İnsanın kendinden söz etmesinin, yaptığı işleri dile getirmesinin gereklilik olduğu durumlar var ve bu yazı bu nedenle yazıldı. Bir hayat öyküsünde olduğu gibi her şeyi anlatma şansım yok bu kısa yazı ile. Hayatımdan bazı kesitlere yer vereceğim ve bu nedenle de belki dağınık bir yazı olacak.
Son Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Akdeniz Üniversitesi’nde yapmakta olduğum akademisyenlik mesleğinden ihraç edildim. Zaten epeyce geç, hiç ummadığım bir yaşta akademisyenlik mesleğine girmiştim; o da hepi topu yedi yıl sürebildi. Ummadığım bir yaşta diyorum, çünkü üniversite okumam hasbelkader olmuştu ve mezuniyet sonrası bulduğum işlerse ayrıntısına giremeyeceğim tesadüflerle doluydu.
Çocukluk - 12 Eylül darbesi - yetişkinlik
12 Eylül darbesiyle hayatları mahvedilen insanlar arasında, onların hikâyelerini dinleyerek, hayatlarını devam ettirme çabalarına tanık olarak büyüdüm; bu ülkede sayısı hiç de az olmayan pek çok çocuk gibi… Bu hikâyenin bir kısmını bir vesile ile yazmıştım daha önce.
Sonra zamanla, her talepleri şiddetle baskılanan, ezilen insanların adaletli, eşitlikçi bir toplumun hayalini kuran, dilini, kültürünü yaşatma derdinde olan insanlar olduğunu öğrendim... Şiddetin sadece devletten gelmediğini dile, gündelik hayata, politik tutumlara sinen bir toplumsal şiddetin de var olduğunu fark ettim. Sessizliğin şiddeti. Bu ülkede bazı insanlar devlet şiddetine maruz kalıyordu ve mevcut düzenle olan biteni görmeme ve konuşmama üzerinden adı konulmamış bir rıza sözleşmesi imzalayan insanlar için bu durum olağan bir şey gibiydi sanki. Ben zamanla değiştim, şiddete rıza gösteren o sessiz çoğunluğun tavrı ise hiç değişmedi: Devletin bazı insanlara şiddet uygulaması normaldi, yapılabilirdi…
Annem ve Ruhi hoca
Annemin dirayeti, lisede kimya öğretmenim olan Ruhi Hocamın desteği ve yol göstermesi olmasa asla üniversiteye gidemezdim. Hayatım başka türlü olurdu. Ama dönüp geriye bakacak uzunlukta bir hayatınız varsa geçmişte yaşadığınız her şey daha farklı olabilirmiş gibi gelmez mi zaten?
Üniversitedeki öğrencilik hayatımın en anlamlı faaliyetlerinden biri Bornova Yetiştirme Yurdunda ortaokul öğrencilerine iki yıl boyunca gönüllü etüt öğretmenliği yapmış olmamdır. Eminim 1986-1987 yıllarında Ege Üniversitesinde öğrenci olan ve bu yazıyı okuma şansı bulacak kişilerden bazıları o çalışmaları hatırlayacaktır. Bir ara 120-130 kişi ile yürütülen o çalışmalar insanların hayatında bir değişikliğe yol açmanın uzun yıllara yayılan bir çaba gerektirdiğini öğretti. Onların isteğiyle ve onlarla yan yana yürütülmesi gereken bir çaba.
Parke taş döşeli Kars şehrinde
Mezuniyet sonrası birkaç yıl çeşitli işlerde çalıştıktan sonra o zamanki adıyla Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı’nda teknik personel olarak işe girdim. 26 yıl önce, hala köylerden söz edebildiğimiz zamanlardı. İlk görev yerim olan Kars’ta mikrobiyolojik gıda analizleri yapacak bir laboratuvarın kuruluş çalışmalarını yürüten bir ekibe dâhil oldum. Hepsi de mesleğe yeni başlamış, genç memurlardan müteşekkil bir ekipti.
Yaz günlerinde her öğleden sonra yağan yağmurun ışıl ışıl parlattığı parke taşları ile örülü devasa genişlikte sokaklara sahipti Kars ve Antalya’dan otobüs ile gitmek 27 saat sürüyordu. O uzun yolculuklardan birinde okumuştum Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanını.
İki yıl sonra Bakanlığın Antalya’daki laboratuvarına tayin oldum.
Kalıntı Analizleri Laboratuvarı akreditasyonu
Bakanlık laboratuvarları işlerin yoğun olması sebebiyle insanların uzak durduğu ve sol görüşlü insanlara daha çok rastlayabileceğiniz bir yerdi o yıllarda. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda görev yaptığım 19 yıl boyunca katkı ve kalıntı analizleri laboratuvarında sayısız analiz yönteminin oluşturulmasına, çeşitli toksik kimyasal maddelerin gıdalar ve sularda tespitine yönelik pek çok araştırma projesinde çalıştım.
Antalya’da pestisit vb. toksik kimyasalların gıdalardaki kalıntısını tespit etmeye yönelik laboratuvarın kuruluşunda ve uluslararası akreditasyonunda görev aldım. Yıllar içinde yaptığım gıdalardaki toksik kalıntı maddelerinin varlığını tespite yönelik analiz sayısının on binlerce olduğunu söyleyebilirim. Çalıştığım laboratuvarın yeni kurulacak bir binaya taşınması gerekliliği ve o binanın inşa edilmesi sürecinde edindiğim tecrübeler beni üniversiteye taşıdı. Bunları yaparken bir yandan da doktora çalışmalarımı yürütüyordum.
Doktora yıllarım
2006 yılında gıda mühendisliği bölümünde sürdürdüğüm doktora çalışmaları esnasında danışman hocama üniversite bünyesinde kalıntı analizleri konusunda faaliyet gösterecek bir ArGe (araştırma - geliştirme) merkezi kurulması gerekliliği fikrimi söyledim. Antalya, tarım kimyasallarının sadece ülkemizde değil dünya ölçeğinde en fazla kullanıldığı yerlerden biri ve gerek gıdalarda ve gerekse çevresel ortamlarda bu kimyasalların toksik kalıntılarının araştırılması kritik bir konu.
TIKLAYIN- KÜRESEL ISINMA ÇAĞINDA PESTİSİTLER VE GIDA GÜVENLİĞİ
Zamanla bu fikrin çerçevesi çok genişledi. Sadece pestisitler vb. gibi toksik tarım kimyasalların tespitini yapacak mütevazı bir araştırma merkezinden toksik kimyasallar konusunda akla gelebilecek her şeyin analizini yapacak bir donanım altyapısına sahip büyük bir araştırma merkezi kurulması fikrine doğru evrildi.
2007’de bu konuda Devlet Planlama Teşkilatı’na sunulacak bir altyapı destek projesi hazırladım ve bu proje kabul edildi. İlk iki yıl üniversitede bana verilen bir odada proje ile ilgili işleri takip ettim. İşlerin giderek artan yoğunluğu nedeniyle o zamanki üniversite yönetimi yardımcı doçent kadrosu ile beni işe almayı önerdi. Yirmili yaşlarımdayken akademisyen olma fikri ile dolup taşıyordum; ama olmamıştı ve bunun tek nedeni 12 Eylül darbesinin aile içinde henüz dibe çökmeyen tortularıydı… Üstelik aradan çok zaman geçmişti ve akademisyenlik hayalimi çoktan unutmuştum. Epeyi yaşlı sayılabilecek bir yaşta 38 yaşında idim ve bir akademisyen olmanın hiç aklımdan geçmediği zamanlardı. Hayatımda aldığım iyi kararlardan biri o teklifi kabul etmek oldu.
Gıda Güvenliği Araştırma Merkezi
2009-2015 yılları arasında sonradan Gıda Güvenliği ve Tarımsal Araştırmalar Merkezi adını verdiğimiz araştırma merkezinin inşa çalışmalarını yürüttüğümü, kurulacak merkezin donanım altyapısında bulunacak kalıntı analizleri ile ilgili analitik cihazların tamamının seçimi, kurulumu, çalıştırılması ve analiz yapar hale getirilmesi işlerinde idareci olarak görev aldığımı söylemeliyim.
TIKLAYIN- GIDADA PESTİSİT KALINTISI VE SAĞLIK
Bu konuda mütevazı olmak istemiyorum. Pestisitler, dioksin ve furanlar, başta kurşun, kadmiyum arsenik gibi ağır metaller, poliaromatik hidrokarbonlar (PAH’lar), fitalatlar, mikotoksinler… gibi toksik kimyasal analizlerinde önem arz eden bileşiklerin büyük bir çoğunluğunu analiz etme kapasitesine sahip bir laboratuvar kurduk. Benzeri merkezlerden önemli farkı çok yüksek çözünürlüklü kütle spektrometreleri ve ülkemizde ilk kez kurulan iyon hareketliliği spektrometresi gibi pek çok nadide cihazla dolu olmasıdır.
Metot oturtmak
2011’e geldiğimizde kuruluş işleri neredeyse bitmişti. Analiz faaliyetlerine başlamak, biz kimyacıların diliyle “metot oturtma” çalışmaları yapmak sadece bir yıl sürdü. Bütün bu faaliyetleri tek başıma yapmadım elbette. Destekleri unutulmaz, işbirliği içinde çalıştığım pek çok insan var ve bir kaçını ismi ile anmayı çok isterdim. Onlar biliyor.
Merkez 2012’de istenilen her türlü analiz işini yapabilecek, çalışmaya hazır bir yer haline gelmişti. Pestisit analizleri konusunda iddialı bir yerdik. Mevzuatta yer alan pestisitlerin neredeyse tamamını ama özellikle hormonal sistem üzerinde bozucu etki gösteren pestisitlerin tamamını analiz edecek bir yöntem geliştirdik.
TIKLAYIN- OT ÖLDÜRÜCÜ GLİFOSAT SORUNUNDA BİLİNMESİ GEREKENLER
Hormonal sistem bozucu pestisitler tehlikeli hastalıklara yol açma konusunda diğerlerinden daha farklı bir nitelik arz eder. Gıdadaki kalıntı miktarları çok düşük olsa bile sağlık üzerinde bozucu etkileri vardır. Dolayısıyla gıdalarda toksik kimyasal kalıntılarını belirleme çalışmalarında hormonal sistem üzerinde etki gösteren çeşitli kimyasal maddelerin varlığı araştırılmıyorsa eğer, yapılan çalışmalar gıda güvenliği ya da halk sağlığı açısından çok yetersiz bir perspektife sahip olacaktır.
Kalıntı analizi yapacak analiz metotlarının oluşturulması işinde dikkate aldığım kriter, hormonal sistem bozucu kimyasalların analizi işini iyi yapan bir araştırma merkezi olmamızdı. Kısa sürede olduk da.
Yaptığımız çalışmalar da boşa gitmedi; çok çabuk karşılık buldu. Hormonal sistem üzerinde bozucu etki gösteren kimyasalları tespit etmek amacıyla oluşturduğumuz analiz metotları Sağlık Bakanlığı’nın ulusal ölçekte yürüttüğü kanser ile ilgili bir araştırma projesinin gıdalar ve sular ile ilgili kısmının kurduğumuz merkezde yapılması kararını vermesinde ciddi rol oynadı.
Ergene-Dilovası Kanser Haritasının Çıkarılması
ArGe merkezinde yaptığım en anlamlı çalışmalardan biri ülkemizde kanser vakalarının en sık görüldüğü Ergene Nehri havzası ile Kocaeli Dilovası bölgesinin kanserojen madde kirlilik haritasının çıkarılması amacını güden Sağlık Bakanlığı’nın bu araştırma projesinde yer almam oldu.
Onlarca bilim insanının yer aldığı proje ekibinin başlangıçta bir üyesi değildim; birkaç yıldır sürdürülmekte olan bir projeydi ve bizden sadece bazı analizleri yapma işi talep ediliyordu. Ama zaman içinde yaptığım katkılar proje ekibine dâhil edilmemi sağladı.
Ergene Nehri havzası ile Kocaeli Dilovası bölgelerinde yetişen çeşitli gıdalar ve yeraltı-yüzey sularından alınmış binlerce örnek üzerinde pestisitler, ağır metaller, poliaromatik hidrokarbonlar başta olmak üzere on binlerce analizin yapılması işini üç yıl boyunca organize ettim.
Bu çalışma süresi boyunca başka hiçbir akademik faaliyet ile ilgilenme fırsatı bulamadım. Sadece gıda çalışmasına ilişkin proje sonuç raporunu yazmam bile bir yılımı aldı. Bir gıda örneğinde tespit ettiğimiz radyoaktif nitelikli bir bulaşmanın nereden kaynaklandığına bir açıklama getirebilmem haftalar sürmüştü örneğin. Mevcut akademik performans ölçütleri açısından bakıldığında ise hiçbir karşılığı olmayan çalışmalar bunlar.
“Kocaeli, Antalya ve Ergene Havzası İllerinde (Tekirdağ, Edirne, Kırklareli) Yetiştirilen Gıdalarda ve Sularda Çevresel Kirleticilerin Belirlenmesi” başlığını taşıyan bu projenin sonuçları açıklanmadı. Bu çalışmanın bütün bulguları hakkında açıklama yapma yetkisi Sağlık Bakanlığı’na aittir. Halk sağlığı açısından çok önemli bulgular vardır. Etik kodları çiğnememek için detayları açıklamayacağım. Başta muhalefet partilerine mensup milletvekilleri olmak üzere, halk sağlığını, çevre sağlığını önemseyen kişi ve sivil toplum kuruluşları Sağlık Bakanlığı’ndan bu olağanüstü kapsamlı araştırma projesinin sonuçlarının açıklanmasını talep etmelidir.
TIKLAYIN- GIDALARDA AT VE EŞEK ETİ BULUNMASI GERÇEK BİR SORUN MU?
En çok tüketilen meyve sebzelerdeki pestisit kalıntılarının belirlenmesi; iyon hareketliliği spektrometresi cihazını sıvı kromatografisi tandem kütle spektrometresi cihazı ile birleştirerek çok düşük miktarlardaki pestisitleri ve onların parçalanma ürünlerini belirleyecek bir metot geliştirmek; bebek gıdalarında farklı nitelikteki antibiyotik kalıntılarının tespitine yönelik analiz metodu geliştirilmesi gibi uzun bir liste ile anılacak başka benim çok güzel bulduğum işler de var ama sözü çok uzatmak istemiyorum. Kamu hizmetinde geçen 26 yıllık çalışma hayatım boyunca yaptıklarımın ya da yapabildiklerimin bir kısmı bunlardır.
Son çıkan KHK ile işten çıkarıldım.
Kamusal sessizlik
Amacım yaşadığım mağduriyete dikkat çekmek değil; bunda hoş bulmadığım bir yan var. “Ülke sorunları ile ilgili pek çok konuda yazan, konuşan, akademik çalışmalarına devam eden insanlarla dolu bir ülke burası ve onlara bir şey olmazken bize neden bunu yaptılar?” sorusu akla gelebilir.
Bu sorunun tek yanıtı devlet ile vatandaşı arasındaki sessizlik anlaşmasını çiğnememiz, dile getirilmemesi gereken bir konuda söz söylemiş olmamızdır. Bu ülkede gerek geçmişte gerekse günümüzde devlet şiddetiyle mağdur edilmiş insanlar hakkında bir söz söylüyorsanız; resmi söylemin dışına çıkıp geçmişin acıları ile yüzleşmekten, geçmişle barışmaktan ya da barış dolu bir geleceğin mümkün olduğundan söz ediyorsanız başınızın derde gireceği kesin gibidir.
Yaşadığımız mağduriyetin özü buradadır. Hep böyleydi. Ama hep böyle kalmamalı. Sağlıklı bir gelecek hayalinden, barış içinde yaşayabilecek bir toplum olabileceğimizi düşünmekten vazgeçmemeliyiz. Yaşadığımız sorunların çözümü var; ama bu sorunları barışçı yöntemlerle çözecek bir siyasal irade ortada yok. Talep etmeliyiz.
Bir “muhalif” olarak niteleniyorum ama hiçbir şeyi bir muhalif olmak amacıyla yapmadım. Bir akademisyenin ya da entelektüelin asli sorumluluğu içinde yaşadığı topluma, kamuya karşıdır. Hala bir toplum olup olmadığımız ya da hala bir kamudan söz edip edemeyeceğimiz dikkate alınmamalı bence; bazen kurduğumuz söz ile de kamuyu kurarız. İnsan doğru bildiklerini söylemeli; ahlaki açıklık bir erdemdir.
Bu ülke basit bir gösteriye katıldığı için hayatı mahvedilen, hiçbir gerekçe olmadan yıllarca hapislerde tutulan gencecik insanlarla dolu bir ülke. Bu nedenle yaşadıklarımı bir mağduriyet olarak değerlendirmeyi zül sayarım. Yaşanan acıların ancak birleştirici bir yanı var bizim hayat hikâyelerimizde.
Barış bildirisine imza atmakla, Ergene veya Dilovası’nda yaşayan insanların yediği gıdalarla kanser yapıcı kimyasallara maruz kalıp kalmadıklarının araştırılması işi arasında benim açımdan hiçbir fark yoktur. Her ikisi de kamu yararını, bu toplumun sağlığı ve esenliğini korumak adına yapılmıştır.
KHK ile bize yönelik suçlamanın, işten atılmamızın bir damgalama olduğu çok açık. Ama ben kendimi bir barışsever olarak görüyorum. Bu ülkenin tarihinde, çok da uzak olmayan bir geçmişte yıllarca birlikte yaşadığı Ermeni dostları sürgüne, ölüme gönderilip kıyıma uğratılacakken o insanlara, komşusuna sahip çıkan, evinde saklamayı göze alan insanların soyuna dâhil olmayı tercih ediyorum.
Hakkımdaki KHK’ya yanıtım budur. (BŞ/EKN)