Savaşın 15. gününde, Hizbullah hâlâ iş görüyor ve savaşıyor. Sadece bu bile Arap halklarının tarihine parlak bir zafer olarak geçecek.
Bir ağır sıkletle karşılaşan bir tüy sıklet 15. rauntta hâlâ ayaktaysa, bu bir zaferdir -sonuç ne olursa olsun.
Hizbullah bölgenin dışına sürülebilir mi?
Bu soru, Hizbullah'ın özünü yanlış anlamak üzerine kurulu.
Örgütün Hizb-Allah (Allah'ın Partisi) ve Ceyş-Allah (Allah'ın Ordusu) adlandırılması rastlantı değil. Güney Lübnan'ın Şii nüfusunda derin kökleri olan siyasi bir örgüt. Bütün pratik amaçlarda bu topluluğu temsil ediyor. Şiiler Lübnan nüfusunun yüzde 40'ını, diğer Müslümanlarla da çoğunluğunu oluşturuyor.
Hizbullah ancak bütün Şii nüfusun taşınırsa "taşınabilir" - yani, kimsenin aklından geçirmediğini umduğum bir etnik temizlikle. Savaştan sonra, nüfus ksabalarına, köylerine geri dönecek ve Hizbullah yeşermeyi sürdürecek.
Lübnan ordusu sınıra sevk edilirse ne olacak?
|
1982'de Lübnan'da bulunan ve Lübnan ordusunu savaşırken gören herkes bu ordunun ciddi bir ordu olmadığını biliyor. Üstelik askerlerinin ve subaylarının çoğu Şii. Böylesi bir kuvvet Hizbullah'la savaşmayacaktır.
Güneye sevk edilmesi tamamen Hizbullah'ın oluruna bağlı; Lübnan ordusunun orada geçireceği her bir gün de öyle.
Uluslararası bir kuvvetin yararı olur mu?
Den den. Bu slogan da üzerinde kolayca anlaşabilecekleri bir düşünce arayan diplomatlar için biçilip dikildi. Kulağa hoş geliyor; özellikle de biri "sağlam" sözcüğünü eklediğinde.
Sağlam bir uluslararası kuvvetin tam olarak ne yapması bekleniyor?
Hizbullah'ı sınır bölgesinden uzaklaştırması öneriliyor. Sözcüklerle değil, ama kuvvet kullanarak -tıpkı herkesin daha en başında görmezden geldiği bahtsız UNIFIL* gibi.
Böyle bir kuvvetin bölgeye sevk edilmesi her iki tarafın da -İsrail'in ve Hizbullah'ın- üzerinde anlaşmasıyla olursa, tamam. Böylece, İsrail hükümetinin tırmandığı ağaçtan inmesi için bir merdiven görevi görür.
Ama bu kuvvet bölgeye Hizbullah'ın rızası olmadan yerleştirilirse, buna karşı bir gerilla savaşı başlar. Uluslararası kuvvet, mahir İsrail ordusunun kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp kaçtığı yerde kalıp savaşacak mı?
İsrail içinse özel bir ikilem oluşacak: Ya Hizbullah bu uluslararası kuvvete rağmen İsrail'e saldırırsa? İsrail ordusu uluslararası kuvvetle çarpışmayı - örneğin Alman askerleriyle- göze alarak bölgeye mi girecek?
Olmert Suriye'yle görüşmeyeceğini söyledi. Uygun mu?
Öyle dedi. Şimdiye kadar birçok şey dedi; hâlâ da dilini sallayıp duruyor.
Suriye bu alanda merkezi bir oyuncu. Lübnan'daki hiçbir gerçek uzlaşma Suriye'nin -doğrudan veya dolaylı- katılımı olmadan başarılı olamaz.
Doğru, Hizbullah bizim tarafımızdan yaratıldı. İsrail ordusu 1982'de Lübnan'ı istila ettiğinde Şiiler askerleri pilavla ve tatlılarla karşıladı. Askerlerin bölgeyi kontrol eden Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) çıkaracaklarını umuyorlardı. Ama ordumuzun oraya kalmak üzere gittiğini anladıklarında 18 yıl süren bir gerilla savaşına başladılar. Bu savaşta Hizbullah doğdu ve büyüdü; ta ki Lübnan'ın en büyük örgütü haline gelene kadar.
Ama bu iş Suriye'nin esaslı desteği olmaksızın gerçekleşemezdi. Suriye İsrail'in resmen ilhak ettiği Golan Tepeleri'ni geri almak istiyor. Bunun alternatifi, Suriye'yle, balistik füzeleriyle, kimyasal ve biyolojik silahlarıyla ve kendini kanıtlamış bir orduyla savaşa girmek. Başkan Bush İsrail'i bunu yapmaya zorluyor; belki de dikkati Irak'taki ve Afganistan'daki fiyaskolarından uzağa çekmek için.
Askeri kampanyanın başlatılması nasıl değerlendirilebilir?
Dan Halutz tarih kitaplarında tüm zamanların en büyük kumandanlarından biri olarak yer almayacak.
Hükümeti bu savaşa o itti; kısmen de iki utanç verici askeri başarısızlığın üzerine örtmek için: Kerem Şalom'daki Filistin komando harekatı ve Lübnan sınırındaki Hizbullah harekatı. Hiçbir subaydan bunların sorumluluğunu üstlenmesi istenmedi. En büyük sorumluluksa, elbette ki Genelkurmay Başkanı'nda.
Halutz, Hava Kuvvetleri'nden gelen ilk Genelkurmay Başkanı, bu işi hava bombardımanıyla, topçuların ve donanmanın desteğiyle bitirebileceğine inanmıştı. Çok yanıldı. Lübnan'ı yakıp yıktıktan sonra bile, hasmını mağlup edemedi. Şimdiyse herkesin olmasından korktuğu şeye kendini kaptırmış görünüyor: Lübnan bataklığına büyük kara kuvvetleri göndermeye.
Savaşın 15. gününde, amaçlardan biri bile ulaşılmaya yakın değil. Halutz'un ne kadar umurunda ama, bir stratejist ve komutan olarak notu sıfıra yakın.
Hükümetin başındaki siviller kendilerini kanıtladı mı?
Seçimlerin ardından, İsrail'deki birçok kişi sivil bir dönemin başladığını düşündü; çünkü hem Başbakan hem de Savunma Bakanı tamamen sivildiler; askeri bir geçmişleri yoktu. Zaman geçtikçe, durum bunun tersini gösteriyor.
Tarih, güçlü liderlerin ardından gelen siyasilerin korkunç şeyler yapabildiğini gösteriyor. Kendilerinin de güçlü olduğunu, gözlerini budaktan sakınmadıklarını, savaşabildiklerini kanıtlamak istiyorlar. Franklin Roosevelt'in yerini alan Harry Truman, belki de tarihteki en büyük savaş suçunun sorumlusu: Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atmanın. Winston Churchill'in halefi Anthony Eden, Fransa ve İsrail'le birlikte dolap çevirip o aptal Süveyş Savaşı'nı başlattı.
Olmert hükümeti bu savaşı sarsıcı bir sorumsuzlukla başlattı; ciddi bir tartışma ve kasıt olmaksızın. Genelkurmay Başkanı'nın taleplerine karşı çıkmaktan korktular, korkak diye damgalanmaktan korktular.
Olmert savaştan sonra bölgedeki durumun farklı olacağını vaat etti. Böyle bir olasılık var mı?
Mutlaka var. Ama bu yeni durum bizim için eskisinden çok daha kötü olacak.
Hasan Nasrallah'ın amaçlarından biri Şiilerle Sünnileri İsrail'e karşı ortak bir savaşta birleştirmek.
Sünnilerle Şiilerin yüzyıllarca birbirinin ölümcül düşmanı olduğunun farkın varılmalı. Birçok ortodoks Sünni, Şiileri kendi dinin inançlarına karşı gelen kişiler olarak görüyor. Nasrallah, Sünni olan Filistinlilerin yardımına koşarak, birçok başka amacın yanı sıra, yeni bir ttifak oluşturmayı umuyor.
Ortadoğu'da yeni bir eksen meydana geliyor olabilir; içinde Hizbullah'ın, Filistinlilerin, Suriye'nin, Irak'ın ve İran'ın olduğu bir eksen. Suriye Sünni bir ülke. Irak şu an tüm yürekleriyle Hizbullah'ı tutan Şiilerin denetiminde. Ama ABD'ye karşı sıkı bir gerilla savaşı veren Iraklı Sünniler de Hizbullah'ı destekliyor.
Bu bloğun ABD ve İsrail'e karşı mücadele etmeleri nedeniyle Arap dünyasındaki kitleler arasında geniş bir popülerliği var. İçinde Suudi Arabistan'ın, Mısır ve Ürdün'ün yer aldığı karşı blok her geçen gün popülerliğini yitiriyor. Bu rejimler kitleler tarafından ABD'nin paralı askerleri ve İsrail'in ajanları olarak görülüyor. Mahmud Abbas hummalı bir şekilde bu kategori içinde anılmaktan kaçınmaya çalışıyor.
Peki ne yapılabilir?
Bütün Ortadoğu'da karışıklık yaratan İsrail-Filistin ihtilafına bir son vermek.
Lübnan'da bir anlaşmaya varmak. Sürekli olabilmesi için bu uzlaşmanın Hizbullah'ı ve Suriye'yi de içermesi gerekiyor. Bu da bizim Golan'ı geri vermemizi gerektirecek.
Ehud Barak'ın bunu zaten kabul edip neredeyse bir barış antlaşması -Mısır'la imzalananın bir benzeri- imzalayacak olduğunu, ama son anda kamuoyu korkusuyla ödleklik ettiğini unutmamak gerek. (UA/TK)
* UNIFIL: BM'nin İsrail'in Lübnan'ı ilk kez işgal ettiği 1978'den bu yana Beyrut'ta bulundurduğu uluslararası geçici kuvvet. İsrail geçen hafta bu kuvvette yer alan dört BM gözlemcisi bir hava saldırısında öldürmüştü.
* Uri Avnery, eski İsrail ordusu askeri ve parlamenter. Bugün bir gazeteci ve barış eylemcisi. İsrailli Gush Shalom (Barış Bloğu) hareketinin önderlerinden. 26 Temmuz'da Gush Shalom'un İnternet sitesinde İngilizce olarak yayınlanan yazısını Tolga Korkut Türkçeleştirdi.