Şimdi kamuoyu daha az önemli meselelere geri dönebilir, gündelik öldürmelere ve yıkımlara, esir tutulan askere, Kasam roketlerine ve Gazze'yi işgalimizle ilgisi olan diğer her şeye.
Bu operasyonun tanımının kendisi sorunlu.
İsrail'in Güney Kuvvetleri'nin komutanı General Yoav Gallant da medya da "savaş"tan söz ediyor. Gerçekten öyle mi?
"Savaş" uluslararası hukuk tarafından düzenlenmiş, tanımlı bir durumdur. Temel kuralları gözetmekle yükümlü düşmanlar arasında gerçekleşir.
Ama İsrail hükümeti hakları olan bir düşmanla değil de, "teröristlerle", "suçlularla" ve "çetelerle" -ve elbette bunların hiçbir hakkı yok- karşı karşıya olduğunu üstüne basa basa savunuyor.
Bir savaşta "savaş tutsakları" olur. Bu durum askeri harekat içinde tutsak alınan asker Gilad Şalit için de, bizim elimizdeki Filistinli savaşçılar için de geçerli. Ama hükümetimiz Şalit'i "kaçırılmış", Filistinlileri de mahkumlar ve suçlular olarak tanımlıyor.
Görünen o ki, Yahudi beyni yeni patentler icat ediyor (bir zamanların popüler İsrail şarkısında dendiği gibi). Tek Taraflı Çekilme'nin ve Tek Taraflı Barış'ın ardından şimdi de Tek Taraflı Savaş'ımız var. Bir tarafın (kuvvetli olanın) savaş halinde olanın bütün haklarına, diğer tarafınsa (zayıf olanın) hiçbir hakkının olmadığı bir savaş bu.
Bir savaşın amacı olmalı. Bu savaşın amacı nedir?
George Bush'un Irak'ı işgali gibi, Ehud Olmert'in de Gazze'yi işgali günden güne değişen bir amaca sahip.
Asker Şalit'i kurtarmaya yönelik bir operasyon olarak başladı. Yeraltı örgütleri tarafından tutsak alınmış, nerede olduğu bilinmeyen bir asker nasıl kurtarılır? Hayatını tehlikeye atmadan kuvvet kullanarak nasıl kurtarılır?
Ordunun bir çözümü var -her sorun için uygun gördüğü aynı çözüm: Muazzam bir kuvvet kullanımı. Ancak biz daha çok fetheder, toz eder, öldürür ve yok edersek, Filistinlilerin acıya daha fazla katlanamayıp yeraltındaki savaşçılardan tutulan askeri -koşulsuz olarak- serbest bırakmalarını isteyecekleri bir an gelir.
Buna "Harris İlkesi" denebilir. İkinci Dünya Savaşı'nda, Britanya'nın Hava Komutanı Arthur Harris ("bombacı Harris") kentlerini yerle bir ederek Almanya'yı dize getireceğine söz vermişti. Almanlar "terör saldırıları"ndan söz ediyordu. Bunlardan birinde, Almanya'daki en büyük ve görkemli kentlerden biri olan Dresden yerle bir edildi. Dev yangında, 35 bin ila 100 bin sivil yandı ve öldü (alevlerin ardından kurbanları saymak mümkün değildi). Ama Harris'in verdiği sözün tersine, Almanların morali çökmedi. Almanya ancak son Alman evi de piyadelerce alındıktan sonra teslim oldu.
Filistin nüfusu da korkunç durumuna karşın çökmüyor. Neredeyse oybirliğiyle, Şalit'i tutanların "Filistinli savaş tutsakları" bırakılmadıkça askeri bırakmamasını istiyorlar.
Öyleyse, tutsağın serbest bırakılmansın yerine, yeni bir savaş amacı doğuyor: Fırlatılan Kasamlara son vermek.
Bu da kolay görünüyor: Sderot'a ve Aşkelon'a doğru roket atılabilecek olan alanları işgal etmek. Ama bu da bir Sisyphos görevi. Operasyon roketlerde geçici bir azalma yaratabilir. Ama operasyonun komutanları bile, ordunun geri çekildiği anda roketlerin fırlatılmasının süreceğini, hatta artacağını itiraf ediyor. İsrail kamuoyu kendinin yeniden "Gazze bataklığı"na çekilmesine izin vermeyecek kadar tecrübe yaşadı.
Çareyi Bayındırlık Bakanı Shitreet buldu: Gazze'ye "hatta bin kez" geri dönmek. Savunma Bakanı Peretz "Filistinlilere ödetilecek ağır bir bedel"den söz ediyor -Filistinlilerin Kasam ekiplerini kendilerinin dışarı sürmesini sağlayacak kadar beter bir bedel. Genelkurmay'ın görüşü böyle. "Bombacı Harris"in yerine "Yok edici Halutz". İkisinin de Hava Kuvvetleri rütbelerinde yükselmiş olması tesadüf değil.
Kasamları kalıcı şekilde durdurmak da uygulanabilir değilse, geriye savaşın amacı olarak ne kalıyor? Sadece bir tane: Filistin hükümetinin yıkılmasını sağlamak. Bakınız: Harris İlkesi.
120 yıllık Siyonist-Filistin uyuşmazlığının her bir olayı gibi, bu da iki halkın bilincine çok farklı şekilde kazınıyor.
İsraillilerin çoğu için "Filistin terörizm"ine karşı savaşta yeni bir bölüm. Cesur askerlerimiz, bir kez daha, bizi denize dökmeyi amaçlayan Filistinli katillerle yüzleşmek zorunda. Bir kez daha savaşıyoruz, çünkü "başka bir seçenek yok". İzak Şamir'in bir zamanlar söylediği meşhur sözdeki gibi: "Araplar aynı Arap deniz de aynı deniz!"
Öteki taraf içinse, en iyi oğullarının kötücül ve gaddar düşman karşısında kahramanca duruşu. En çağdaş silahlarla donanmış dünyanın en güçlü ordularından biri, ilkel silahları olan bir avuç eğitimsiz savaşçının üzerine sürülüyor. Savaş uçakları, silahlı helikopterler, ağır tanklar, topçular, roket atan gemiler, zırhlı buldozerler ve gece görüşlerinin karşısında, yalnızca Kalaşnikoflar ve RPG'ler (hafif anti tank silahları) var. Filistin Masada'sı.
Filistinli milislerin arasındaki mücadele, ortak düşmana karşı birleşme nedeniyle kırılıyor. Daha operasyonun arifesinde, Hamas'tan İsmail Haniye El Fetih'ten Mahmud Abbbas'la -Yeşil Hat sınırları içinde İsrail'i tanıyan- "tutsaklar kağıdı"nı kabul etmek üzere anlaştı. Şimdi, savaşın sıcağında, El Fetih üyeleri işgalciye karşı mücadele etmek üzere Hamas savaşçılarına katılmak üzere yaygara kopartıyor; Abbas'ın etkisinin kalıntıları da soluyor.
İsrail hükümeti Filistin Başbakanı'nı ve bakanlarını öldüreceğine dair açık tehditlerini sürdürürse, Hamas yalnızca güçlenmiş olacak. Şehitlerin yeri savaşçılar arasından gelen yeni liderlerce doldurulacak ve altlardaki rütbeleri de Filistinliler dolduracak.
İsrail'de bunun tersi gerçekleşebilir: Operasyon onu başlayan hükümetin canını yakabilir. Krizin acımasız spotu onları çiğ bir ışıkla aydınlatıyor; üstelik bu ışık hiç de iltifat eden bir ışık değil. Görünen o ki, aralarında gri bir politikacıdan öte tek bir kişi yok.
Ehud Olmert konuşarak siyasi bir ölüme doğru ilerliyor. Bitmez tükenmez kafa ütülemesi insanları kızdırmaya başladı -konuştukça 1950'lerin boş klişelerinden başka hiçbir şey söylemez oluyor: Şantaja boyun eğmeyeceğiz, Terörizm hüküm sürmeyecek, Düşman bizi yok etmeye çalışıyor, Katiller affedilmeyecek, Muhteşem bir ordumuz var, Kolumuz uzundur, vs. vs.
Amir Peretz, en kötü seleflerinin en kanlı sloganlarını tekrarlıyor. Daha dün oy verdiğimiz toplumsal bir devrimi sürdürecek, ulusal öncelikleri değiştirecek, askeri bütçeyi etkili biçimde kesecek, barışı yaklaştıracak o liderden eser yok. Geriye kalan sadece bir Genelkurmay sözcüsü (üstelik parlak bir sözcü de değil). Dergim Haolah Hazeh hâlâ dağıtılıyor olsaydı, bu haftaki sayısında Dan Halutz'un omzuna tünemiş papağanı gösteren bir karikatür mutlaka olurdu.
Birçok kişinin umutlandığı Tsipi Livni, kayboldu gitti. Bu dramada hiçbir rolü yok. En banal basmakalıp sözlerden başka söyleyecek bir şeyi yok. Tıpkı Olmert gibi, onun da ne olduğu ortaya çıktı: Sağcı bir babanın ayak izlerini izleyen sağcı bir politikacı.
İsrail'e asıl hükmeden kişi Dan Halutz; dünyayı bir bombanın penceresinden gören bir savaş pilotu. Tem rakibi Güvenlik Servisi'nin şefi Yuval Diskin. Ordunun ve Güvenlik Servisi'nin şefleri İsrail Devleti'nin gideceği yola kendi aralarında karar veriyorlar. Olmert burada en iyi ihtimalle hakem.
Bütün bunlar nasıl sona erecek?
Sanırım, işin sonunda, tutsakların değişimi yoluyla askerin serbest bırakılmasından başka seçenek olmayacak. Bizim taraf bunu operasyonu büyük bir zaferi olarak borazanlarla duyuracak, çünkü Filistinliler başta talep ettiklerinden daha az sayıda tutsağın serbest bırakılmasıyla tatmin olmak zorunda kalmış olacak. Filistinliler de şanlı bir zafer kazanmış olmakla böbürlenecekler, İsrail bütün o "Asla..."larla başlayan sloganların ardından tutsakları serbest bırakacak. (Söylendiği gibi: Asla asla deme.)
Eğer istersek, askerin serbest bırakılması daha büyük bir paketle birleştirilebilir: Karşılıklı ateşkes, Kasamların fırlatılmasının durması, karşılığından Gazze'den tamamen çekilme, "hedef gözeterek öldürme"lerin sona erdirilmesi ve son dönemde tutuklanan Hamas liderlerinin bırakılması.
Kısa bir ateşkes daha uzun bir ateşkesin ve ciddi bir diyaloğun önünü açabilir.
Olmert hükümeti, bütün o saldırgan ve kasıntı böbürlenmelerin ardından bunları yapabilir mi? Hatta kendilerini "Tek Taraflı Birleşme"ye ve bölgelerin ilhakına bu kadar adamışken, acaba bununla biraz olsun ilgileniyorlar mı?
Büyük olasılıkla hayır. Öte yandan, İsrail kamuoyu "tek taraflı çekilme"den ve bu tek taraflı savaştan bir ders edinebilir. İsrail barış hareketi bunun gerçekleşmesine katkıda bulunmalı. (UA/TK)
* Uri Avnery, eski İsrail ordusu askeri ve parlamenter. Bugün bir gazeteci ve barış eylemcisi. İsrailli Gush Shalom (Barış Bloğu) hareketinin önderlerinden. 8 Temmuz'da Gush Shalom'un İnternet sitesinde yayınlanan yazısını Tolga Korkut özetleyerek Türkçeleştirdi.