Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden Prof. Dr. Şemsa Özar'ın Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 29. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Mahkemeniz beni “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metninin imzacılarından biri olarak suçlamaktadır.
Bu metnin ifade özgürlüğü kapsamında olduğu ve iddianamenizde suçun kanıtı olarak sunduğunuz iddia silsilesinin yanlışlığı benden önce İstanbul Adalet Sarayı’nın farklı ağır ceza mahkemelerinde meslektaşlarım tarafından defalarca dillendirildi.
Bu iddianamenin yanlışlarını dile getiren meslektaşlarıma değerli beyanları için çok teşekkür ediyorum ve ifade ettiklerine katılıyorum. İddianamede kanıt olarak sunulanlar, kanıt değil temelsiz suçlamalardır.
Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden bir meslektaşımın tamamıyla katıldığım, 35. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki beyanında iddianamenin akıl yürütme biçimini eleştirirken söylediği gibi, iki olay arasında sadece eş zamanlı gerçekleşmeleri nedeniyle kanıt göstermeksizin kurulan neden sonuç ilişkisi türü düşünce biçimlerine mantıkta ancak “safsata” denir.
Bu nedenle, iddianamede yer alan ve mantık açısından “safsata” olarak tabir edilen tüm suçlamaları reddediyorum.
Hukuki savunmayı da, zaten daha önce defalarca icra ettiği gibi avukatıma bırakıyorum. Ben, burada o metni niye imzaladığımı, tekrar imzaya açılsa, bu kez standart olarak verilen 15 ay hapis cezasını bile bile, niye yine imzalayacağımı anlatmakla yetineceğim.
Bu metne imza atmamın nedenlerini iki başlık altında toplayabilirim. Birincisi, hakikati savunma çabam. Ben iktisatçıyım.
Örneğin, ülkemizde ekonomik kriz bir hakikat ise ki apaçık hakikat, bir iktisatçı olarak kriz yokmuş gibi davranmam en başta meslek etiği açısından kabul edilemez.
Buna ek olarak, bizi ekonomik krize götüren nedenleri özenle incelemez, sadece sonuçları, örneğin fiyat artışları üzerinden mücadele stratejisi kurar isek, günlük hayatımızın her anını olumsuz etkileyen bu krizin bir daha başımıza gelmemesi için çare arayışına giremeyiz.
Bu nedenle, hakikatin her boyutunu ve her katmanını görmek ve göstermek çabası etik olduğu kadar, yaşamsaldır. Hakikati katman katman ortaya dökmek, farklı açılardan bakmak, farklı insan gruplarının nasıl etkilendiğini açıklamak gerekir.
Önümüzde duran bir hakikati kendi çıkarlarımızı kollamak için görmemezlikten duymamazlıktan gelirsek sadece bencillik yapmış olmayız, aynı zamanda kafasızlık da yapmış oluruz, çünkü insan hayatı o kadar kısa değil, o hakikatin yarattığı olumsuzluklar bir gün gelir herkese çarpar, o toplum nefes alamaz hale gelir.
Hakikat arayışım içinde sunduğum nedenlere, gerekçelere tabii ki katılmayanlar olabilir. Hakikati ararken yanılma hakkım da var. Yanıldığımı kanıtlayan olursa, ancak saygı duyar, kendi hakikat arayışımı yeniden gözden geçiririm.
Hakikate sadece iktidar sahibinin kendi iktidarını perçinlemek için baktığı gibi bakamayız. O olaya dâhil olan herkesin hakikatini dinlemek gerekir.
Ben “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnine imza atarken sadece basından, ulusal ve uluslararası hak örgütlerinin bilimsel raporlarından ve sosyal medya kaynaklarından gördüklerim ve okuduklarımla karar vermedim, ki aslında onlar da çatışma bölgesinde neler olduğuna dair çok açık kanıtlar sunuyorlardı.
Ben imza metninde işaret ettiğimiz olayların olduğu dönemde, yürüttüğüm bir araştırma nedeniyle o bölgedeydim. Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Gördüklerime, duyduklarıma, dinlediklerime sadece vicdanım isyan etmedi, aklım da isyan etti.
Aynı ülkede birlikte yaşayan halkların barış içinde birlikte yaşama şansını yitirmekte olduğunu gördüm. Bunun önüne geçmek için imzaladım o metni.
Mahkeme heyetiniz arzu ederse beni sanık değil, tanık olarak da dinleyebilir. Şahit olduklarımı burada sizlere de anlatırım.
Bu noktada, bu metne imza atmamın ikinci nedenine geçeceğim. Özetle, gördüğüm hakikatin karşısında niye vicdanımın yanı sıra aklımın da isyan ettiğinden bahsedeceğim. Çünkü ben Türkiye’de huzurlu ve keyifli bir hayat yaşamak istiyorum.
Bu yaşıma kadar hep iktidarların düşman yaratma söylem ve pratikleri ile yaşamak zorunda kaldım. Komşularımız bize düşman. Kürtler, Ermeniler, Süryaniler, Museviler, Rumlar, şimdi Suriye’den gelen göçmenler, herkes Türkiye’ye, Türklere düşman. Düşman olunca da tabii, her türlü baskı, zulüm ve aşağılamayı hak ediyorlar.
Oysa düşmanlık, düşman ortadan kaldırılsa bile yok olmaz. Düşmanlık yaymanın etkisi toplumsallaşır, her yere yayılır, kök salar. Minibüste kıyafetini beğenmediği için bir erkek kadına yumruk atar, yuvaya giden çocukların eline öğretmenleri idam urganı verip marifetmiş gibi fotoğraflarını çeker.
Düşmanlığın, başkalarına baskı kurmanın, zulüm etmenin, aşağılamanın olduğu bir ortamda güzel bir hayat yaşamak mümkün değildir. Böyle düşündüğüm için de, bu yönde elimden geldiğince mücadele ettim; araştırmalar yaptım, düşüncelerimi yazdım.
Bundan sonra da mücadele etmeye, araştırmalar yapmaya, düşüncelerimi yazmaya devam edeceğim.
İşçisine düşman, komşusuna düşman, kendi hariç herkese düşman yaratan bir ülkede huzur ve keyif içinde değil, korku içinde yaşanır. Korku üretilir, herkes herkesten korkar. Gece başınızı yastığa korkuyla koyarsınız.
Düşmanlığı ortadan kaldırmanın ilk adımı barış ortamını tesis etmekten geçer. Birlikte huzur içinde yaşamanın en birinci koşulu barışmaktır.
Huzurlu ve keyifli bir birlikte yaşam baskı, zulüm, sindirme ile değil, barış ortamında gerçekleşir. Barışı kurmak ise, hakikat peşinde koşmak, hakikati savunmak ve adaleti tesis etmekle başlar.
Gayet basit, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” metnini tam da hak ihlallerine karşı çıktığı, hakikatin ortaya çıkarılmasını talep ettiği ve kalıcı bir barış için çözüm yolları önerdiği için imzaladım.
Bu imza, bu yolda bir işe yaramamış olabilir, ama en azından barış isteğimi ifade etmemi sağladığı için mutluyum. (ŞÖ/TP)