Fotoğraf: Twitter / Stefan Simanowitz
Haberin İngilizcesi için tıklayın
Uluslararası Af Örgütü’nün Free Turkey Media (Gazetecilik Suç Değildir) kampanyasını yürüten Stefan Simanowitz Türkiye’de basının durumuna ilişkin bir yazı kaleme aldı.
Üst üste beş yıldır tüm dünyada en yüksek sayıda gazetecinin cezaevinde tutulduğu ülkelerden birinin Türkiye olduğunu hatırlatan Simanowitz, Türkiye’nin Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde de Belarus’la Ruanda arasında yer aldığını ve 180 ülke arasında 153. olduğuna dikkat çekti.
Simanowitz, 2016’daki darbe girişiminden bu yana en az 180 medya kuruluşunun kapatıldığını ve onlarca gazetecinin temelsiz “terör suçlamaları” ile cezaevine gönderildiğini belirttiği yazısında, gazetecilere yöneltilen suçlamaların birçoğunun gazetecilerin Twitter’daki paylaşımları, çizimleri veya düşüncelerini ifade etmelerinden kaynaklandığını ifade etti.
Covid-19 salgını döneminde Türkiye’deki cezaevlerinin durumuna da dikkat çeken Simanowitz, “Bu durumda, gazetecilerin cezaevinden çıkarılmalarına nasıl yardımcı olabiliriz?” sorusunu soruyor ve 2013’te Mısır’da cezaevinde tutulan Al Jazeera muhabirlerinin serbest bırakılmasında rol oynayan #FreeAJStaff (Al Jazeera Çalışanlarına Özgürlük) kampanyasının ardındaki güç olan gazeteci Sue Turton’ın sözlerini aktarıyor:
“Benim tavsiyem uluslararası dayanışma kurmak. Meslektaşlarım Mısır’da mahkum edildiğinde elimizdeki en güçlü silahın dünyanın dört bir yanında basın dayanışması olduğunu biliyorduk.”
“Türkiye’de durum hâlâ feci”
Simanowitz, Uluslararası Af Örgütü’nün sayfasında yayımlanan “Türkiye’de bağımsız gazetecilik baskılara karşı durabilir mi?” başlıklı yazısını şöyle sürdürdü:
“Biz de tam olarak bunu yaptık. Uluslararası Af Örgütü, 2017’de Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde, önde gelen diğer birçok insan hakları örgütüyle birlikte Free Turkey Media (Gazetecilik Suç Değildir) kampanyasını başlattı.
“Dört yıl içinde Türkiye’deki gazetecilerin acilen serbest bırakılması çağrısında bulunan online imza kampanyasını 250 binin üzerinde kişi imzaladı. Diğer binlerce kişi Twitter’da ‘dayanışma selfie’leri’ paylaştı ve tanınmış gazeteciler, siyasetçiler ve ünlüler de bu çağrıya katıldı.
“Buna rağmen Türkiye’de gazeteciler için durum hâlâ feci. Türkiye’nin en saygın gazetecilerinin, bir başka deyişle Christiane Amanpour’ları, Mehdi Hasan’ları ve Anderson Cooper’larının bir kısmı sürgüne gönderildi, haklarında soruşturmalar açıldı veya cezaevinde tutuluyor. Bazıları akla mantığa sığmayan biçimde ömür boyu hapis cezasına mahkum edildiği için cezaevinde, diğerleri ise temelsiz suçlamalarla tutuklu yargılanıyor.
“Tutukluluk ceza amacıyla kullanılıyor”
“Uluslararası insan hakları hukuku ve standartları gereğince tutukluluk tedbiri ancak kaçma, diğer kişilere zarar verme veya kanıtlara ya da soruşturmaya müdahale etme konusunda somut bir riskin önlemesinde diğer alternatiflerin uygun olmadığı durumlarda uygulanan istisnai bir tedbir olmak zorundadır.
“Özgürlüğünden yoksun bırakma ancak son çare olarak başvurulması gereken bir tedbirken, Türkiye’de devamlı olarak ve cezalandırma amacıyla uygulanıyor. Bu durumun ülkedeki basın camiası açısından yarattığı sonuçlar ise yıkıcı.
“Basın locasındakiler sanık sandalyesinde”
“Artan risklere rağmen Türkiye’nin dört bir yanındaki cesur gazeteciler, yetkililerin her türde bağımsız gazeteciliği sınırlandırmaya ve muhalif sesleri susturmaya çalıştığı bir korku ikliminde işlerini yapmaya devam ediyor.
“İnternet üzerinden yayın yapan haber sitesi Gazete Karınca’nın editörü Çağdaş Kaplan konu hakkında şunları söylüyor, ‘Devamlı tutuklanma ve mahkumiyet tehlikesi altında çalışmak hayatı aşırı derecede zorlaştırıyor ama gazetecilik bizim mesleğimiz. Türkiye’de gözle görülür bir gerçek var ama aynı zamanda bunu toplumdan saklama girişimi de var. Birilerinin gerçeği söylemesi lazım, biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.’
“Gazeteci Hakkı Boltan ise ‘Gazeteciler için Türkiye bir zindana dönüştü’ diyor. Boltan’ın sözcüsü olduğu Özgür Gazeteciler İnisiyatifi ironik biçimde Kasım 2016’da kapatılmıştı.
“Dahası, daha önce mahkemeleri basın locasından izleyenler şimdi sanık sandalyesinden izliyor. Ama yine de umut var.
“ABD ve AB’nin yaklaşımı”
“ABD’deki yeni Biden yönetimi Türkiye’deki insan hakları konusunda çok daha sert bir tutum izliyor.
Bir ay önce ABD, Türkiye’ye, keyfi öldürmeler ve işkenceden siyasi muhalifler, avukatlar, gazeteciler ve insan hakları savunucularının da aralarında bulunduğu on binlerce muhalif sesin cezaevine gönderilmesine kadar değişen bir dizi önemli insan hakları sorunuyla ilgili seslendi.
“Ayrıca, AB-Türkiye ilişkilerini yeniden başlatma hamlelerinde insan haklarının yeniden gündeme alındığına dair emareler var.
“Geçen ay, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştü ve ‘Türkiye uluslararası insan hakları kuralları ve standartlarına uymak zorundadır’ dedi.
“Diplomatik baskı etki yaratıyor mu?”
“Bu diplomatik baskı –dünyanın dört bir yanındaki gazetecilerin ve kampanyacıların desteği ve dayanışmasıyla birlikte– etki yaratmaya mı başlıyor?
“Bunu söylemek için henüz erken, ancak geçen ay, gülünç suçlamalarla on buçuk yıl hapis cezasına mahkum edilen ve bu nedenle cezaevinde tutulan Ahmet Altan, Yargıtay’ın hakkındaki hükmü bozmasının ardından tahliye edildi.
“Ahmet Altan, iki yıllık tutukluluk süresinin ardından 2018’de ‘Dünyayı Bir Daha Göremeyeceğim’ adlı bir kitap yazmıştı.
“Hâlâ yeniden tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya olsa da bugün evinde ailesiyle birlikte olduğu gerçeği, karanlıkta bir umut ışığı yakıyor.
“Basını susturmak ulusa zarar vermektir”
“Dünya Basın Özgürlüğü Günü bizim için dünyanın çeşitli yerlerinde gazetecilik faaliyetleri nedeniyle taciz edilen, korkutulan, hapsedilen ve hatta öldürülen gazetecileri hatırlama günüdür. Ama aynı zamanda da güç alma günüdür.
“Hükümetler arasında giderek artan gazetecileri kilit altına alma ve meşru çalışmalarını suç haline getirmek için yasalar çıkarma eğilimine karşı koymanın zamanı geldi. Bununla birlikte, Türkiye hükümeti dahil tüm hükümetlere şunu açıkça anlatmanın da zamanı geldi: Biz gazeteciler, onlar kalemlerimizi elimizden almaya gelinceye kadar, bir ulusun basınını susturmanın kendine kasten zarar verme eylemi olduğunu yazmaya devam edeceğiz.” (EKN)