Radikal Gazetesinin, Radikal 2 ekinde 4 Mart 2007 tarihli yazımda ayrıntılı olarak anlattığım gibi özellikle Kasım 2006 yılında "A Shameful Act: The Armenian Genocide and the Question of Turkish Responsibility" adlı kitabımın yayınlanmasından sonra, şahsıma karşı belli bir merkezden organize edildiği belli olan, sistematik bir kampanya başlatılmıştır. Kampanya esas olarak, benim bir terörist olduğum, Türkiye'de Amerikalıları öldürdüğüm veya öldürülmelerini organize ettiğim, 1976 yılında terörist faaliyetlerim nedeniyle Türkiye'de hapse atıldığım vb. biçimindedir.
Bu karalama kampanyasının bir parçası olarak, ev ve işyeri adresim, telefon numaralarım İnternet ortamında dağıtıldı, "haine selam gönderme" çağrıları yapıldı. "You Tube" İnternet sayfasına terörist eylemlerimi açıklayan videolar kondu. Ölüm tehditleri içeren email'ler aldım. Kitabın tanıtımı nedeniyle değişik üniversitelerde düzenlenen tanıtım toplantılarım engellenmeye çalışıldı. 1 Kasım 2006'da New York Üniversitesi'de fiziki olarak saldırya uğradım. Ve nihayet 16 Şubat 2007'de Kanada'ya girerken, "terörist olduğum şüphesi" ile 4 saat göz altında tutuldum.
Murad Gümen, nam-ı diger "Holdwater" bu kampanyada önemli bir rol oynuyordu. İnternet sitesinde benim 1973-5 dönemlerinde, öğrenci olayları sırasında, bildiri dağıtmak, afiş aşmak nedeniyle, tarihlerini benim bile unuttuğum kısa süreli göz altına alınmalarımı terörist eylemlerimin listesi olarak sunuyor ve "terörist" olduğum konusunda Amerikan yetkililerine şikayet dilekçeleri verilmesi çağrısı yapıyordu. Ayrıca Amerikan yetkililerini de bu teröriste karşı görevlerini yapmaları için uyarıyordu.
Şahsın sitesinde hakkımda yer verdiği bilgiler, son derece sistemli ve organize bir tarzda internet ortamında ulaşabilen her yere konuyordu. Bunlardan birisi de İnternet Ansiklopedisi Wikipedia idi. Kanada'da göz altına alınmam sırasında, görevliler, Wikipedia'daki bu şahsın sitesindeki bilgilere dayanılarak yazılanları aleyhimde delil ve göz altına alınma nedenim olarak sundular.
Sonuç olarak, ben AGOS'taki yazılarımda tüm bu kampanyayı Holdwater adının arkasına gizlenerek sürdüren bir muhbirin gerçek kimliğini açıkladım o kadar. Hürriyet aleyhime yürütülen sistemli kampanyayı organize eden bu muhbirin gerçek kimliğini açıklamamı bir suç, bir ahlaksızlık olarak okurlarına sunuyor. Bu şahsın hayatını tehlikeye attığım iddia ediliyor. Bildiğim kadarıyla, aleyhime yürütülen ahlaksız kampanyanın sahibi Murad Gümen'e yönelik herhangi bir kampanya yok. Ve yine bilinmesinde fayda var ki, eğer Murad Gümen'in şahsına yönelik, kendisinin bana yönelik organize ettiği kampanya türünden bir kampanya olursa, onu herkesten önce ben savunurum.
Hürriyet gazetesinin Murad Gümen'i savunarak, aleyhime başlattığı kampanya iki nedenden dolayı son derece düşündürücü. Birincisi, bu kampanya Hrant Dink aleyhine başlatılan linç kampanyası ile ciddi benzerlikler göstermekte. Hrant Dink'in Sabiha Gökçen'in bir Ermeni olduğunu açıkladığı makalesi de AGOS'ta yayınlandıktan bir müddet sonra Hürriyet gazetesinden manşete taşınmış ve onun aleyhine "vatan haini" olduğu "Türklüğe ihanet ettiği" yolunda kampanyalar sürdürülerek, öldürülmesi ile sonuçlanan olaylar dizisi tetiklenmişti. Benim bundan tam bir ay önce AGOS'ta yazdığım bir yazıyı başlığına taşıyan gazete, Emin Çölaşan gibi köşe yazarlarının da katılmasıyla, aleyhimde "vatan haini" ve "Türkiye'ye ihanet etmekte" olduğum üzerine sürdürülen bir kampanyayı başlatmış görünüyor.
Hürriyet'in kampanyasının düşündürücü olmasının ikinci nedeni benim 11 Haziran 2007'de, yani bu kampanyadan tam 10 gün önce, Holdwater'ın kimliğin açıkladığım için bir tehdit mektubu almış olmamdır. Gerçek kimliğini saklayan ve beni ölümle tehdit eden şahıs aynen şunları yazıyordu:
Bugün bizler yasal sınırlar içerisinde senin ve dostların olacak mahlukatlar ile mücadele etmeye başlıyoruz. Ancak bundan sonuç alamazsak başka alternatif yollara başvuracağız. Dünyadan senin gibi lağım mikrobunun silinmesi, dünya barışı ve gerçekler için daha iyi olacaktır...Yarın senin için çok daha zor olacak. Dua etki bir an önce şeytan seni götürsün, yoksa bu dünyada cehennemi yaşamaya başlayacaksın.... Holdwater'ı keşfettin sanıyorsun... Ancak çok yanılıyorsun. Çünkü dünyada milyonlarca Holdwater var şu anda... Birgün sen ve senin vahşi ermeni kankaların bu Holdwater denizinde boğulacaksınız... Gerçekler acıtır..., hemde çok acıtır. Birgün bu acıyı öyle bir hissedeceksin ki bu satırları okurken nasıl olduğunu hatırlayacaksın.Hürriyet gazetesinin aleyhimde başlattığı kampanyanın karakteri ile bu tehdit email'inde dile getirilenler arasındaki benzerlik ürkütücüdür.
Tehdit'in sahibi mektubunu, "Ben kim miyim? Öğreneceksin Taner, öğreneceksin", sözleriyle bitiriyor. Belki de Hürriyet'in başlattığı kampanya ile bu kişinin kim olduğunu öğrenemeyeceğim ama nelere kadir olabildiğini öğrenmiş bulunuyorum.
Bu noktada benim yapabileceğim tek şey, hakkımda TCK'nin 301. maddesine göre soruşturma açan Cumhuriyet Savcısına söylediklerimi tekrar etmektir:
1. Ben ABD'de Minnesota Üniversitesinde çalışan bir tarih hocasıyım.Bilebildiğim kadarıyla bu fikirleri dile getirmek bir suç değildir. Aksine bilgi ve belgeler ortaya çıkarsa, bu konudaki kanaatimi değiştirebileceğim gibi yeni ve farklı fikirler de ileri sürebilirim.2. Bilimsel çalışmalarım sonucunda oluşan kanaatimi, bilgilerimi kitap ve makalelerime aktarıyorum.
3. Herhangi bir dini ve milli gruba hizmet veya bir milleti aşağılamak için değil, bilimsel çalışma sonucu oluşan düşüncelerimi basın özgürlüğü ve akademik düşünce özgürlüğü çerçevesinde yazılarıma aktarıyorum.
4. Bu bağlamda, 1915 yılında Ermenilere yönelik uygulanan İttihat ve Terakki Partisi politikalarının, 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi'ne göre soykırım olarak tanımlanabileceğini düşünüyorum.
Hürriyet gazetesi, Murad Gümen'e ve onun kişilik haklarına sahip çıkarak bana, büyük bir ahlak dersi vermek istiyor. Gazete, eğer insanların hayatlarına yönelik açık tehdit kampanyaları konusunda cidden duyarlı olmak istiyorsa, öncelikle temel bir ahlaki kuralın savunuculuğunu yapmalıdır. Araştırdığı konuda kitap yayınlamak gibi en sıradan insani hakkını kullanan bir bilim adamına yönelik, hem de isim saklanarak saldırı kampanyaları organize etmek, muhbirlik yapmak son derece ahlaksız bir davranıştır. Tek suçu 1915 hakkında Türkiye Devleti tarafından savunulan resmi tezin dışında fikirler ileri sürmek olan bir bilim adamına karşı aylardır sürdürülen linç kampanyası konusunda Hürriyet gazetesinin söyleyecek bir şeyleri yok mudur? Hürriyet gazetesi, saldırı ve karalama kampanyaları organize eden, isim saklayarak muhbirlik yapan bir kişinin davranışlarını ahlaki bularak bu kişinin işlediği ahlaki suça ortak olduğunun farkında değil midir?
Durum endişe vericidir ve ürkütücüdür. Tarih konusunda farklı düşündüğü için bir akademisyen, "Vatan Haini", "İhanet içinde", "Türk ve Türkiye Düşmanı" sıfatları ile tanımlanarak linç edilmek istenmektedir. Hürriyet gazetesi, yaptığı yayın politikasıyla yeni bir cinayetin kamuoyunu hazırlamak görevine soyunmuş gibi görünüyor.
Beni en çok üzecek olan, gerek Türkiye Cumhuriyeti devleti yetkililerinin, gerekse Hürriyet gazetesinin kendileri için önemli olduğunu düşündükleri bir konu için sıradan bir muhbirin arkasına sığınmak ihtiyacını duyacak kadar düşkün olmalarıdır. Ne Türkiye'nin, ne Hürriyet'in doğru buldukları fikirleri savunmaları için bir muhbire muhtaç olacak kadar küçülmelerine gerek yoktur. Bu hangi zihniyettir ki, Hürriyet gazetesi, ülkesine serbestçe girip çıkan, hakkında terörizm suçu nedeniyle herhangi bir kovuşturma olmayan bir vatandaşı hakkında, ABD'de terörizm suçlusu olduğu yolunda kampanya yapılmasına, onun işiyle, ekmeği ile oynanmasına onay vermekte, ve bu kampanyayı yapan Murat Gümen'i göklere çıkarmaktadır.
Üzerinde konuştuğumuz konu, tarihle yüzleşmek gibi, Türkiye'nin en can alıcı, en hayati sorunlarından birisidir ve bu sorun, adıyla-sanıyla savunduğu fikirlerin arkasında durma medeni cesaretini gösterecek özgür bireyleri gerektirir, muhbirleri değil. Tarihsel hakikatlerin ortaya çıkartılması ve demokratik ve özgür bir toplum kurma yolunda ihtiyacımız olmayan tek şey yazdıklarının arkasında bile durmayı beceremeyen muhbirlerdir.
Türkiye'nin tarihi ile yüzleşmesi, ülkemizde ve bölgemizde farklı ulus ve halklar arasında barışın ve demokratik ilişkilerin yerleşmesi için bir zorunluluktur. Ancak tarihi üzerine konuşmayı başarabilen uluslar, demokratik ve özgür bir gelecek kurabilirler. Tarih üzerine açık konuşmayı bir suç olarak telakki etmek, bunu savunanlar karşısında muhbirlik faaliyetine girme ve linç kampanyası organize etmek işlenebilecek suçların en büyüğüdür.
Tüm basını ve kamuoyunu aleyhime yürütülen bu linç kampanyası karşısında sessiz kalmamaya davet ediyorum. Eğer bu kampanya bu tarzda sürdürülmeye devam ederse, sadece benim, ailemin ve yakınlarımın hayatı değil, Türkiye'nin özgürlüğünü arayan geleceği de tehlikeye girecektir. Tarih üzerine konuşmanın suç olmadığı, farklı düşünen insanların linç edilmelerine çağrı yapmanın büyük bir ahlaksızlık olduğu öğrenilmedikçe, demokratik ve çağdaş bir yarın inşa edilemez. (TA/TK)