Uğur Karabıyık ve Mustafa Musa Beydoğan 30’una basmamış hayat dolu mesleğine aşık iki öğretmen.
İkisi de görme engelli, ikisi de dört yıllık öğretmen.
Karabıyık Çanakkale’de ilköğretim okulunda müzik öğretmeni. Viyola, piyano, darbuka, gitar, bateri çalıyor. Beydoğan ise Ankara’da kız lisesinde edebiyat öğretmeni, yüksek lisansını da bitirdi; doktoraya başlayacak.
İkisini de sizinle tanıştırma amacım geçtiğimiz günlerde Mert Karagüzel’in 19 Mayıs Üniversitesi müzik öğretmenliği bölümüne görme engelli olduğu için alınmaması.
Her ne kadar Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “engellilerden bal gibi öğretmen olur” sözleri hala kulaklarda çınlasa da eski MEB Bakanı Ömer Dinçer’in de “Öğretmenlik bedensel engeli bulunanlar tarafından icra edilebilecek mesleklerden değildir” sözlerini de unutmuş değiliz.
Zaten Karagüzel’in üniversiteye kılavuzdaki bir madde gerekçe gösterilerek alınmaması da bize “engellilerden öğretmen olmaz” zihniyetinin devam ettiğini bir kez daha hatırlatmış oldu.
Uğur Karabıyık ve Mustafa Beydoğan, engelli öğretmenler olarak ne kendilerinin ne de öğrencilerin herhangi bir sıkıntısı olmadığını söylüyor. Esas sıkıntı; ilkokuldan üniversiteye kadar öğretmen olabilmek için verdikleri "mücadele"ydi. İşte o süreci anlattılar.
"Düşer kafasını kırar sorumluluk almam"
İlkokuldan başlayalım.
U.K: Ailem beni diğer öğrencilerle kaynaşayım diye normal bir ilkokula kaydetmek istediklerinde müdüre hanım, “düşer kafasını, gözünü patlatır ben bunun sorumluluğunu alamam” diye okula kaydetmemiş. Babamın uğraşları sonucunda zar zor kaydetti. Ama bu sefer de öğretmen “sorumluluğu almam” dedi.
Babam da sorumluluğu almak için boş kağıda imza attı. Ne istersen yaz, sorumluluk bizde dedi. Öğretmen okuma bayramında sanırım benim bir şeyleri başaramayacağımı ispatlamak için beni koro şefi yaptı. İleriyi görmüş sağ olsun. Bir de 14 kıtalık şiir verdi ezberlemem için. Hepsini başarınca, okul aileden özür dilemek zorunda kaldı.
"Hiç eli öpülesi bir öğretmenim olmadı"
M.M.B: Normal okula başladım. İlk okuma yazmayı ben sökünce, hızlı ilerlemeye başladım. Burslu olarak özel bir okula aldılar beni. Ama orda elit aileler engelli bir öğrenciyi istemedi. Sürekli öğretmene baskı kuruyorlardı. O da anneme. Öğretmen bir kişi için bütün sınıfı bir tarafa mı atayım derdi. Bir süre sonra da benim ödevlerimi kontrol etmemeye başladı. Ben de buna çok bozulduğum için sürekli kağıt yırtan bir çocuk oldum. Psikolojim bozulmuştu.
Sonra da körler okuluna kaydoldum. Ama orası da bir saksıda yetişmeye benziyor. Yani hiç eli öpülesi bir öğretmenim olmadı. Ama ben hep eli öpülesi bir öğretmen olmak istiyorum derim.
"Notalar, çizgiler çok karışık yapamazsın"
Liseye geçtiniz.
U.K: 6. Sınıftan itibaren flüt çalmaya başladım. Müzik öğretmenimin yönlendirmesiyle de güzel sanatlar lisesine başvurdum. Yine müdür “seni alamam, körsün. Notalar, çizgiler çok karışık oğlum. Yapamazsın, başka liseye git” dedi. Bir müdür yardımcısı kefil oldu; mülakata girdim ve 98 puan alarak sınavı geçtim. İyi bir lise hayatım oldu.
M.M.B: Öğretmen lisesini kazandım. Ama müdür “Yasa var, körler, topallar öğretmen olamaz” dedi. Ben de açıkçası çok zorlamadım, keyfiniz bilir dedim. Sonuçta, normal bir liseye gidip 15 soru fazla yapıp öğretmen oldum.
"Engelliler için müzik kaynağı yok"
Üniversiteyi kazandınız.
U.K: Yetenek sınavıyla alan üniversitelerde engellileri alıp almamak tamamen üniversite yönetiminin inisiyatifinde. Ben Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nin ilk müzik öğretmenliği öğrencisiydim. Mülakatta deşifre parça okumamız lazım ama bunu kabartma ile yazacak kimse yoktu. Beni müziğe yönlendiren hocam sınavdan bir gece önce deşifre parçamı yazdı. Solfeji de yaptık. Sonuçta mülakatı geçtim.
Türkiye’de müzikle ilgili görme engelliler için kabartma ile yazılmış hiçbir kaynak yok. O zamana kadar ben hep ezber yoluyla, derste dinlediğim kadarıyla yapıyordum. Sonradan kabartma yazıyı öğrendim. Solfej kitaplarını kendim yazdım. Bir kısmını yurtdışından getirttim. Hocalara viyola ve piyano metotlarını çalınca kayıt cihazına çektim. Hocalar hiçbir şey bilmiyordu onları hep ben yönlendirdim.
M.M.B: Aslında psikoloji ya da başka bir sosyal bilimler bölümü okumak istiyordum. Ancak üniversite sınavında görme engellilerin sorularını okuması için yanımda giren memur matematikten anlamıyordu. Bölme işareti görünce "ters ünlem" mi bu diye soruyordu. Sonuçta bu nedenle daha düşük puan aldım. Bir kez daha da sınava girmek istemedim; çünkü yine aynı şeyleri yaşayacaktım. Ben de Gazi Üniversitesi Türk dili ve edebiyatı öğretmenliğini seçtim. Üniversitede de 10 parmak klavye yazdığım için bütün arkadaşlarım benden notları istiyordu.
"Öğrencilerle aramız çok iyi"
Ve öğretmen oldunuz. Nasıl geçiyor dersler?
U.K: Ben ilk aylar projeksiyon kullanıyordum. Ama kısa sürede tahtaya nota yazmayı öğrendim. Yani artık normal bir müzik öğretmeninden hiçbir farkım yok.
M.M.B: Kızlisesinde çalışıyorum. İlk gün dedim ki: Kızlar, gördüğünüz gibi ben körüm. Bilgisayarı projeksiyona bağlayacağım. 10 parmak hızla yazacağım siz de tahtadan okuyacaksınız. Her öğretmenin yamuk yumuk yazısını anlamayabilirsiniz. Ama benimki Times New Roman olacak, herkes anlayacak dedim.
Öğrencilerle aranız nasıl, yadırgadılar mı?
U.K: Öğrencilerle aram çok iyi. Zaten hani derler ya ben öğretmen olmak için yaratılmışım. Çocuklarla vakit geçirmeyi çok seviyorum. Bir yadırgama süreci yaşamadık.
M.M.B: Siz eğitim hayatınız boyunca diğer öğrencilerle kaynaşırsanız, aileniz de destek verirse engelinizle barışık yaşar ve kendine güveniniz tam olur. Öğrenciler de sizi görme engelli olarak görmez.
Hiçbir sıkıntı yok mu?
U.K: Yok.
M.M.B: Yok. Bizim asıl sıkıntımız bu zihniyet meselesiyleydi. Hayatımız boyunca anayasal haklarımızı elde etmek için çok büyük bir mücadele sarfettik. Engellilerin öğretmen olabilmesi bir lütuf değil, haktır. En başından beri söylüyoruz. İktidarlar değişir, ancak bizim haklarımız kişilerin inisiyatifine bırakılmamalı. Kurallar standartlaşmalı. (NV)