*Fotoğraf: Amerikanın Sesi
Deniz Poyraz’ın hunharca bir cinayete kurban gitmesinin ardından, daha çok HDP çevrelerince yeniden “Barış” çağrıları yapılmaya başlandı. Kelime aklıma takıldı. Belki geçmiş yıllarda başka bir politik atmosferde bir anlam ifade ediyordu ama şimdi içi son derece boş ve fazla kullanılmaktan anlamını kaybetmiş bir kelime gibi duruyor.
Toplum olarak ihtiyaç duyduğumuz şeyin artık “Barış” kelimesi ile anlatılabileceğini zannetmiyorum. Bu nedenle de siyaseten çok anlamlı ve faydalı bulmuyorum kelimeyi...
Hatta, “kullanım tarihi geçmiştir” diyerek kullanımdan kaldırılmasını öneriyorum.
Barış elbette iyidir ama
Barış, savaşan iki taraf arasındaki savaş durumunun sona ermesi için kullanılır ve artık savaşmamaları gerektiğini hatırlatır. Ve ama savaşan taraflar, bu durumlarına son verseler bile, bu onların savaş öncesi durumlarında bir değişiklik yapmaları anlamına gelmez. Taraflar, ne iseler öyle kalmaya devam ederler.
Barış kötüdür anlamında söylemiyorum; elbette iyidir. Eğer bu kelimeden kastedilen, Devlet ile PKK arasında var olan çatışma ortamına son verilmesi ise, bu elbette iyidir. Ama Türkiye’nin temel problemi bu iki tarafın, “savaş” durumundan, “barışa” durumuna geçmelerinde yatmıyor.
Savaşsızlık durumunda da yani “barış” denilen neyse ve ne kastediliyorsa, o durumda bile Türkiye’nin temel sorunu dediğim şey devam edecektir.
Yeni toplumsal sözleşme
Bu toprakların ana sorunu, Türkün neyi varsa, Türk olmayanların ona sahip olmamalarıdır. Bu ülkede Türkle ötekiler arasında yapılmış bir sözleşme yoktur ve bu sözleşme yokluğu ana problemdir.
Bu ülkede Türke tanınan ne varsa, bu eğer Kürde tanınmazsa, (Türk-Kürt) Aleviye, Ermeniye, Süryaniye, Ruma ve Yahudiye tanınmazsa ve bunun sözleşmesi yazılmazsa bu ülkedeki sorunlar bitmez.
Sorun barış yokluğu değil, sorun toplumsal sözleşme yokluğudur. Sorun savaş-barış ikileminde değil, sorun Cumhuriyetin kuruluş mantığının yanlışlığında ifadesini bulan sözleşme yokluğudur. Ve bu sözleşme yokluğunun geldiğimiz noktada en büyük sorun halini almış olmasıdır.
Mevcut Cumhuriyet’in 1923’teki kuruluş mantığı bugünkü sorunların ana kaynağıdır.
Tekçilik
Çünkü 1923 Cumhuriyeti tekçiliği esas aldı Türke göre ve Türk için kuruldu.
Bugüne kadar şu veya bu şekilde gelebildi ama 2023’te tıkanan budur.
Türkler, artık Türk olmayanlara 1923 Cumhuriyetini kurarken yaptıkları (veya aslında yapmadıkları) sözleşmeyi alternatif olarak sunamazlar.
1923 Cumhuriyeti tekçiliği esas alırken Hristiyanları, Yahudileri zaten yok saydı, onlardan geride kalanları da süreç içinde terörize ederek ülkeden kovdu. Şu anda kalmış olanlar da zaten “yok” hükmündedirler. Kanunlarında bile “yabancı” olarak tanımlanmalarında bir mahsur görülmez.
Kürtlere ise, her şeyin Türke göre dizayn edildiği bir sistemde, ses çıkartmama ve uyum gösterme koşulu ileri sürüldü. Eğer kurşun yemek istemiyorlarsa, asimilasyon bulabilecekleri en iyi seçenek idi.
Bu sistem, çok büyük sorunlar da çıkartsa, şu veya bu nedenlerle 100 yıl devam edebildi. Ama artık devam etmeyecektir. Türkler görmek ve anlamak zorundalar ki 1923 Cumhuriyeti ve onun sözleşme mantığı ile başta Kürtler, Türk olmayanları birlikte yaşamaya zorlayamazlar.
Yeni kurucu misyon
Yeni bir Cumhuriyet ve yeni bir sözleşme şarttır. Bu nedenle Türkler, Türk olmayanlara Mustafa Kemal’lerinin ötesine gidecek bir şeyler söylemek ve önermek zorundalar. Mustafa Kemal’lerine elbette saygı duymaya devam ederek ama onu mezarında rahat bırakarak, onun Türklere göre kurduğu Cumhuriyetin çözüm değil, sorun olduğunu kavramak zorundalar.
Yani, yeni bir kurucu misyon gerekiyor.
Ve bu kurucu misyon çoğulculuğu esas almak zorundadır. Ve buna uygun bir yeni bir sözleşme ile yeni bir Cumhuriyet kurmak zorundadır. Türkü Kürdü ve tüm diğer unsurları, aralarında yeni bir toplumsal sözleşme, yeni bir bir arada yaşama akdi yapmak zorundadırlar.
Özetle sorun barışsızlık değil, sorun Türklerin, Kürtlere ve diğer ulus-inanç sahiplerine ne önerebildiğindedir.
Kendisine Türküm diyen her kişi, şu soruyu kendisine sormak zorundadır: Kürde, Ermeniye, Süryaniye Ruma, Yahudiye birlikte yaşayalım diyorsam, ona sunduğum nedir? Birlikte yaşamaya ilişkin hangi koşulları ileri sürüyorum?
Kendime hak olarak gördüğün şeyi, başta Kürde olmak üzere tüm Türk olmayanlara da sunuyor muyum? Sadece bana hak olan, niye onlara hak olmuyor? Ve bende olan her şey niye onlarda olmasın?
Bir arada yaşamın koşulu
Şu fikri kafamıza kazımamız gerekir: “Bende olan her şeyin aynısına öteki de sahip olmadıkça elbette ki öteki benle bir arada yaşamak istemeyecektir.”
Kürdü sivil siyasette bile dışladığımız, onun partisini “terörist” saydığımız ve taraftarlarına “kurşun” önerdiğimiz bir zihniyet dünyasında Kürtlerin bizlerle birlikte yaşayacağını gerçekten düşünüyor muyuz?
Her Türk, görmek ve anlamak zorundadır ki, Kürdün sivil siyasette bile bulunmasını sorun görüyorsan, bu kumaş tutmaz ve mutlaka yırtılacaktır. Zaten aslında büyük ölçüde yırtılmıştır ve farkında bile değiliz ama sadece zamana oynanmaktadır.
Yani sorun, AKP’ye karşı olmakta değildir. Muhalefet de başta Türklerin, Kürde ve diğer gruplara ne önerdiğindedir. Kürde ne öneriyoruz ki onun bizimle birlikte olmasını isteyelim? Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu’na soruyorum: Kürde ne öneriyorsunuz? Verdiğiniz nedir?
Acaba Kürde ve diğer Türk olmayanlara, vatandaş olmanın ön koşullarının bile sağlanmadığı bir ülkede yaşamalarını istediğimizin farkında mıyız?
1923’de kurulan Cumhuriyet tekçiliği esas aldığı için, Türk olmayanların vatandaş olmalarının önünü tıkamaktadır. Bu tekçilik aşılmadıkça ve çoğulculuğu esas alan bir sözleşme yapılmadıkça hiçbir sorun çözülmeyecektir.
Bu nedenle, “barış” değil sorunumuz; aramamız ve istememiz gereken barış değil, çoğulculuğu esas alan, yeni bir Cumhuriyet yeni bir toplumsal sözleşmedir... Herkesin ama herkesin eşit ve eşdeğer olduğu yeni bir cumhuriyet. Türkün neyi varsa ötekisinin de aynısına sahip olduğu bir Cumhuriyet. Ve bunu ne istemek ne de yapmak zor.
(TA/NÖ)