Geçen hafta Dünya Sağlık Örgütü ile Dünya Tarım Örgütü Uzmanlarınca kaleme alınan glifosat raporu ile geçen yıl Uluslararası Kanser Ajansı tarafından açıklanan glifosat (ot öldürücü tarım kimyasallarından biri) raporu arasındaki farklılıklar tartışmalara yol açtı. Bu tip tartışmaların artık işlevsiz olduğu ve zararın büyümesinden başka bir şeye de yol açmadığını düşünüyorum.
Bu düşüncemi çok yakın bir geçmişte yaşanan başka bir ot öldürücü tarım kimyasalı olan, “Atrazin” konusundaki tartışma üzerinden açıklama getirmeye çalışacağım. İki rapor arasındaki görüş farklılığına dayanak oluşturan “gıdalar yoluyla ne kadar glifosata maruz kaldığımız” konusunda dile getirilmeyen noktaları da yardımcı kimyasallar meselesi üzerinden anlatmaya çalışacağım.
Glifosat tartışması
Geçen yıl Glifosat konusunda açıklama yapan Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu (IARC) bir rapor yayınlayarak glifosatın da içinde bulunduğu bazı tarım kimyasallarını “muhtemel kanserojen” olarak sınıflandırmıştı. IARC Dünya Sağlık Örgütü’nün bir kuruluşu. Kanser hakkında araştırma ve bilimsel stratejiler geliştiren en üst kurum denilebilir ve yaptığı bu açıklama sonrası glifosat üreticisi Monsanto firması tarafından da ağır eleştirilere tabi tutulmuştu.
Geçen hafta Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) uzmanlarının katkısıyla hazırlanan yeni bir değerlendirme raporunda ise "glifosat kalıntısı barındıran gıda ürünlerinin yüksek ihtimalle kanserojen olmadığı" ifade edildi. Raporun geçen yıl IARC tarafından yapılan açıklama ile çelişki içermediği belirtilse de kamuoyu nezdinde bu konunun epeyi kafa karıştırdığı kesin.
IARC'ın glifosatın aşırı dozda alımını araştırarak bir sonuca vardığı, DSÖ'nün son raporunda ise glifosatın gıda ürünleriyle birlikte sınırlı ya da daha az bir dozda alınmasının söz konusu olduğu ve gıdalar yoluyla glifosata ne kadar maruz kaldığımız dikkate alınarak bir değerlendirme yapıldığı vurgulandı. Avrupa Birliği glifosat kullanımı konusunda bu günlerde bir karar verecek. Geçen hafta yapılan bu açıklamanın bu kararı etkilemeye dönük olup olmadığını bilmiyoruz ama klişe bir ifadeyle “zamanlama manidar.”
Kısa hatırlatma
Dünyada glifosat kullanımı 1995 yılında 56 bin ton iken, 2014 yılında 15 katı artış göstererek 826 bin tona çıktı. Benzeri bir artış bizim ülkemizde de yaşandı. Son 15 yıl içinde ülkemiz tarımında glifosat kullanımı en az 8-9 kat artış göstererek 4-5 bin ton civarına yaklaştı.
Dünya tarımındaki artışın en önemli nedeni genetiği değiştirilmiş (GDO) mısır veya soya gibi bitkilerin tarımında glifosat kullanımının zorunlu olması; ya da glifosat kullanmadan GDO’lu bitki tarımı yapmanın olanaksız olması. Ancak glifosat GDO tarımı yapılmayan ülkelerde de en çok kullanılan ot öldürücü tarım zehirlerinin başında gelmekte. Bunun en önemli nedeni ise daha az zehirli ya da daha güvenilir olduğu iddiası ile geçmişte ot öldürücü olarak kullanılan bazı tarım kimyasallarının yerini almış olması. Bu yer değişimi sürecini “Atrazin” üzerinden anlatmak açıklayıcı olacak.
Atrazinden glifosata ne değişti?
Glifosat piyasaya ilk sürüldüğü yıllarda görece az kullanılıyordu; örneğin 1970’li yılların başında piyasada ot öldürücü olarak kullanılan atrazin gibi çok etkili bir tarım zehri vardı. Ancak zaman içinde çeşitli bilimsel çalışmalarda atrazinin yeraltı sularında uzun süre toksik etkisini yitirmeyen kalıntı bıraktığına, içme sularına karıştığına, sulak alanlarda yaşayan canlılara zarar verdiğine ilişkin bulguların elde edilmesi ve bunlara hormonal sistem bozucu ve karsinojen bir kimyasal olabileceğine dair bulguların da eklenmesiyle durum glifosat lehine değişti.
Bu süreç zarfında glifosat kullanımı kararlı bir artış gösterdi. Nihayetinde 2004 yılında Avrupa Birliği ülkelerinde atrazin kullanımı yasaklandı. Bizim ülkemizde ise 2011 yılına kadar atrazin kullanımı devam etti.
Atrazin konusu da çok tartışılmıştı
Geçtiğimiz 30-40 yıl boyunca aynı glifosat gibi atrazinin zararları konusunda da akademik kurumlar ile kamu ve çevre sağlığı ile ilgili kurumlarda ciddi akademik tartışmalar yaşanmıştır. Sonuçta atrazin kullanımı çeşitli ülkelerde yasaklandı. Ama on yıllar boyunca atrazin kullanımı sonucu açığa çıkan sağlık zararlarının ne boyutta olduğu ya da gerek insan ve gerekse doğada yaşayan diğer canlıların bundan ne ölçüde etkilendiği ile ilgili doğru düzgün bir veri yok. Zarar gören gördüğüyle kaldı.
Atrazin için yapılan tartışmaların aynısı şu an glifosat için yapılıyor. Glifosatta yerini daha güvenilir olduğu iddia edilen bir tarım kimyasalına bırakacak önünde sonunda. Toksik kimyasallar bahsinde sistem böyle işliyor: Bir toksik kimyasalın yasaklanması kararı verildiğinde güvenlik testlerinden geçtiği iddia edilen yeni bir kimyasal çoktan piyasaya sunulmuş oluyor. Durumu berraklaştıracak basit soru şu: Aynı güvenlik testlerinden atrazin de, glifosat da… geçmemiş miydi?
Glifosat kullanımı yasaklanmalı. Ancak meselenin kansere neden olan bir toksik kimyasal maddenin yasaklanmasını sağlamaya çalışmakla sınırlı kalmadığını anlamak önemli.
Temel mesele güvenilir kimyasallar bulmak değil
Temel mesele hangi kimyasal maddenin daha güvenilir olduğu değil.
Temel mesele, Dünya Sağlık Örgütü de dâhil bu konuda karar verici, norm oluşturucu kurumların verdikleri kararlarda bilimsel bilgi oluşturma sürecinin ayrılmaz bir parçası olan “belirsizliğin” piyasa sürecinin “sağlıklı” işlemesi lehine kullanılması; şüphelerin dikkate alınmaması, ihtiyat ilkesinin terk edilmesi.
Aynı kurumlar birkaç yıl sonra yeniden ve muhtemelen aynı uzmanlarla “elde edilen yeni bilimsel bulgular ışığında” glifosatın derhal yasaklanması gerektiğine dair bir karar verdiklerinde ne olacak? Geçmişte yaşanan pek çok olumsuz-gecikmiş örnek olduğu dikkate alındığında bu durumun saçmalığı hiç göze batmaz mı?
Temel mesele, neden zehirli kimyasal maddeler kullanarak tarımsal üretim yaptığımız meselesi. Buna neden mahkum olduğumuz, hangi alternatiflerin baskılandığı, göz ardı edildiği, insan ve çevre sağlığı açısından bir zarar ortaya çıktığında ise bu zararın neden yıllar boyunca zehirli kimyasal maddeyi üreten şirketler tarafından değil de toplumun bütünü tarafından üstlenildiği meselesi.
Şimdi de iki rapor arasındaki farkı oluşturan gıdalarla glifosata maruz kalma noktasına bakalım.
Gıdalar yoluyla bünyemize glifosat alıyor muyuz?
2013 yılında Avrupa Birliği üyesi 18 ülkede insanların gıdalar yoluyla bünyelerine glifosat alıp almadıkları araştırıldı. Çalışma sonucunda analiz edilen kişilerin yüzde 44’ünün idrarlarında glifosat bulundu. Bu bulgu, yenilen-içilen gıdaların glifosat içerdiği ve bu glifosatı da beslenme yoluyla vücudumuza aldığımız anlamına geliyor.
Gıdalar yoluyla glifosata maruz kaldığımız açık; buradaki belirsizlik noktası ise uzun vadede bunun ne gibi sağlık sorunlarına yol açacağı hakkında net bir fikrimizin olmaması. Dahası, ülkeler bazında yeme içme alışkanlıklarındaki farklılıklar, yaş, cinsiyet, genetik yapı, kişi de başka hastalıkların varlığı, glifosatın yanında başka toksik kimyasalların da var olup olmadığı gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak bir kimyasal maddenin insan vücudunda göstereceği etki de farklı olacaktır. Bu farklılık toksik kimyasalların yol açacağı sağlık sorunlarının neler olacağını bilme konusunda temel düzeyde bir belirsizlik olduğu anlamına gelir.
Her şey bir yana glifosat kullanımının yıldan yıla artıyor olması bile çevresel bir kirletici olarak miktarının da yıldan yıla arttığı anlamına gelir ki bu bile başlı başına bir sorun olarak görülmelidir. Neden bir sorun olarak görülmeli bunu tek bir örnek vererek açıklamaya çalışacağım.
Glifosat içeren RoundUp başka hangi zehirleri içeriyor?
Gerek IARC ve gerekse FAO ve WHO uzmanlar komitesinin yaptığı değerlendirmeler etken madde baz alınarak yapılıyor. Yani sadece glifosat üzerinden tartışma yürüyor.
Oysa piyasada satılan ve Glifosat içeren ticari ürünlerin içinde başka toksik kimyasal maddeler de var. Bunların başında “alkil fenol etoksilatlar” geliyor.
Alkil fenol etoksilatların hormonal sistem bozucu oldukları ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açtığını belirten pek çok akademik çalışma var.
Kritik konu “gıdalarda glifosat kalıntısı var mı?” diye araştırma yapılırken aynı gıda maddesi içinde “alkil fenol etoksilat kalıntısı da var mı?” diye araştırma yapılıp yapılmadığı. Çünkü bir gıda maddesi glifosat kalıntısı içeriyorsa çok kuvvetle muhtemel alkil fenol etoksilat kalıntısı da içerecektir. Ama rutin olarak yürütülen kalıntı izleme çalışmalarında bu maddenin kalıntısı aranmıyor.
Konu burada bitmiyor, glifosat içeren ürünlere katılan alkil fenol etoksilatlar beraberlerinde “1,4-dioxane” adı verilen bir maddeyi de bu ürünlere taşırlar. 1,4-dioxane kanserojen bir kimyasal olarak nitelenmektedir. Glifosat kullanımının söz konusu olduğu her durumda gıdalar ve sularda kalıntı bırakması muhtemel kimyasallardan biridir. Konu 1,4-dioxane noktasında da bitmez… Gıda ve sularımıza bulaştırılan binlerce kimyasal maddeden değil, sadece glifosattan söz ettiğimiz de bile görüldüğü gibi konu uzadıkça uzuyor.
Ama bu yazıyı çok uzatmadan, beslenme yoluyla tek bir toksik kimyasala değil pek çoğuna maruz kaldığımızı, bunların büyük bir çoğunluğunun yol açacağı sağlık sorunları hakkında bilgilerimizin çok az olduğunu söyleyebiliriz. Bu konuda gerek ulusal ve gerekse uluslararası düzeyde faaliyet gösteren kurumların aldığı kararların çok büyük belirsizlikler taşıdığını bilmekte ve bu kurumların faaliyetlerine kuşkulu bir tavırla yaklaşmakta da yarar var.
Ne yapmalı
Bu konuda öncelikle neler yapılabileceğine dair şunları söylemek mümkün.
* Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı glifosat kullanımını derhal yasaklamalı.
* Gıda ürünlerinde, sularda ve toprakta kalıntı analizleri yapılarak bir kirlenme var mı? varsa ne boyutlarda? ortaya konmalı. Bakanlıklar (Gıda, Sağlık, Çevre) gıda ürünlerinde ve sularda glifosat kalıntısı analizi yapmıyor. Var olan pestisit kalıntısı analizleri glifosatı içermiyor; ayrı bir yöntem oluşturularak çalışılması gereken, tespiti zor bir kimyasal madde çünkü. Bu konuda yanılıyorsam ve analizler yapılıyorsa, o zaman analiz sonuçlarını, kullandıkları analiz yöntemleri ile birlikte açıklamalarını bekliyorum.
* Alkil fenol etoksilatların gıdalarda-sularda kalıntısının olup olmadığı mutlaka araştırılmalıdır. Kalıntı izleme programlarına bu kimyasal madde dâhil edilmeli.
* Sağlık Bakanlığı ülke genelinde bir tarama çalışması yaparak çeşitli yaş ve cinsiyetten kişilerde glifosat maruziyetini araştırmalı. Glifosat kullanımının yoğun olduğu bölgelerde özellikle tarım işçilerinin idrarlarında yapılacak testler ile glifosat maruziyet düzeyi mutlaka ortaya konmalı.
* Birer yurttaş, ana, baba olarak bu çalışmaların yapılmasını talep etmeliyiz.
Bunlar yapılmadığı sürece problemin ne boyutta olduğunu anlamak-anlatmak ve alternatifler üzerinde ikna edici, somut tartışmalar yapabilmek olanaklı olmayacak.
Glifosat sorununda bilinmesi gerekenlerin bir kısmı bunlar… (BŞ/ÇT)