Bu bağlamda, İsrail her ne kadar kendini öyle tanımlasa da bir "Yahudi devleti" olmaktan çok uzaktadır. Özellikle son birkaç gündür hemen hemen bütün İsrail medyası tarafından Yaser Arafat'a atılan pislik bir İsrailliyi ulusal kimliğinden utandıracak ölçüdeydi.
İsrail propagandasının yıllar boyu en önemli araçlarından biri olan Filistin ulusal liderinin bir şeytanmış gibi gösterilmesi politikası o öldükten sonra bile sürdürüldü.
Öyle görünüyor ki 37 yıllık işgalcilik, toplumumuzu vahşileştirmiş ve genel saygıdan bile yoksun bırakmıştır. Balıkçılardan bakanlara, televizyon ikonlarından profesörlere, "solculardan" faşistlere kadar herkes kimin daha kaba olacağı konusunda birbirleriyle yarıştı.
İki halkın algılama biçimi arasındaki derin fark, hiçbir zaman Arafat'ın cenaze gününde olduğu kadar çarpıcı olmamıştı. İsrailli yorumcular ve büyük bir çoğunluğu çeşitli istihbarat teşkilatlarından emekli olan "Arap ilişkileri uzmanları" Arafat'ı acımasız, saldırgan, fesatçı ve gerçek bir canavar olarak anlatırlarken, felakete uğramış ve yas tutan yüz bin insan ise cenazeyi nerdeyse kargaşaya sürükleyen duygusal bir patlamaya çevirdi. Cenaze günü İsrail ordusu tüm Filistin kasabalarını kuşatmış ve izole etmiş olmasaydı, bir milyondan fazla kişi orada olacaktı.
Filistin halkının yanında içtenlikle yas tutan tek İsrail örgütü olan Gush Shalom cenazeye bir delegasyon yollamaya karar verdi.
Biz aktivistlerin tümü erkek ve kadın İsrail ve Filistin bayraklarının yanyana yer aldığı büyük bir logoyu göğüsümüzde taşıyorduk. Kalabalığın baskısı, insanlar arasında birbirimizi kaybetmemize neden oldu.
Cenaze süresince çevremizde keder ve terkedilmişliği ifade etmek için binlerce kez havaya ateş edildiği anlarda bile kendimizi bütünüyle güvende hissettik . Birçok Filistinlinin bize karşı duydukları minnettarlık ve dostluk ifadesiyle karşılaştık.
Tabutu taşıyan helikopterin Kahire'den geldiği anda yaşanan karmaşanın tam ortasındaydım. Mezarın yanında Filistinli bakanlar, dini ileri gelenler ve diplomatlarla yanyana dururken helikopter yere indiğinde devasa kalabalığın içinde bulunduğu yoğun duyguların çok farkındaydım.
Bu durum, 1970'deki Cemal Abd-ül Nasır'ın cenazesini hatırlattı bana ve kalabalığın bir anda kabarıp çok sevdikleri liderlerinin vücutlarını kelimenin tam anlamıyla askerlerin elinden çekip alışını. Aynı şeyin her an için burada da gerçekleşeceğini hissettim. Ve öyle de oldu.
İsrail'in insan şeklinde gerçek bir canavar olarak gördüğü bu adam halkında, sadece birkaç dünya liderinin başarabildiği ancak hiçbir Arap liderinin yapamadığı kadar içten bir sevgi ve hayranlık seli yaratmıştı.
Filistinliler ona güveniyor ve itimat ediyorlardı; cesaret gerektiren her önemli kararı onun almasına izin verdiler, acımasız işgalin tahammülü güç koşullarına göğüs germek için gerekli gücü ondan aldılar.
Şimdi aniden inanılması güç bir biçimde kendilerini, ölümüyle arkasında devasa bir boşluk bırakan adamın ardından, değişen dünyada yetim ve öksüz kalmış çocuklar gibi yalnız hissediyorlar.
Peki şimdi ne olacak? Arafat halkını hiçbir şey olmanın sınırından alıp bağımsızlığın eşiğine getirdi. Ancak kurtuluş için savaş sona ermekten hala çok uzakta. Yeni liderlik onun etkin otoritesinden yoksun olarak, Arafat'ın göğüs gerdiği tüm sorunlarla yüzleşmek zorunda kalacak.
Abu Mazen, Abu ala ve mesai arkadaşları dürüst ve iyi niyetli insanlar. Onları yıllardan beri, çoğunlukla Arafat ile yaptığım toplantılardan tanırım. Ancak halkla onları birbirlerine bağlayan derin kökler yok.. Güçlü bir liderliğin ortaya çıkması yıllar alabilir.
Şu anda Filistinliler bu krizi medeni ve sorumlu bir tavırla çözebileceklerini dünyaya gösterme konusunda fikir birliğine varmış durumdalar. Bu İsrail ve elbette Amerika Birleşik Devletleri için Filistin halkıyla ilişkilerde yeni bir sayfa açma fırsatı olabilirdi.
Peki ne yapılabilir? Ardarda beş kez ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış bulunan ve saygın bir kişilik olan El Fetih lideri Marwan Barghouti'nin de içinde bulunduğu Filistinli mahkumların topluca salıverilmesi gibi iyi niyet ifadesi bir jest yapılabilir. Kuşatmalar kaldırılabilir ve askeri operasyonlar en azından azaltılabilirdi. Yakın bir gelecekte barış görüşmelerine başlanacağı açıklanabilirdi.
İlk sınav tabii ki cenazenin kendisiydi. Vasiyetine göre Arafat'ın Kudüs'te gömülmesi gerekiyordu. Ramallah'da toprağa verilmesi sadece Filistin Halkının onun Kudüs'e geri gömülmesini sağlayana dek savaşma kararlarını güçlendirecektir.
Liberal numarası yapan aşırı bir sağcı olan Adalet Bakanı Tommy Lapid, "Arap teröristler değil Yahudi Kralları Kudüs'e gömülür " açıklamasıyla, bayağılıkta yeni bir düzeye erişti. Evet Menahem Begin, krala dönüşüp Kudüs'e gömülmüş olan bir terörist için iyi bir örnek teşkil edebilirdi.
Ancak en önemli nokta, anayasalarının emrettiği gibi Filistinlilerin Başkanlarının ölümünden sonraki 60 gün içinde seçime gitmelerini sağlamaktır.
Açıkçası Arafat'la birkaç hafta önce yaptığım son görüşme de (o zamanlar oldukça sağlıklı görünüyordu) seçimlerle ilgiliydi. İsrail ordusunun rutin olarak potansiyel adaylara suikast düzenlemesinin ve kasabalar ile köyler arasındaki ulaşımı tekrar eden kuşatmalarla neredeyse imkansız hale getirmesinin, seçimi uygulanamaz hale getirdiği üzerinde fikir birliğine vardık.
Adaylar- eğer canlı kalırlarsa- seçmenlerin oylarını nasıl toplayabilecekti? Propaganda evraklarını nasıl dağıtacaklar, arka planda tanklar varken ve savaş helikopterleri tepelerinde dolaşırken nasıl toplantılar düzenleyip politikaları hakkında tartışabileceklerdi?
Bu durum bir an önce değişmeli. En azından Filistin yönetiminin nüfuz alanında bulunan tüm İsrail askerleri geri çekilmeli ( Oslo antlaşmalarına göre A ve B bölgeleri olarak adlandırılan yerler), hareket özgürlüğü sağlanmalı, suikast kampanyası sona erdirilmeli ve en önemlisi uluslararası gözlemciler çağırılmalı.
Bunlar gerçekleşecek mi? Muhtemelen hayır. Ariel Sharon'un, demokratik olarak seçilmiş, uluslararası meşruiyet ve saygıya sahip bir lider karşısına oturmak gibi bir niyeti yoktur.
Böyle bir davranış, belki de ABD Başkanı George W. Bush üzerindekini etkisini zayıflatacak ve Batı Şeria'nın önemli bir kısmının işgali planını sekteye uğratacaktır.
Seçimleri engellemek için elinden geleni yapacak ve elbette suçu Filistinlilerin üzerine atacaktır. Her zaman olduğu gibi, Sharon'un laflarına değil yaptıklarına bakmak gerekir.(UA/CC/BA)
* Uri Avnery'nin Gush Shalom sitesinde yer alan yazısını Cihan Cinemre Türkçeleştirdi.