15 akademisyen Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü'nün yargılandığı davaya konu olan sınav sorusunu değerlendirdi.
Ünlü, Türkiye’de Siyasal Hayat ve Kurumlar dersinin final sınavında Kürt hareketinin / Kürt toplumunun yaşadığı dönüşümü sorarken öğrencilerinden Öcalan’a ait iki metni kıyaslamasını istedi. Bu soru nedeniyle “terör örgütü propagandası yapmak” ve “suçu ve suçluyu övmek” suçlamalarıyla yargılanıyor.
Davanın ilk duruşması yarın (3 Şubat) Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde saat 09.20’de görülecek.
Soru ve dava hakkında, Prof. Dr. Cem Eroğul, Prof. Dr. Füsun Üstel (Galatasaray Üniversitesi), Prof. Dr. Korkut Boratav, Prof. Dr. Şevket Pamuk (Boğaziçi Üniversitesi), Prof. Dr. Taner Timur, Tanıl Bora (İletişim Yayınları Araştırma-İnceleme Dizisi Editörü), Prof. Dr. Levent Köker, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Prof. Dr. Baskın Oran ve Zürih Üniversitesi’nden PD Dr. Josef Estermann, Prof. Dr. Svenja Goltermann, Prof. Dr. HeinzKäufeler, Prof. Dr. Hans-LukasKieser, Prof. Dr. Matthieu Leimgruber, Prof. Dr. PhilippSarasin, Prof. Dr. Jakob Tanner'in görüşleri şöyle:
TIKLAYIN: ÖCALANLI SINAV SORUSU DAVASI BAŞLIYOR
Prof. Dr. Cem Eroğul: Mülkiye'nin görevi
Böyle bir dersin gerekliliği konusunda en ufak bir kuşku duyulamaz. Mülkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilenme ya da yok olma ikilemiyle karşı karşıya kaldığı 19. yüzyılda devletin kendini yenileme kararının en önemli adımlarından biri olarak kurulmuştur.
Okulun görevi, devleti kurtaracak olan, onu yeni ve sağlam temeller üzerine oturtacak olan yüksek memur tabakasını yetiştirmek olarak belirlenmiştir. Yüksek memuriyet üç temel alan üzerinde düzenlenmiştir: idare, maliye, hariciye. Bu alanların her birinde, devletin varlığına ve geleceğine ilişkin en temel sorunlarda olabildiğince geniş ve derin bilgi sahibi olmak hedeflenmiştir.
Elbette ki her alanda, en yakıcı sorunlara öncelik verilmiştir ve verilmesi gerekir. 19. yüzyıldan beri, Osmanlı İmparatorluğu’nu, sonra da Türkiye Cumhuriyeti’ni meşgul eden en önemli sorunlar arasında, Ermeni ve Kürt sorunları vardır. Nasıl ki, maliye alanında dış borç sorunu, Düyunu Umumiye’den IMF’ye giden kurumsal tarih ve güncel yapı ve dar boğazlar derinlemesine bilinmeden bu ülkenin işine yarayabilecek bir üst düzey maliye memuru olunamazsa, Ermeni ve Kürt sorunları da, tüm geçmişleri ve güncellikleriyle bilinmeden, devlete gerçekten hizmet edebilecek nitelikte bir üst düzey hariciye memuru olunamaz.
Ermeni ve Kürt sorunları gerçekten öğrenilmek isteniyorsa, özellikle bu sorunları kendilerine dava edinenlerin görüşleri ilk elden öğrenilmelidir. Nasıl ki Marx’la Engels’in yazdıkları Komünist Manifesto okunmadan komünizm ya da Hitler’in yazdığı Kavgam okunmadan faşizm anlaşılamazsa, Kürt davasının en önde gelen ismi olan Öcalan’ın yazdıkları bilinmeden bu sorunun tam olarak ne olduğu anlaşılamaz.
Dolayısıyla böyle bir ders, devletin ana sorunlarıyla boğuşacak nitelikte elemanların yetişmesi için temel önem taşımakta ve böyle bir ders de, ancak bu sorunları kendilerine dava edinenlerin yazdıkları incelenerek verimli bir şekilde yürütülebilir. Ders böyle olunca da, sınav sorularının müfredata uygun olması, yani bu davaları sahiplenenlerin eserlerine ilişkin olması kaçınılmazdır.
Prof. Dr. Füsun Üstel: Öğretim yapma özgürlüğünü kullandı
Geçtiğimiz iki yılda akademik özgürlüklere yönelik hak ihlallerinde büyük bir artış yaşandı. İdari soruşturmalar, üniversite yönetimlerinin yaygın ve sistemli bir biçimde başvurduğu, neredeyse rutin bir uygulama halini aldı. Siyasal iktidarın ve sermaye gruplarının yedeğindeki üniversiteler, idari soruşturmalar vasıtasıyla hukuku askıya alarak seçilmiş bir grup akademisyen üzerinde yoğunlaşan bir istisna hali yarattılar.
Bu çerçevede Barış Ünlü’ye açılan ceza davası, ‘Yeni Türkiye’de yapılmak istenen yükseköğretim mühendisliğinin zihniyetini ortaya koyması açısından büyük bir önem taşıyor. Bu dava, akademisyenin temel görevi olan bilgiyi araştırma, tartışma, öğretme, anlatma ve yayımlama konusunda uluslararası belgelerle de tanınan hak ve özgürlüklerinin ‘ilintilendirme’ yoluyla ihlal edilmesidir.
Bu konuda Unesco’nun 1997 tarihli Yüksek Öğretim Akademik Personelinin Durumuna İlişkin Tavsiye’sinin 28. maddesine işaret etmekte fayda var. Söz konusu maddede akademisyenin “öğretim özgürlüğü” konusunda şu ifade yer almaktadır: “Yükseköğretim akademik personeli, mesleki sorumluluk ve öğretim ölçüt ve standartlarıyla bağlantılı entelektüel sınırlar gibi mesleki ilkeler hariç hiçbir engelleme olmaksızın öğretim yapma özgürlüğüne sahiptir. Yükseköğretim akademik personeli kendi doğru bildiği ve vicdanıyla çelişecek şekilde öğretim yapmaya veya ulusal ve uluslararası insan hakları standartlarına aykırı metot ve müfredat kullanmaya zorlanmamalıdır. Müfredatın belirlenmesinde yükseköğretim akademik personeli önemli bir rol oynamalıdır.” Barış Ünlü de, öğretim yapma özgürlüğünü söz konusu çerçevede kullanmıştır.
Prof. Dr. Korkut Boratav: Savcının gönlündeki üniversite…
Bir üniversite öğretim elemanının sınav sorusunun bir ceza davası konusu yapılması, akademik özgürlükler ve üniversite özerkliği açısından kabul edilemez. Bu tür uygulamalar başlarsa, özellikle sosyal bilimlerde üniversite öğretimi imkansız hale gelir.
Öyle anlaşılıyor ki, davayı açan savcının gönlündeki üniversitede, yukarıdan birileri, ders kitaplarını, sınav soruları havuzunu, cevap anahtarlarını önceden hazırlamıştır. Sınavlar bu müfredata göre merkezi olarak yapılır; değerlendirilir. Aykırı, tehlikeli cevap sahipleri savcılara sevk edilir; müfredata uygun cevap sahiplerine, nihai aşamada diplomalar dağıtılır. Diplomaların dağıtımından önce de, öğrenciden rejime, hükümete sadakat beyanı da yazılı olarak talep edilebilir.
Prof. Dr. Şevket Pamuk: Temel kaynaklar incelenmeden bilim yapılamaz
Üniversiteler araştırma yoluyla doğrulara ulaşılmaya çalışılan ve üretilen bilimin genç kuşaklara aktarıldığı kurumlardır. Temel kaynaklar incelenmeden bilim yapılmaz. Araştırma yapılmayan, bilgi üretilmeyen kurumlara da üniversite adı verilemez. Akademik özgürlükler ve üniversite özerkliği işte bu nedenlerle önemli ilke ve değerlerdir.
Söz konusu soruda öğrenciye bir telkin ya da baskı yapılmamaktadır. Bir üniversite öğretim elemanının ülkemizin tarihi incelerken temel kaynakları kullanmayı özendiren bir sınav sorusunun bir ceza davası konusu yapılması çok düşündürücüdür. Bu durum üniversitelerin toplumdaki yerlerinin anlaşılamadığını ya da üniversitelerin liselere dönüştürülmekte olduğunu gösteriyor.
Prof. Dr. Taner Timur: Soru telin edici, yönlendirici değil
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde daha önce benim de yıllarca vermiş olduğum bir dersi vermekte olan Dr. Barış Ünlü’nün sınavlarda sorduğu bir soru yüzünden yargılanmakta olduğunu hayretle öğrenmiş bulunuyorum. Bu nedenle ilgilenip okumuş olduğum sınav sorusu, Abdullah Öcalan’ın 1978 ile 2012 yılları arasında geçirdiği fikri dönüşüm ile ilgili olup, hiçbir telkin edici ve yönlendirici nitelik taşımamaktadır.
Herkesin bildiği gibi, PKK kurucusu Abdullah Öcalan yargılanmış, hüküm giymiş ve şu anda da hapishanede bulunan bir mahkûmdur. Oysa son yıllarda çözüm süreci” adı altında yürütülen görüşmelerde, dolaylı yollarla da olsa Hükümet’in muhatabı olmuş ve farklı bir siyasal kimlik kazanmıştır. Öte yandan aynı şahıs, AİHM’ye yaptığı savunmayı da kitaplaştırmış ve uluslararası bir davada da muhatap haline gelmiştir. Soruda söz konusu olan ve Abdullah Öcalan’ın varmış olduğu noktayı ifade eden “demokratik modernite” kavramı da aslında Öcalan’ın icat ettiği bir kavram olmayıp, eserleri Türkçeye de çevrilmiş bulunan batılı düşünür Murray Bookchin’e aittir ve Öcalan yıllardır, bu savunmasıyla, ayrılıkçı görüşleri reddeden bir konum içine girmiştir. Bütün bunlar göz önünde bulundurulursa, Hükümet’in yakın zamanlara kadar muhatap aldığı ve bazı yazarların da daha bir ay önce, hakkında, “Öcalan ne zaman devreye girecek?” (Abdülkadir Selvi; Yeni Şafak, 23 Aralık 2015) diye yazılar yazdığı bir şahsın fikirlerinin üniversitede tartışılmasını yargı konusu yapmak, anlaşılır bir şey değildir. Bir hukuk devletinde kanunlar soyut ve geneldir ve herkese eşit bir şekilde uygulanmalıdır.
Zürih Üniversitesi’nden 7 akademisyen: Analitik karşılaştırma için gerekli
Akademik yaşam, özellikle siyaset biliminde ve sınavları da içerecek şekilde, gerçeklikle ve şimdiki zamanla temas halinde olmalıdır. Türkiye’de bu olgu, Kürt hareketinin ve onun kurucu nitelikteki metinlerinin analiz edilmesini içerir. Bu, Yard. Doç. Dr. Barış Ünlü’nün sınavda sorduğu gibi, Abdullah Öcalan’ın başlıca metinlerinin analitik bir karşılaştırması için de elbette geçerlidir.
Kürt sorunu ve Türkiye’nin geleceğine dair olası alternatifler hakkındaki ciddi ve güncel bir tartışmada, “sömürge”, “ulus-devlet”, “devrimci şiddet”, “demokrasi”, “yerel yönetim” gibi kavramlar, temel kavramlardır. Bu anlamda, meslektaşımızla tam dayanışma içindeyiz.
Zürih Üniversitesi’nin ve uluslararası akademisyenler topluluğunun üyeleri olarak, kuvvetle umuyoruz ki, Yard. Doç. Dr. Barış Ünlü’ye karşı açılan ceza davası, özgür akademinin endişe verici mahkumiyeti anlamına gelmeyecek ve dolayısıyla ülkenin geleceği üzerine karanlık bir gölge düşürmeyecektir.
Tanıl Bora: “Sakıncalı” metinlere eğilme gereği
Siyasal düşünce dersi, “kanonik” denen, yani standart müfredatı oluşturan metinlerin, konuların, döne dolaşa tekrar tekrar işlenmesiyle de yapılabilir. Türkiye’de çoğunlukla da öyle yapılıyor. Kuşkusuz bundan da öğrenilecek şeyler vardır. Fakat daha fazla zihin açan, toplumun zihniyet dünyasına nüfuz etmemize daha fazla katkıda bulunacak bir siyasal düşünceler dersi, ufku ve malzemeyi genişletmeyi gerektirir. Sadece meşhur olmuş kitaplara ve resmi evraka değil, kenarda köşede kalmış veya muteber addedilmeyen eserlere, bildirilere, beyanlara bakmayı gerektirir. “Sakıncalı” sayılan metinlere de eğilmeyi gerektirir. “Marjinal” diye damgalanmış bile olsalar… Hele öyle veya böyle etkili olmuş metinler, düşüncelerse söz konusu olan, bunlara yokmuş gibi davranmak, araştırmacının, bilim insanının kendi gözüne perde çekmesi demektir.
Barış Ünlü, Türkiye’de siyasal düşünce çalışmaları alanında yeni kuşaklar içinde, işte bu geniş ufuklu yaklaşımın parlak bir örneği olan, müstesna bir araştırmacıdır. İlgi alanının genişliğiyle, merakının tazeliğiyle müstesnadır. Etkisine veya üretkenliğine rağmen ihmal edilenleri, kaale alınmayanları mercek altına almasıyla müstesnadır. Hamasetten uzak, analitik, serin bakışıyla müstesnadır. Onun sınavda sorduğu soruyu “ihbar” malzemesi yapan öğrenciye, müstesna bir hocanın kıymetini bilmediği için acımak gerekir. Bir sınav sorusundan suç delili çıkarılan yerde ise, siyasal düşünce üzerine çalışmak, düşünceye hürmet etmek, akademik faaliyet, zaten manasız hale geliyor demektir.
Prof. Dr. Levent Köker: Kitap serbest, soruya konu edilmesi suç
Bu sorudan hareketle, Barış Ünlü’ye yukarıdaki suçlamaların yöneltilebilmiş olması, hatta bu suçlamaların ciddiye alınıp bir dava konusu haline gelebilmiş olması, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda devletin ‘insan haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti’ olarak nitelenmesini mümkün kılan yüzyılı aşkın müktesebatı düşünüldüğünde, gerçekten hazin bir durum. Bu hazın durumun, ifade hürriyetinin, bilim ve san’at hürriyetinin ne anlama geldiğinden, akademik özgürlüğün özel olarak korunması gereken temel değerler içindeki öneminden başlayıp Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarının bağlayıcılığından dem vuran tartışmalara vesile yapılması ise çok ayıptır, şahsen söylüyorum, yüz kızartıcıdır.
İki noktayı belirtmeden geçmek, yine de, içime sinmiyor doğrusu. İlki şu ünlü Terörle Mücadele Kanunu, “terör örgütü propagandası” ile ilgili olarak, “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde” propaganda yapmaktan söz ediyor. Üniversitede sınav sorusu sorma yoluyla propaganda yapılabilir mi? Yapılabilirse, Barış Ünlü’nün sorduğu soruda, “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde” denebilecek bir vasıf görülebilir mi? Türkçe yazıyor, Türkçe okuyor, Türkçe düşünüyoruz, değil mi?
İkinci nokta, sınav sorusuna konu olan Abdullah Öcalan’ın imzasını taşıyan kitaplaştırılmış metinlerle ilgili. Bunlardan 1978’de yayınlanıp sonradan genişletilerek yeniden basılan kitapla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi, 25 Haziran 2014 günlü kararında şöyle diyor: “Kitap, bir bütün olarak incelendiğinde şiddeti övdüğü; başvurucunun kavramsallaştırmasına göre “önümüzdeki süreçte’ kişileri terör yöntemlerini benimsemeye başka bir deyişle şiddet kullanmaya, nefrete, intikam almaya veya silahlı direnişe tahrik ve teşvik ettiği yönünde değerlendirilemez.”
Yine bu kararında Anayasa Mahkemesi, kitabın, ‘silahlı terör örgütü kurma ve yönetme suçundan hükümlü Abdullah Öcalan” tarafından yazılmış olmasının da yasaklama ve toplatma için geçerli bir gerekçe olmadığını belirtmiştir.
Yani şöyle bir durumla mı karşı karşıyayız: Abdullah Öcalan’ın kitap yazması, yazdığı kitabın yayınlanması, bu kitap veya kitaplarda Kürt sorununu el alması, tartışması serbest, buna karşılık bu konuların üniversitede konuşulması, tartışılması, dolayısıyla da sınavlarda sorulara konu edilmesi suç, hem de “propaganda” suçu. Propaganda ile ilgili hüküm ve Anayasa Mahkemesi kararları bu kadar açık, net ortadayken üstelik. Ve Türkiye Cumhuriyeti, “insan haklarına saygılı demokratik hukuk devleti” öyle mi? Barış Ünlü ile ilgili nihai hüküm aslında bu soruya da bir cevap vermiş olacak.
Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu: Müdahale Anayasa’ya da aykırı
Üniversite öğretim üyesinin ders ve sınavlarında belirleyici olan bilim ve araştırma özgürlüğü verileridir. Açıkça şiddete çağrı, ırkçı söylem ve suç işlemeye teşvik söz konusu olmadıkça, ders veya sınav içeriğine müdahale, hiçbir gerekçe ile kabul edilemez ve haklı gösterilemez. Aksi halde, bilim ve araştırma özgürlüğü kriminalize edilmiş olur, tıpkı Barış Ünlü olayında olduğu gibi.
Hukuka tamamen yabancı olan böyle bir müdahale, sadece, bilim ve araştırma özgürlüğüne ilişkin uluslararası belgelere aykırı olmayıp, 1982 Anayasasına da açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Bu da, o kötü yönetimi, Anayasa ile meşrulaştırmaya çalışanların otoriter ve totaliter eğilimi kadar, ikiyüzlülüğünü açık bir biçimde yansıtmaktadır.
Prof. Dr. Baskın Oran: Cumhurbaşkanı Bu Genelgeyi YÖK’e Göndermeli
Ben şahsen Sayın Cumhurbaşkanımızı ve kendisinin “yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir tarafa!” diyerek, savcıların açmasına sebep olduğu davaları tamamen destekliyorum. Memlekete çok özlediğimiz bir istikrarın gelmesi için herkesin de böyle yapacağını ummaktayım. Bu cümleden olarak, Sayın Cumhurbaşkanı YÖK’e aşağıdaki genelgeyi derhal göndermeli ve YÖK de bunu vakit geçirmeden bütün üniversitelere tebliğ etmelidir:
“Üniversite öğretim üye ve yardımcıları ve öğretim görevlileri:
“1)
a) Sabah fakülteye girerken,
b) Öğle yemeğine çıkarken,
c) Öğle yemeğinden dönünce,
d) Akşam mesaiden çıkarken,
kapıda kaşe basacaklardır. Öğle yemeğini fakülte kantininde yiyecek olanlar için (b) ve (c) şıkları uygulanmaz;
“2) Verecekleri derslerde, Başkanlığımızdan gönderilecek üniteleri müfredatta aynen okutacak ve bunlardan başka ders malzemesi kullanmayacaklardır;
“3) Dekanlıklar, her sınıfa bir kamera konulması suretiyle sınıfta düzeni sağlamakla sorumlu olacaklardır;
“4) Sınav dönemi gelince, üniversiteye giriş sınavlarında olduğu gibi, sorular kendilerine Dekanlıklar vasıtasıyla kapalı zarf içinde gönderilecektir. Sınavdan sonra kağıtlar aynı gün içinde Dekanlığa teslim edilecek ve değerlendirilmek üzere Başkanlığımıza yollanacaktır.
“5) Sayın Cumhurbaşkanımızın, “yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir tarafa” biçimindeki talimatları bağlamında, işbu genelgenin uygulanması için mevcut YÖK yasa veya yönetmeliklerinde herhangi bir değişiklik yapmaya gerek bulunmamakta olup, ders ve sınavlara ilişkin bu kurallar bundan önceki mevzuat bir tarafa konularak aynen uygulanacaktır. Bunun aksine hareket edecek akademisyenler, Başkanlığımıza olay günü mesai saati sonuna kadar bildirilecektir.
Gereğini aynen rica ederim.
YÖK Başkanı”
(BK)