"Biz çıktık ama aynı şeyden bir daha girebiliriz. TMK'nın kaldırılması lazım. Bu olmadıktan sonra demokratik siyasetin güvencesi yok ki. Çünkü TMK'ya göre legal olan her şeyi illegal de sayabilirler."
Ayşe Berktay, çevirmen, yazar, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Parti Meclisi Üyesi, Bakırköy Kadın Cezaevinde 27 ay kaldı. Şimdi dışarıda. Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) davası kapsamında 7 Ekim 2011’de cezaevine girdi ve 20 Aralık Cuma günü İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Berktay ile cezaevi günlerini ve çözüm sürecini konuştuk.
Tutuklandığı günden özgür kaldığı güne kadarki dönemde hiç umutsuzluğa kapılmadığını ifade eden Berktay, çözüm sürecinin halk tarafından benimsendiğini ama ciddi aksaklıklar olduğunu ifade etti.
“Seviyesizlik insanı düşündürüyor”
Cuma günkü duruşmada tahliye edilmeyi bekliyor muydunuz?
Birkaç kişiyi tahliye edeler diye düşünüyordum. Ama kimi tahliye edecekleri hakkında bir fikrimiz yoktu.
7 Ekim 2011'de tutuklandığınızda hissiyatlarınız nelerdi. Bir süre tutarlar bırakırlar mı dediniz, yoksa bu kadar cezaevinde tutulacağınızı tahmin ettiniz mi?
Beni alacaklarını hiç beklemiyordum. Ama aldıklarında da birkaç gün tutup bırakırlar diye hiç düşünmedim. 3 Ekim’de gözaltına alınıp da herkesi Emniyet Müdürlüğü'nde gördüğüm zaman, hemen bırakmayacaklarını fark ettim.
Size isnat edilen suçlamaları görünce neler düşündünüz?
Hakkınızda ne gibi bir suçlama olduğunu uzun zaman öğrenemiyorsunuz. Sadece KCK üyeliği ile suçlandığınızı biliyorsunuz. Delil dedikleri nedir, dosya ne ihtiva eder biz bunu ancak altı yedi ay sonra öğrendik. O zamana kadar hiç bir şey bilmiyorduk. Avukatlarımızın da herhangi bir fikri yoktu.
Suçlamaları görünce ne kadar tutuluruz diye düşünmedim. Daha ziyade durumla ilgili öfke hakim oldu. Bu işin ne kadar büyük bir saçmalık olduğunu düşündüm. Siyasi bir operasyon yapıyorlar ama iddianame o kadar ciddiyetsiz ve saçma sapan ki herkes hakkında her şeyi söyleyebileceklerini fark ediyorsunuz.
İktidarlar siyasi operasyon yaparlar, siyasi saldırı olur. Fakat böylesine körü körüne rezalet ve seviyesizlik insanı düşündürtüyor. Bu herkese olabilir, herkes hakkında xxx operasyonu yapacağım deyip, sıkı örülmüş bir ağı suya atıp herkesi alabilirler. Sonra da tek tek aradan seçmeye çalışırlar.
Bizim başımıza gelenlerin herkesin başına gelebileceği duygusunu herkesin hissetmesi lazım.
“Beyazın beyaz olduğunu kanıtlamak”
Tutuklamalar, operasyonlarla ilgili kamuoyu tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu yaşananlara dair kamuoyunda bir fikir olduğunu sanmıyorum. İnsanlar genellikle sadece genel şeyleri biliyorlar. Fecaatin boyutunu kavrayabilmemiz için biraz bilgi sahibi olunması lazım.
Mesela iddianamede "Terör örgütünün haber ajansı DİHA" diyor. Bu kadar saçma bir şey olabilir mi? O zaman kapatın. Bomba yapmak için patlayıcıyı alanla onu patlatmak için saati alan veya nalburdan çivi alan arasında suç bakımından fark yoktur diyor. Bu tamam da, çivinin bomba için alındığını kim ispatlayacak? Böyle bir dertleri yok. Bu davanın bir ayrıntıları var. Bir de bu ayrıntılarda çeşitli gariplikler var.
Mesela yurtdışına çok kez gidip gelmişim. Benim dosyamda 1998'den beri yurtdışına PKK'nin faaliyetleri için gittiğim iddia ediliyor.
Ayrıca mahkemelerde de çok ciddi gariplikler yaşanıyordu.
Ne gibi?
İki duruşma önce arkadaşımız "Benim dosyama 1976'daki 10 olayı sıralamışsınız. Bunların bu iddianameyle ne ilgisi var, ben o dosyalar yüzünden 22 yıl hapis yattım zaten" dedi. Hakim de "Bunlar sizin suç işlemeye ne kadar eğilimli olduğunuzu gösteriyor. Onun için dosyaya eklenmiş" dedi.
En kötüsü, siz bir gizli örgüt üyesi olursunuz ve bundan dolayı yakalanırsınız. Ama insanın legal faaliyetlerinin hepsini illegal faaliyet diyorlar. Bir arkadaşımız "Biz burada beyazın beyaz olduğunu kanıtlamak durumunda bırakılıyoruz" demişti. Bence son derece haklı…
“İnsan yalnız olmasa da..."
Cezaevinde neler yaşadınız, her ne kadar Türkiye'den ve diğer ülkelerden çok fazla destek mesajları, ödüller alsanız da kendinizi yalnız ve çaresiz hissettiniz mi?
Hayır çaresiz hissetmedim. Ama tanıdıklarımdan da tanımadıklarımdan da çok sayıda mektup aldım. Bunlar insanı duygulandırıyor haliyle. Yalnız hissetmek biraz tuhaf bir duygu. Yalnız olmadığınızı bilseniz de yine de bazen insan kendini yalnız hissedebiliyor.
Cezaevinde bir gününüz nasıl geçiyordu?
Sabah 7.30 gibi kalkıyorduk. Sırayla hepimiz nöbet tutuyorduk. Nöbetçi biraz daha erken kalkıp, ekmeği alıp, kahvaltı için hazırlık yapıp, çay koyup diğerlerini uyandırıyordu.
Biz kahvaltı yaparken gardiyanlar gelip sayım alıyordu. Biz sayım vermiyorduk tabii ama biz otururken onlar sayıp gidiyorlardı.
Bazılarımız sabah haberlerini izlerken bazıları Açık Radyo ve Özgür Radyo'dan programları takip ediyordu. İnternetin eksikliğini çok hissediyorduk. 9'dan itibaren sessizlik saati başlıyordu. Kimimiz avluda volta atarken kimileri kitap okuyordu.
Öğlen yemeğinden sonra tekrar sessizlik saati başlardı. Akşam 20.00'de akşam yemeği ve haberler takip edilir, 22.00'den sonra tekrar sessizlik saati başlar. O sırada televizyonda güzel bir film varsa o izlenir. Zaman zaman biraraya gelip hayatımız nasıl gidiyor, aksaklıklar neler gibi konuları konuşurduk.
Koğuşta kaç kişiydiniz?
Koğuşlar 24 kişilikti ama 35 kişi kaldığımızda oldu. Girenler çıkanlar nedeniyle değişiyordu sayı. Şu an 15-16 kişiye kadar düştü. Anneler vardı, üniversite öğrencileri var, kadın meclisinden arkadaşlarımız var.
“Siyaset yaptırmıyorlar ki”
Bu süre zarfında Kürt sorununun çözümü için bir süreç başladı. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sıkıntılar olduğu ortada. BDP de, Kandil de, Öcalan da sıkıntı olduğunu söylüyor. Toplumda sorunun demokratik yollarla çözülmesi için çok ciddi bir talep var. Süreç bu talebi büyüttü ve büyük bir sahiplenme var.
İnsanlar “Kürt sorunu diye bir sorun var ve bu sorun halledilmeli” demeye başladı.
Toplumdan gelen bir bastırma var ama süreç iyi gitmiyor. Mesela en basit konulardan biri demokratik siyaset alanının genişletilmesi. Silahlar susacak insanlar siyaset yapacak deniyor. Ama siyaset yaptırtmıyorlar.
Siyaset yapmaktan “Mevcut yüzde 10 seçim barajıyla seçimlere katılıp, parlamentoya girilecek” sonucunu çıkartıyorsanız, mesele bu değil. Bu, olumsuzluklar olduğu gibi devam edecek ama silahlar susacak demek.
Biz o silahlara niçin “terör” demiyoruz da “silahlı isyan hareketi” diyoruz? Adalet Bakanı “Silahlar sustuğu zaman, terör bittiği zaman Terörle Mücadele Kanunu’nu (TMK) kaldırmak niyetindeyiz” diyor.
Biz çıktık ama aynı şeyden bir daha girebiliriz. TMK’nın kaldırılması lazım. Bu olmadıktan sonra demokratik siyasetin güvencesi yok ki. Çünkü TMK'ya göre legal olan her şeyi illegal de sayabilirler.
Bence bu adaletsizlikle yaşamama kararlığını insanlar Gezi'de gösterdi. Ama bunu her alanda göstermek lazım. Demokrasi onların dediği gibi beş senede bir sandık başında oy kullanmak değil diyorsak, bir kamuoyu baskısı oluşturmamız gerekir. Dertlerimizi dilekçe vererek değil toplumsal muhalefeti güçlendirerek kamuoyu baskısı kurmalıyız.
Çünkü hükümete adım attıracak olan biziz; demokratik mücadele böyle bir şey...
“Bizimle dalga mı geçiyorlar?”
Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen BDP’li vekillerin tahliye edilmemesini nasıl yorumluyorsunuz?
Vekillerin serbest bırakılmaması Kürtlerin sömürge halkı olduğunu düşündürttü bana. Sanki Türkiye'nin sekizinci coğrafi bölgesi de cezaevleri gibi geliyor. Paralel hayatlar yaşanıyor.
Aynı durumdaki insanların birine başka birine başka kararlar verdiler. Bir de utanmadan kişisel başvuru yapmadılar dediler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları da Yargıtay kararları da kişisel. Bizimle dalga mı geçiyorlar? (EKN)