Özellikle 12 Eylül öncesinde en ufak demokratik hak ve özgürlüğe tahammül gösteremeyen, özlediği dikensiz gül bahçesi için 12 Eylül darbesine davet üstüne davet çıkaran TÜSİAD, bu muradına 12 Eylül ve arkasından gelen 24 Ocak ve tamamlayıcı ekonomik yeniden yapılanma ile kavuştuktan sonra, 1980 sonlarından bugünlere uzanan yeni bir yönelişe geçti.
Dışarıdan bakıldığında , bu yöneliş, toplumun birçok kesimine, politik parti programlarına göre "ileri" görünümlüydü. TÜSİAD'ı, alışıldık "tekelci-gerici sermaye" imajından "burjuva demokrasisinin yılmaz savunucusu" noktasına getiren şey neydi?
Serbest piyasa ekonomisi için
TÜSİAD'ın bugün itibarıyla eski başkanı Ömer Sabancı, hafta içinde yaptığı bir konuşmada şöyle konuşuyordu:
"Bundan on yıl önce, 1997 yılı başında, 'Türkiye'de Demokratikleşme Perspektifleri' raporunu kamuoyuna sunarken, TÜSİAD'ın başlıca kaygısı, bir "sanayici ve işadamı örgütü" olarak, derin ve tartışma yaratacak bir konuyu neden gündemine aldığını anlatabilmekti.
Türkiye'nin gelişmiş ülkeler arasında yerini alması için gerekli ekonomik ve sosyal altyapının kurulması misyonu ile faaliyete geçen, ekonomide serbest piyasa rejiminin benimsenmesinde öncü bir rol üstlenen TÜSİAD'ın, siyaset alanında böylesine kapsamlı bir konuya eğilmesinde üç temel tespit rol oynamıştı:
Bunlardan birincisi, Türkiye'de serbest piyasa ekonomisinin kalıcılığını sağlamak için, toplumsal uzlaşma kanalları açık, geniş katılımlı, çoğulcu demokratik bir siyasal yapının zorunlu olmasıdır.
İkincisi, ekonomik ve siyasi demokrasinin kurumlaşmasının, ancak, ülkenin aydınlık geleceği için demokrasinin tek çıkar yol olduğunu düşünenlerin kesintisiz çabalarıyla mümkün olmasıdır.
Ve üçüncüsü, insanların sistemin kurumlarına veya bütününe olan güvenini kaybetmemesi için, sistemin kendini eleştirebilmesi ve kendi çözümünü üretebilmesi gereğidir."
TÜSİAD'a demokrasi havariliği yaptıran şeyin üstüne titrediği "serbest piyasa ekonomisi" olduğu böylece ifade edilmiş oluyordu.
AB tutunacak dal olunca
Daha net konuşalım: Türkiye kapitalizmi , özellikle son 10-15 yılda, geleceğini AB tam üyeliğinde ararken, büyük sermaye için de küreselleşme tufanında tutunabilmenin tek yolu AB'ye ilişmek olarak iyice belirginlik kazandı. Ama, kısa sürede anlaşıldı ki, AB kulübüne girmenin de bir raconu var. Siyasi altyapıyı da onlarınkine benzetmek zorundasınız. Bunu yapmadan, kulübe girmek imkansız. İş çevreleri her zaman siyasetçilerden daha pragmatiktir. Oyunun kuralı buysa, biz de o kurallara uyarız diyerek, özellikle 1997'den başlayan yoğun bir "demokratikleştirme" sürecine müdahalesi oldu TÜSİAD'ın. Bunların öz olarak ne kadarı içlerine siniyor, ne kadarı hazmetme kapasitelerine uyuyordu, önemli değil, ama AB'nin koyduğu kriterlere, inansalar da inanmasalar da anayasayı, yasaları, mevzuatı uydurmaya, iktidarları uydurtmaya canla başla koyuldular. Özellikle 2001 krizi sonrası yaşanan tufanda anlaşıldı ki, tutunulabilecek iki dal (ya da çapa) var. Birincisi IMF, ikincisi AB dalı, ya da çapası. IMF çapası için hem Kemal Derviş devrinde, hem de AKP iktidarında her tür destek sağlanırken, AB'den tam üyelik için müzakere koparmak üzere de zevahiri kurtarmak için de olsa tüm demokratik çıkışlar yapıldı. AB'den uzaklaştırılacak her adıma militanca karşı çıktı TÜSİAD. Neden? Çünkü, özellikle son 15-20 yıldır Türkiye kapitalizmi sıcak para girişiyle dönüyor. Sıcak para kadar doğrudan sermaye de ülkeye girerken alacağı reel faiz kadar, sağlayacağı fırsatlar kadar, IMF ve AB'nin yaktığı ışığın rengine, istikrar vaat edip etmediğine bakıyor.
TÜSİAD mesajı anlamış: Bu iki odaktan yeşil dışında bir ışık yanmaması için ne gerekirse yapılmalı, onları mutlu edecek her tür görünüme bürünmeli. Bu, Kıbrıs, Kürt meselesi vb. dikenli konuları ayıklamadan yapılageldi.
TÜSİAD'ın bu pragmatik demokrat tutumunun, başta MHP olmak üzere, CHP ve diğer "ulusalcı" kesimleri mutlu etmeyeceği açıktı ve bazen düşük, bazen yüksek profilden çatışmalar yaşanageldi. İşte seçim düzlemine girmeye başladığımız şu günlerde, bu çatışmaların yenilerine tanık olacağız.
TÜSİAD için, mevcut siyasi partiler içinde merkeze yakın durdukça (milli görüşçü yanını öne çıkarmadıkça) AKP, yeni iktidar için de tercihe şayan. Çünkü, TÜSİAD, özellikle AB ile ilgili planları açısından ulusalcıları (CHP-MHP) tekin ve sempatik görmüyor. Böyle olunca da , AKP ile yakınlaşmasının artacağını öngörmek zor değil.