Yalnız, bu güzel haberin sebebi hazin: Biz kendimiz sona erdiremedik, Avrupalı erdirdi. Fakat hüzün burada kalmıyor. Karar üzerine çok ibret verici yazılar ve demeçler okuyoruz. Adlarını vermeyeceğim. Çünkü derdim polemik yapmak değil, ideolojik yaklaşımın nasıl olayları çarpıttığını ve gözleri bağladığını göstermek. Bunları 3 noktada özetlemek mümkün:
1) "Bir bakıma iyi oldu. Şimdi bunu Balkanlarda kullanır, biz de Osmanlı vakıf malları için AİHM'ye gideriz".
Kendi ülkesinin hukuksuzluktan kurtulduğuna sevinmiyor da, dışarıda yapılan (veya, yapıldığını varsaydığı) hukuksuzlukları AİHM'ye götürebilme olasılığına seviniyor. "Dışarıdaki soydaşım ve dindaşım, içerideki vatandaşımdan ve adaletimden önce gelir" biçimindeki Türk-İslam Sentezinin mümtaz bir ifadesi.
İkincisi, Balkanlarda bu vakıf mallarımıza hangi koşul ve kurallar bağlamında el konduğunu bilmeden (Bakan M.Ali Şahin, bu konuyu şimdi araştırmaya başladıklarını söyledi-Milliyet, 11.01.07), kamuoyuna böyle bir umut pompalıyor. Ondan sonra, bu davaları açıp da kaybedersek, "Haçlı Zihniyeti!" yorumlarını seyrediniz.
Ayrıca, bu sonuca varmak için söyledikleri yanlış. Örneğin AİHM, "Vakıf senetlerinin yargı kararıyla bile iptal edilemeyeceği"ni falan söylemiyor. "Vakıfların herhangi bir tarihte tapu kaydıyla sahip olduğu taşınmazların, devletlerin veya mahkemelerin kararıyla başkalarına devredilemez" olduğunu da söylemiyor. Aksi halde vakıf malları yasal olarak ve kamu yararı gerekçesiyle kamulaştırılamazdı. Nitekim, bizzat bu davada tazminata sebep olan Protokol no. 1 md. 1, yasal kamulaştırmaya engel değil.
2) "Biz mülkiyeti ihlalden (Prot.1, md.1) mahkum edildik. AİHM bizi ayrımcılıktan (AİHSözleşmesi md.14) mahkum etmeyi reddetti. Bu durumda Lozan hukuken daha da güçlenmiştir".
Bir kere, bütün bunları başımıza saran 1936 Beyannamesi Lozan'ın 40. ve 42/3. maddelerinin açık ihlali.
İkincisi, bu tam bir "fukara tesellisi" ve tamamen yanlış. Çünkü AİHM "Türkiye ayrımcılık yapmamıştır" demedi. Şöyle dedi: "Prot.1, md.1'e göre yapılan inceleme ışığında, Mahkeme bu iddiayı ayrıca incelemeye gerek görmemiştir".
Çünkü AİHM'nin içtihadı böyle. Eğer somut bir maddeden ihlal bulursa, ancak bir başka Sözleşme hükmüyle birlikte okunduğunda ihlaline hükmedilebilen (yani, dolaylı) bir hüküm olan Md.14'e ayrıca girmiyor. Ayrımcılığı doğrudan yasaklayan Kasım 2000 tarihli bir Prot.12 var ama, Türkiye bunu imzalamadı (Kerem Altıparmak hocama teşekkür ederim). Tabii, bu tutum AİHM'yi epey bir iş yükünden kurtarıyor ama, daha önemlisi, fazla kritik ve siyasal konularda (ör. Kürt sorunu) devletlerle didişmekten kurtarıyor. AİHM, Md.14'ü "cinsiyet ayrımcılığı" gibi pek suya sabuna dokunmayan konularda uygulamayı seviyor.
3) "AİHM masa başında, keyfî, hiçbir ölçüye dayanmayan kararlar veriyor. Haksız ticarî kazanç kapısı haline gelirse saygınlığını yitirir".
Gerekçesi şu: "AİHM, Beyoğlu'nda Rumların 505 m2'lik taşınmazına 910.000 Avro tazminat hükmetti. Oysa yine Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfının yine Beyoğlu'ndaki 86 m2'lik taşınmazı için tam 2.200.000 Avro değer biçiyor". Hani, tam, "hangi bir yerini düzelteyim" dedikleri cinsten bir gerekçe.
Bir kere, bu konuda daha önce yazdığım için iyi biliyorum, Ermenilerinki 86 m2 değil. Avukatları D. Bakar ve S. Davuthan'a doğrulattım, sadece oturduğu zemin 99 m2, üstü de dükkan ve 6 kat. İstiklal Caddesi üzerinde ve tam hisse. Dahası, bu tazminata Kadıköy'deki 138 m2'lik ahşap bir ev de dahil. Rumlarınki ise, Beyoğlu'nda bir çıkmaz sokakta ve üç ortaklı. Hükmedilen tazminat, sadece Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı'nın [FRELV] 32'de 12 hissesine ait (Milliyet, 10.01.07).
İkincisi, bu miktarlar keyfî değil: Ermenilerin bu taşınmazına Hazine el koyuyor, daha bunun davası AİHM'de görülürken, satışa çıkartıp 4 trilyon 160 milyar liraya bir şirkete ihale ediyor. İşte, 2.200.000 Avro tazminata emsal olan miktar bu. Devletin kendi biçtiği fiyat. Sonra, medya olaya girince Maliye Bakanı satışı iptal ettiydi. Şu anda bu davanın da AİHM'de eli kulağında, yakında bombası patlar, çünkü bizzat uzlaşma talep eden devlet işi uzattı. Rumların taşınmazında ise miktar bağımsız bir ekspertiz şirketi tarafından saptandı. Hatta, AİHM kararından okuduğumuza göre (requête no.34478/97), Rumlar mahkemeye üç tane ekspertiz raporu sunmuşlar, AİHM bunu seçmiş.
***
Çocukluğumda, akşamüstü oldu mu, Alsancak'taki evimizin önünden, falanca açıkhava sinemasında o gece oynayacak filmin reklamını yapan hoparlörlü bir otomobil geçer, "Veee, filme ilaveteeen..." diye bağırırdı. Bu olayda da, bizzat Rum cemaatinin içinden bir zat çıktı: Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Başkanı Dimitri Karayani. "AİHM'ye başvurmayı vatana ihanet olarak görüyorum" deyince Hürriyet (13.01.07) hemen manşeti yetiştirdi: "Dimitri Duruşu".Demecinde "Burası Türk vakfıdır" da diyen Karayani'nin, Yargıtay 06.07.1971'de bizzat kendi vakfı için "Türk olmayanlar" terimini kullandığı zaman ne yaptığını şimdi hatırlamıyorum. Ama FRELV'nin avukatı Gülten Altan'ın şu sözlerinin ne sonuç vereceği, çocukluğumuzun açıkhava sinemalarından daha ilginç olabilir: "16 Ocak Salı 17'ye kadar 'vatana ihanet' sözlerine açıklık getirmez veya tekzip etmezse, suç duyurusunda bulunacağım. Bir kişiyi veya kurumu vatana ihanetle suçlamak başlı başına suçtur" (Hürriyet, 14.01.07). (BO/TK)