Orhan Pamuk, 2003’te yayımlanan “İstanbul” kitabının önsözünde "Ne zaman Ara Güler'in İstanbul resimlerine baksam, yazı masama koşup bu şehir hakkında yazı yazmak istiyorum" diye yazmıştı.
Eli kalem tutanlara yazma güdüsü veren fotoğraflarının derinliği muazzamdır.
TIKLAYIN - "Tarihi Makinesiyle Yazan" Ara Güler Hayata Veda Etti
Fotoğraflarındaki derinlik fotoğraf tekniğinden kaynaklanmıyor sadece anlattığı hikayeden de kaynaklanır. 1950’lerin başından itibaren çektiği özellikle siyah beyaz fotoğraflarında tek karede anlattığı hikayelerin yoğunluğudur, o tek kareye uzun uzun bakmamızın nedeni.
“İstanbul fotoğrafçısı” denirdi ondan bahsedilirken sık sık. Oysa kendisi bu ve buna benzer yakıştırmalara, tanımlamalara hep karşı çıktı. Şöyle demişti: "Bana İstanbul fotoğrafçısı diyorlar. Ama ben dünya vatandaşıyım. Dünyanın foto muhabiriyim."
“Ermeni olduğumu herkes bilmez” demesinin altındaki yaklaşım belki kendini dünya vatandaşı olarak görmesindendi. Ama bir röportajında "Burası acayip bir memlekettir. Puştlar vardır, takar. Yoksa buranın en yerlisi benim", diyerek Ermeniliğini bu nedenle geri planda tuttuğunu söylemişti.
İstanbul'da 1928’de bir Ermeni ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Aram Güleryan’dı adı. Eline fotoğraf makinesini alıp dünyayı fotoğraflamaya başladığında içinde yetiştiği cemaatin ilişkileriyle yola çıkmıştı. Yerel Ermeni gazetesi olan Zhamanak’tı ilk adresi. 1950'lerin ortalarıydı. İstanbul'da, Kumkapı'daki Ermeni balıkçılarının günlük yaşamlarını fotoğraflamıştı. İstanbul’u fotoğraflamaya çabalayan yüzlerce fotoğrafçının hala hasetle incelediği şaheserleri henüz 20’li yaşlarının başlarında çekmişti.
Yerel bir gazetede sıkışıp kalamayacak kadar iyi bir gözü vardı. Önce Türkiye’ye sonra dünyaya açıldı. En iyi fotoğraf ajanslarından biri olan Magnum’a kadar ilerledi. Çoğu fotoğraf eleştirmeninin 20. Yüzyılın en iyi fotoğrafçılar sıralamalarında ilk 10’da olduğu söylenir. Herkesin kabulü olan bir liste var mıdır bilmiyorum açıkçası.
Ara Güler’in tek karede hikaye anlatması için şehir hayatından geniş kadrajlı bir kare çekmesi gerekmiyor. Portrelerinde de çektiği insanların hikayelerini, kişiliklerini, tavırlarını okumak çok mümkün. Bakınız Dali ya da Picasso portreleri…
Kendi döneminde en ünlü simaları fotoğraflamayı başarmış olması kendisinin de dediği gibi muhabirliğinin ne kadar iyi olduğunu gösterir. Winston Churchill, Nazım Hikmet, Indira Gandhi, Maria Callas, Alfred Hitchcock, Yaşar Kemal, Aşık Veysel, Aziz Nesin, Marc Chagall, Dustin Hoffman, Sophia Loren, Aram Haçaturyan, İsmet İnönü, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit diye uzayıp gidiyor bu liste.
Bu listede Kenan Evren’in de olduğunu da belirteyim.
Ayrıca belirtmemin nedeni Ocak 2018’de Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğraflarını çekmesi sonrası eleştirilmiş olması. Bu eleştiri ne yazık ki dün gece ölüm haberinin duyulması, sonra yalanlanması ve yeniden duyurulması sırasında sosyal medyada yeniden yükseldi.
90 yaşına ulaşmış hala fotoğraf çeken ve hayatı boyunca zaten siyasetçileri fotoğraflamış Ara Güler’e eleştiri getirilirken kantarın topuzunun biraz kaçtığını düşünmüştüm o günlerde; ölüm haberi sonrası yeniden gündeme gelmesi daha da üzücü oldu.
Erdoğan’ı fotoğrafladığında Ara Güler eleştirilere şöyle yanıt vermişti: “Bugüne kadar kaç cumhurbaşkanı geçti bizden, 20 tane, 30 tane geçti. Bir tanesi de kafa tutmadı ya kimseye. Yani onun o tarafı hoşuma gidiyor”. Bu yanıt da yeni eleştirilere yol açmıştı
Ermeni soykırımının 100. yılı dolayısıyla 2015’te kendisine mikrofon uzatan Anadolu Ajansı’na geçmişte yaşananların unutulması gerektiğini ve “Bu memlekette yaşayanlar, kökenleri ne olursa olsun Türk'tür. Türkiye vatanlarıdır” demişti. O günlerde de çok eleştirildi.
Sözün özü Ara Güler kendi deyimiyle foto muhabiriydi, fotoğraf çekiyordu, tarihi kaydediyordu; muhalif bir tavrı hiçbir zaman olmamıştı zaten. Onu eleştirirken fotoğrafa verdiği 70 yıllık emeği önceleyerek cümle kurmakta yarar var. Onu “Tüm güzel fotoğrafların için gözüne, yüreğine sağlık üstat” diyerek uğurlamak en iyisi. (HK)