2008 kuliste son hazırlıklarını, son makyajını yapmak üzere 2007’den tacı devralacak, malum 2007 tacı pek iyi taşıyamadı, yüzüne gözüne bulaştırdı birçok şeyi, bulaştırırken de bir elinden bizleri tuttu,sürükledi dibe doğru…
Doğru dürüst gün yüzü göstermedi bize, hep kavga ettik 2007’yle, kötü niyetli bir seneydi, arada bir kendinden taviz verdi, bazen iyi, normal zaman dilimleri de yaşattı ama dayanamadı tuttu damarı ‘bir’ iyi şey yaşattıysa hemen üç kötü şeyi koydu yerine.
Bizler de alıştık bu meyus seneye. Nitekim istediğini elde etti, hafızalara kazıdı kendini, biz çitelesek de aylar boyunca, yapıştı kiri bir kere, paklanmaz kolay kolay…
2007 benden gidince hafifleyeceğim
Bu sene farklı bir şekilde bekliyorum yeni yılı, sabırsızlandığımdan ya da çok büyük umutlar taşıdığımdan değil. Sadece bir an evvel kurtulmak istiyorum 2007’nin ağırlığından, bize çökerttiği ruh halinden... Sanki 2007 benden gidince daha hafifleyecekmiş gibi hissediyorum.
Eskiden havaalanında uçağına binecek bir yolcunun heyecanıyla beklerdim yeni yılı, şimdi ise çok zor koşullarda geçen, türbülansı bol olup, her daim sarsan, ağır bir uçak yolculuğundan dönmüş ve yorgun argın aktarma yapacak gibi binmek üzereyim 2008’in uçağına. Bir yandan bu uçağın içten içe beni daha güzel bir yaşama götürmesini umuyorum öte yandan da daha beter türbülanslar yaşamaya korkuyorum.
Doğum günü hediyem
Aslında ben geçen sene 2 Ocak’ta adım gibi biliyordum 2007’nin çok fena bir yıl olacağını, nasıl mı? Ben yılbaşı çocuklarındanım, 2 Ocak doğumluyum. Anne rahminin dünyadan daha huzurlu bir yer olduğunu anlamış olacağım ki kaçınılmazı ertelemeye çalışmışım elimden geldiğince... 1982 yerine iki gün erteleyerek 1983’de dünyaya gelmeyi daha uygun görmüşüm kendime.
Yılbaşına yakın dönemlerde doğan çocuklar, doğum günü ve yılbaşı arasında sıkışır kalırlar ve galip gelen her daim yılbaşı olur.Yılbaşına girerken, aile ve arkadaşlar ortak bir kararla doğum günü pastanızı keser, ilk mumları yılbaşı gecesi üfletirler size. Bu yüzden asıl doğum günümü anlamam pek. Geçen sene ise pastayı yılbaşı gecesi değil dışarıda yenen bir yemek sonrasında doğum günümde kestik aile ve yakın dostlarımla...
En unutmayacağım doğum günümdü, güzel olduğundan falan sanmayın, dönüşte ailece bir kaza geçirdik, neyse ki bir hiçbirimize ciddi bir şey olmadı ama nahoş bir kazaydı...
Anneme kazadan sonra ‘doğum günümde hediyem buysa bu sene hiç ama hiç iyi geçmeyecek’ dedim malum nasıl başlarsa öyle gider mefhumu var ya...Annem ise ‘aklından geçirme öyle şeyler’ dedi, geçiştirdi. Gelin görün ki haklı olan ben oldum ve anneme o geceyi, o kısacık konuşmayı hatırlattım birçok kez...
Ben 19 Ocak’ı iple çekerken...
Ertesi günü yakın bir arkadaşımın babasını kaybettik, ilk haftaya ölümle açılış yaptık... 2007’nin ilk ve son ölümü olsun diye temenni ettik hep bir ağızdan... İlk hafta hiç ama hiç iyi başlamamıştı... Ardından finallerin sıkıntısı başladı. Son finalim ise 19 Ocak saat 13.00’deydi. İple çekiyorum beni özgürlüğüme kavuşturacak o günü,arayıp görüşmek isteyen tüm arkadaşlarıma da 19 Ocak’tan sonra sizleyim,her şeye varım diyordum… Bilseydim ipi çekmez hep 19 Ocak öncesinde kalmak için mücadele verirdim..
19 Ocak gelip çatıyor,son sınavıma giriyorum, saat 15.10’da çıkıyorum, telefonumda birçok cevapsız arama görüyorum. En çok da ağabeyimden,anlıyorum garip bir durum olduğunu. Arıyorum "hayrola aramışsın?" diyorum... "Hayır değil maalesef" diyor, "Hrant Dink’i vurdular". İdrak edemiyorum başta, bacağından falan vuruldu sanıyorum bir an için, ağabeyime soruyorum durumu nasıl diye? "Malesef kaybettik" diyor... O an her şey benden uzaklaşıyor
Sınıflar merdivenler, insanlar, her şey un ufak oluyor. Yeni yılın on dokuzuncu, 24 yaşımın ise on yedinci gününde, ağabeyimin o telefonu beni "yaşlandırıyor", gençliğime el koyuyor, gözyaşı gözlerimi süresiz esir alıyor. Sonraki süreç zaten malumunuz. Hayatımızın Hrant Dink sonrası evresine girmiş bulunuyoruz ve kurulan yeni düzene alışmaya çalışıyoruz... O günden sonra bardağın dolu tarafını da, boş tarafını da göremiyorum, bunları görmem için en elzem olan şeyi kaybettim, yani ‘suyu’ yitirdim.
İnsan ruhu da ‘yap-boz’ gibiymiş
Çok acıklı bir dönüm noktasıydı 2007. Kendimi yeniden inşa ettiğim seneydi. Hani derler ya büyük bir acının ardından insan değişir, öyleymiş hakikaten, yeniden inşa ettim kendimi, tuğlalarımı bir bir yeniden ördüm. İnsan ruhunun da yap-boz gibi bir şey olduğunu gördüm. Büyük oyuncular küçük bir çocuğu alet ederek ruhumuzun ‘yap-boz’unu dağıttı. Sonra yerine başka bir ‘yap-boz’ verdiler, daha farklı manaları olan ve bir o kadar karmaşık.. Ama o kadar çok eksik parça bıraktılar ki yerine koyamadık hiçbir şey.
2007’de yeniden inşa ederken kendimi, "Ermeniliğimi" de sorguladım... Başkalarının bizim "Ermeniliğimizi" sorguladığını ve bundan korkunç derecede rahatsız olduğunu gördüm... Gitmek fikri geldi yerleşti bir an beyinlere ve aynen şu satırları yazdım Elif Şafak’a gönderdiğim ve içimi döktüğüm mektupta: "Hrant Dink’in aramızdan zorla alınışından beri kafamda bir kurşun ve kalbimde kocaman bir delikle yaşayacağım. Bu kabullenilmesi gereken çok acı bir gerçek. Bir Ermeni olarak çok değişik duygular içerisindeyim. İlk başta çok üzgünüm, çok kızgınım ama galiba ve en vahimi çok kırgınım. O kadar kırgınım ki ilk defa kendimin; yok edilmesi gereken bir Ermeni dölüne indirgendiğimi hissettim, ötekileştim sanki 19 Ocak’tan beri. Gitmek daha mı iyi?.........."
Nitekim gitmedim ama içimden birçok şey benden gitti, planlarım benden gitti, neşem gitti, bu şehir benden gitti. 19 Ocak’tan beri gitmediğinden emin olduğum tek şey var ki o da kırgınlığım. Boğazımdaki düğümler hala benle beraberler ve ben onlara hala alışamadım.
2007’nin rengi gri
Renklerimi de kaybettim bu sene, geçen gün kantinde bir arkadaşım "‘Eskiden daha renkli giyerdin koyulttun kendini epeydir" dedi... Hakikaten de öyleydi, gri, siyah, kahverengi renkleri teslim aldı beni, koyulttum kendimi... 2007 ne renkti diye sorarsanız eğer, "Gri" derim. Birçokları "Siyah" der belki de ama siyahın ayrı bir güzelliği vardır, kiri, pisliği örter. Sayesinde en kirli şey bile bize daha güzel görünür.
2007 ise griydi ta başından beri. Siyahla beyazın mücadelesidir gri, arada kalmıştır, ne tam siyah olabilmiştir ne de tam manasıyla beyaz, arafta kalmıştır, bulanıktır ve belirsizliği içinde barındırır. 2007 griydi, kasvetliydi, fazla geldi hafızama, ruhuma. Bilsem ruhun ameliyatı var, 2007’yi aldırmak isterdim aynen koca bir urmuşçasına...
Özetle bu seneyi sevemedim, onca olumsuzluk, Hrant Dink’i kaybetmek, güvenimizin sarsılması, insanların insaniyetlerinden uzaklaşması, sevdiğim birçok insanı ardı ardına kaybetmek... Ülkenin hali, toplumun halet-i ruhiyesi, cinnet, şiddet ortamı, tüm yaşananlar ağır geldi bana.
Dilek listem
Çocukluğumuzda nasıl ki yeni yıla girmeden dilek listeleri hazırlardık bu sene de oturup çıkarttım bir liste, içimdeki "yaşlı çocuğun" listesiydi bu, sizle de paylaşayım yeri gelmişken:
"18 Ocak 2007’ye geri dönmek, 2007’yi hiç yaşamamış olmak, çok fonksiyonlu bir zaman makinesi, karanlığı aydınlatacak adalet, vicdan,hakkaniyet, insanlık, ifade özgürlüğü, huzur, şevk, empati, barış, yastığa başımı koyar koymaz uyumak..."
Noel Baba için çok zor bir liste hazırladığımı biliyorum, muhtemelen beni üzmemek için görmemiş gibi yapacak listemi. Zaten her şeyi "mış" gibi yapmaya alıştık, yüzümüze maskeler takıp neşeli görünmeye, bolca makyaj yapıp yüzümüzdeki morlukları örtmeye, rol kesmeye alıştık…
Noel Baba da alışmıştır muhtemelen "mış" gibi yapmaya, kılığı da hazır zaten... Muhtemelen bana teselli niyetine daha mümkün hediyeler getirecek ama eğer hala duyarsa sesimi, hiç olmazsa bardağın içini dolu veya boş gösterecek suyu getirsin, ona da razıyım... (NK/NZ)