Ben diyorum ki, hayır kardeşim Her Türk Asker Doğmaz! Her Türk asker doğmak, askerlik yapmak, asker ölmek, askerde ölebilmek mecburiyetinde değildir. Nasıl her Türk nükleer fizikçi, baraj mühendisi, balet, narenciye üreticisi, son ütücü olarak doğmuyorsa, doğmayacaksa, doğmaması tercih nedeniyse her Türk, asker de doğamaz. Doğmayacaktır. Doğmaması gerekir.
Önce yıllardır, on yıllardır, yüz yıllardır maruz bırakıldığımız militarist koşullanmalardan kurtulmamız gerektiğini, bazılarımızın böyle bir tercihi olabileceğini kabul etme "alicenaplığını" göstermemiz gerektiğini, ARTIK gerektiğini söyleyerek lafa başlayalım.
Avrupa Konseyi'ne üye 46 ülke içinde vicdani reddin bir hak olarak tanınmadığı yalnızca iki ülkenin: Azerbeycan ve Türkiye'nin bulunduğunu belirtelim. Ermenistan'ın dahi vicdani reddi bir hak olarak tanıdığını, kurucuları arasında bulunduğumuz Avrupa Konseyi tarafından vicdani reddin tarafımızdan reddiyle ilgili, mutat sıklıklarla uyarıldığımızı.
Şimdi biliyorsunuz (ya da bilmiyorsunuz) Mehmet Tarhan diye biri var. Mehmet Tarhan total redçi. Mehmet Tarhan, kardeşim ben barışı seviyorum. Ben antimilitaristim. Ben elime silah almam, Silahlı Kuvvetler'e de (hiçbir kisve altında) hizmet vermem, veremem. Diyor. (Onun sözleriyle değil, ben kendi dilime çeviriyorum.) Mayıs 2001'de askerlik yapmayı reddettiği için tutuklanıyor.
Ve o gün bugündür Mehmet Tarhan'ın başı belada. Zira Türkiye Cumhuriyeti, Mehmet Tarhan'a bu insan hakkını, eline silah almama, Silahlı Kuvvetler'e hizmet etmeme hakkını tanımıyor. Mehmet Tarhan eşcinsel. Ve yurdumuzda eşcinsel olanlar bir nevi "sakat" "kusurlu" vs. vs. kabul edilerek askerlikten muaf tutulabiliyorlar. Bir sağlık kurulunun muayenesine maruz bırakılarak.
Mehmet Tarhan bu muayeneye maruz bırakılmayı reddediyor. Zira o eşcinsel olduğu için değil (yani "kusurlu" ve bir nevi "sakat" kabul edilmeyi kabul ettiği için değil) TOTAL REDÇİ olduğu için askerlik yapmayı reddediyor.
Askeri Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi ise vicdani reddin kabul edilemezliğine hükmediyor. "Silahlı çatışmaların devam ettiği bir coğrafyanın ortasında bulunan Türkiye'nin ülke savunması için gerekli tedbirleri alması zorunludur. Bunun için her erkeğin zorunlu askerlik yapacağı benimsenmiştir" ifadesiyle.
Ve de Sivas Askeri Mahkemesi'nin Mehmet Tarhan hakkında verdiği iki davada toplam dört yıl hapis kararını bozuyor. Tarhan'ın (zorla) muayeneye tabi tutularak "eşcinsellik" gerekçesiyle terhisinin verilmesini talep ediyor. Yakın zamanda görülen davada Sivas Askeri Mahkemesi de Yargıtay'ın bozma kararına itiraz ediyor. Yani Tarhan'ın davası yine Askeri Yargıtay'da. Saçları zorla kesilmiş bulunan Mehmet Tarhan Sivas'ta, Askeri Cezaevi'nde. Bu davanın seyrine bakarak daha yıllarca orada kalacağına da hükmedebiliriz. Cezaevi koşullarının alabildiğine "zor" olacağını da.
Zira Mehmet Tarhan'dan önce 87'inci maddeden (EMRE İTAATSİZLİK maddesi) yargılanıp askeri hapishanelerde yatmış bulunan vicdani redçiler Osman Murat Ülke, Mehmet Bal ve Halil Savda'nın ne mene maddi ve manevi işkencelere uğradıkları; diyelim Mehmet Bal'ın üstünden askeri üniformasını çıkartmaması için ellerinden ve ayaklarından kelepçelendiği, el fizyonomisi "düşünülerek" yapılmış bulunan kelepçeler ayaklarını kestiği için Adana Askeri Cezaevi Komutanı Albay Durdu Solak tarafından özel olarak imal ettiri len prangalarla ayaklarından prangalandığı "filan" biliniyor.
Yani Mehmet Tarhan'ı Askeri Cezaevi'nde geçireceği "meşakkatli" (nasıl da efendice kelimeler seçiyorum) yıllar bekliyor. Böyle bir tercihi olduğu için. Antimilitarist olduğu için. Silahlı Kuvvetler'e hizmet vermeyi reddettiği için. Bu red hakkı kendisine tanınmadığı için.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım: Yurdumuz topraklarında 300 bin ila 400 bin arasında değişen (kayda değer) sayılarda asker kaçağı dolaşıyor. Ne yapılıp edilse bu sayı aşağı çekilemiyor, her üç ila beş yılda bir "bedelli askerlik" çıkarılarak zevahir kurtarılıyor: Yani "bedelini" ödeyebilecek maddi imkanlara sahip çocuklarımız Askeriye'nin emrinde geçirilecek 15 aylık bir süre ve süreçten "yırtıyorlar." Modernize edilmiş bir ordudan, profesyonelleştirilmiş bir ordudan (bizzat ordusu tarafından) bu denli sık söz edilen bir ülkede, ordumuzun bütçemizden aldığı pay bu denli "hatırı sayılır" iken, teknoloji bu denli ilerlemiş (özellikle savaş teknolojisi) bir sürü aletin başına "uzmanlar" yani "teknik donanımlı subaylar" dışında kişilerin yerleştirilmesi giderek imkansız hale gelmiş iken1) Askerlik süresi şu kısaltılmış haliyle bile, ziyadesiyle uzun değil midir?
2) Ordumuzun bu kadar çok sayıdaki kişiyi askere almaya çalışması hakiki bir zaruret midir? 3) Bu denli çok para harcayabilen ve hatta elemanlarının kaynaklarıyla OYAK gibi bir ekonomi devini yaratıklandırabilen Yüce Ordumuz, "Türkiye'nin içinde bulunduğu ÖZEL koşullar" teranesinin artık az biraz eski etkisinde ve inandırıcılığında olmadığını, bilmem kabule yanaşabilecek midir? Diyelim Aczmendiler, Yehova Şahitleri, kimi fundamentalist Protestanlar ellerine dinleri gereği silah değdirmeyi reddediyorlar. E artık biz Avrupa Birliği'ne Uyumlu müreffeh bir ülke olduğumuza/olacağımıza göre Budistlerimiz'in, Hindularımız'ın sayısında da natürel bir artış olacak. E madem fikri hür, vicdanı hür bir ülkenin çocuklarıyız; vicdani redcilerimiz de anlaşılan, olacak. Olacaktır. Olsun.
Askeriyemiz için "Bedelli Askerlik" söz konusu olduğunda içleri kan ağlayarak da olsa gözardı edilebilen "eşitlik" ilkesi bu denli mühim ise; hem hakikaten Türk Ordusu'nun profesyonelleşmesi, modernleşmesi konusunda ciddi adımlar atılsın, askerlik süresi yeniden kısaltılsın, hem de VİCDANİ RED bir insan hakkı olarak tanınsın.
Zira ben bir kız çocuğu annesi olarak böyle bir dertten "sıyırmış" olabilirim; ama bir oğlum olsaydı ve vicdani nedenlerle eline silah almayı reddetseydi hem sonuna kadar onun (ve gerekirse mücadelesinin) yanında olurdum, hem de diyelim öğretmenlik yaparak/koro çalıştırarak/ambulans sürerek/ağaç dikerek/kreşte çocuk bakarak/aşı yaparak/icabında yerleri silerek DE devletine "hizmet" edebilmesinin mümkün olduğu, ama bu görevlerin "eşit" ve hakiki ihtiyaçlar için dağıtılması ilkesiyle, pek de ala mümkün olduğu düşüncesi içinde olurdum.
E, şimdi oğlum yok diye tam da "kurtulmuş" sayılmam. Zira ülkemde vicdani reddin bir hak olmaması beni (vicdanımı) rahatsız ediyor. Daha önce 87. maddeden yargılanan üç vicdani redçiye karşın Mehmet Tarhan'ın 88. maddeden yani TOPLU ERAT ÖNÜNDE EMRE İTAATSİZLİK'den yargılanmasının rahatsız ettiği gibi. Sivas Askeri Cezaevi'nde "hangi koşullar" altında yatıyor olduğundan emin olamadığım gibi. O niye peki hapiste? Peki niye biz rahat rahat yatağımızdayız? gibi. Peki biz rahat mıyız? Biri, insan haklarından bir hak için mücadele verirken, biz rahat olabilir miyiz? Rahat uyuyabilir miyiz? gibi. Askeri konulara gelince medyalamamızın içinde bulunduğu ağır militarist koşullanma, uyguladıkları "otosansür" normal midir, "norm" bu ise bu memleketin "normlarını" daha insanileştirmenin, vicdanileştirmenin zamanı gelmemiş midir, gelmeyecek midir, hiç gelmeyecek midir?? GİBİ. Liste uzuyor. E kesmek, bir yerde bitirmek lazım. Bitti.(EÖ)
(*) Bu yazı, Yeni Aktüel dergisinde Aralık 2005'te yayımlandı.