diye duruyordu. "Kızım kullanacaksan doğru dürüst kullan" diyorlardı, ben hiç ciddiye almıyordum.
Sonra İstanbul’a geldim. Yön duygusu falan yok. Üniversitede çok basit iki bina var. Babamla gidip gidip geliyoruz. O kadar az mesafeli yerleri öğrenemiyorum. Salak gibi hissediyorum kendimi. Babam gitti, bir baktım ki öğrenmişim.
Babam giderken birilerine emanet etti tabii beni. Sürekli kontrol ediliyorum. Alışmak çok zor oldu onlar için. Benim içinse bayağı rahat. Sınırsız özgürlük gibi bir şey.
Beyaz baston hayatınıza ne katıyor?
Baston bir kör için birey olmaktır, bir birey olarak kendine ait bir alan yaratabilmektir, özgürlüğünün ilanı, yani bağımsızlığın bir temsilidir. Kendi başıma bir işimi hallettiğim ilk gün kendimi öyle mutlu hissetmiştim ki, her tek başıma çıktığım yolculukla özgüvenimin yükselişini takip etmek çok eğlenceliydi. Tıpkı bir yapbozu çözer gibiydim, ben olma, birey olma, Bahar olma yapbozunu...
Kör bir birey olarak gerek akademik gerek sosyal hayatta istediğiniz kadar aktif ve üretken olabilirsiniz, fakat eğer bu bağımsız hareketle taçlanmadıkça tamamlanmış sayılmazsınız. Bu kimisi için rehber köpektir, kimisi içinse baston. Benim için işime, okuluma bastonla gidebilmek, sunumlarımı bastonla yapmak, hatta fotoğraflarda bile elimde bastonla çıkmak hayati bir gereklilik.
Üniversite başka ne kattı size?
Bizim üniversitenin engelli bölümü Türkiye’nin en iyi çalışan engelli birimlerinden biri. Burada farklı olduğum için bazı şeyleri talep edebileceğimi öğrendim. Hocalar görsel ağırlıklı anlattığında bunu söyleyebilirdim, ek süre gibi bir hakkım vardı. Ek materyal talep edebilirdim.
En çok kendinizi nasıl engellenmiş hissediyorsunuz?
Sokakta. En çok engellenmiş hissettiğim yer burası. Çünkü ilk adımı atar atmaz birileri beni paket gibi taşınacak bir şey olarak algıladıklarında, benim her şeyim sekteye uğruyor. İnsanlar sokakta bana izin almadan dokunuyor, tutuyor, çekiştiriyor.
Ben merdivene gidiyorum, biri “yanlış yere gidiyorsunuz hanımefendi asansöre gideceksiniz” falan diyor. Zorla asansöre bindirilmek nasıl bir duygu sizce?
Bazı erkekler gelip belimden sarılıyor. Dönüp “ne yaptığınızı farkında mısınız” dediğimde, “sen benim bacımsın sana yardım etmeye çalışıyorum” diyor. Neden? Biz cinsiyetsiz miyiz? Bazıları bunu iyi bir fırsat olarak kullanıyor. Bizi taciz ettiklerinde hiçbir şey söylemiyoruz. Herhangi bir kadın bunu dediğinde tepki uyandırır. Ama engelli bir kadınsan o zaman iş değişiyor. Neden çünkü yardım ediyor.
Düzenlemeler bize göre yapılmıyor. Evimden çıktım, yolda araba park etmiş, birileri beni çekiştirerek öbür taraftan götürmeye çalışıyor. Otobüs durağına gidiyorum, otobüs sormak zorundayım, çünkü anons sistemi yok.
Ya da insanlar ben istemeden bana soruyor “nereye gideceksin, kime gideceksin” diye. Sen kimsin? Ben size soruyor muyum nereye gideceksin diye?
Ben iş başvurusu yapmaya gidiyorum, ama başvuru yapmak için gittiğim mekana birisi tarafından ittirilerek ya da sarılarak, “a ben bunu yolda gördüm yolunu kaybetmişti, buraya getirdim” diyen bir insan tarafından götürülüyorum.
Bir kere orada bağımsızlık fikri, birey fikri yok. Yardım edilmiş bir zavallı, “yolunu bile bulamıyor”. Muhtaçlık hissini karşısındaki insanda uyandırdığını düşününce, senin oradaki en büyük yerin bu oluyor. Onlar sana zaten formalite icabı bir şeyler soruyor ve bir daha da aramıyor.
Mesela sokakta “Senin sahibin yok mu” dediler. Bu gibi şeyler çok oluyor. Engelli kadın olmak böyle bir şey. İki kat dezavantajlısın. Engellilikten dolayı dezavantajlısın, kadınlıkla da birleşince dezavantajları bertaraf etmenin yolları da kapanmaya başlıyor.
Engelli bir kadınsanız sevdiğiniz kişinin de bir engeli yoksa sonu mutlaka bir ayrımcılığa çıkan farklı senaryolar oluşuyor: Sizi korunacak bir varlık olarak alıp, sevgiliniz ya da eşiniz olmaktan ziyade korumanız ya da bakıcınızmış gibi davranıyor, ilişkinizin karşılıklı zenginleştirip güzelleştirme boyutu bir alışveriş, arz talep boyutuna indirgeniyor.
Sivil toplum dernekleri engelli kadın meselesinde yeterli mi?
Dışarıda bir sürü engelli var ama engelli dernekleri “yardım edelim” üzerine çalışıyor. Para verelim onlara, iyi kötü işleri olsun, yardım edin karşıdan karşıya geçerken, yeter zaten fazlasına ihtiyaçları yok diye bir düşünce var.
Kadın hareketini engelli hareketinin içine yedirmek gerekiyor. Çifte bir dezavataj olduğu için daha örgütlü bir duruşa ihtiyaç var. Çünkü eğitim ve istihdam oranlarına baktığımızda engelli kadınlar engelli erkeklere göre de daha dezavantajlı. Bütün kadınların kendine özgüvenini getirecek çalışmalar yapmak gerekiyor. Engelli Kadın Derneği bunu yapmaya çalışıyor.
Mezun olunca ne yapmak istiyorsunuz?
ODTÜ'ye bir yıllığına değişim öğrencisi olarak geldim. Bu sene mezun oluyorum. Psikoloji alanında engellilik ve travma çalışmak istiyorum. Özelikle de sonradan engelli olan bireylerde ciddi bir kimlik sorgulaması oluyor, engelini kabul edip onu da bir parçası olarak kabul etmek, sonradan hayatını baştan düzenlemek, baştan yaşam pratiği stratejisi üretmek biraz travmatik oluyor.
Hele ki savaş, ciddi bir kaza sonucu, son zamanlarda yaşadığımız gibi patlamalarda filan böyle bir kimlik revizyonu söz konusu oluyorsa, en önemlisi de etrafta pozitif destek sağlayan pek kimse yoksa...
Bu nedenle amacım aslında onların engelliliği ilk deneyimleyişlerindeki duygu durumlarını anlamak, stratejileri var mı, çözüm yolu olarak neyi görüyorlar bunu tespit etmek. Uzun vadede engellilik kabulü ve sosyal hayata entegrasyon için bir program geliştirmek istiyorum, belki doktorada. (NV)
*"Erişiyorsam Varım!’" Sergisi'nde BM Engelli Hakları Komitesi Üyesi Şafak Pavey'in de aralarında bulunduğu farklı yaş ve engel grubundan Türkiye'den sekiz, İsveç'ten 14 bireysel yaşam hikayesine yer veriliyor. İstanbul İsveç Başkonsolosluğu, Swedish Institute (SI), Ruh Sağlığında İnsan Hakları Girişimi (RUSİHAK) ve Engelli Kadın Derneği (ENGKAD) işbirliği ile düzenlendi.