Gıda maddeleri üretiminde sürdürülebilir doğal kaynak kullanımına dayalı, biyolojik çeşitliliği koruyabilen ve çevre dostu üretim teknikleri kullanmak bir gereklilik olsa da küresel ölçekte, tarımsal faaliyetler kimya endüstrisine çok bağımlı bir hale gelmiştir. Pek çok canlı türü için çeşitli sağlık sorunlarına yol açmasına rağmen pestisitler, hormonlar ve suni gübreler olmaksızın tarım yapabilmek, artık neredeyse olanaksızdır. Oysa bu durum, giderek artan bir hızla bizleri bir yok oluşa doğru sürüklüyor.
Yazının çerçevesini çok genişletmemek için modern tarımsal faaliyetlerde kullanılan kimyasal maddeleri, sadece pestisitlere odaklanan bir yaklaşımla ele alarak, neden böyle düşündüğüme açıklık getirmeye çalışacağım.
Gıda güvenliği, gıda kaynaklı hastalıklara neden olan biyolojik, fiziksel, kimyasal etkenleri önleyecek şekilde gıdaların işlenmesi, hazırlanması, taşınması, depolanması ve son tüketiciye sunulması sürecini ele alan bir yaklaşımdır. Temel amaç, gıdaların tarladan çatala olarak özetlenebilecek bir süreçte sağlığa uygun olmasını ve besleyici özelliklerini muhafaza etmesini sağlamaktır.
Gıda güvenliği açısından bakıldığında, onlarda kalıntısı bulunan toksik kimyasallar, insan ve çevre sağlığını tehdit eden en önemli şeylerden biridir. Kalıntı, bitki veya bitkisel kökenli ya da yenilebilir hayvansal ürünler içinde ya da üzerinde bulunan ve gıdanın doğal yapısında bulunmayan her şeyi ifade edebilmektedir. Tarımsal üretimde kullanılan ve gıdalarda kalıntı bırakan en önemli toksik kimyasal maddelerden biri, pestisitlerdir.
Pestisitler, tarımsal üretim yaparken yetiştirmek istediğimiz ürünlere zarar verdiğini düşündüğümüz canlılara karşı kullanılan kimyasal maddelerdir. Fonksiyonel özelliklerine göre çeşitli gruplara ayrılırlar; örneğin yabancı otları öldürmek için kullanılanlara "herbisit", böcekleri öldürmek için kullanılanlara ise "insektisit" adı verilir.
Gıda güvenliğini sağlamak için sürekli ve düzenli olarak yapılacak laboratuvar analizleri ile pestisitlerin gıdalarda kalıntısının olup olmadığı kontrol edilir. Bu tip çalışmalara "denetim" veya "izleme" (monitoring) adı verilmektedir. Denetim ve izleme çalışmalarının önceden belirlenmiş bir yıllık faaliyet programına göre yürütülmesi gerekir. Yani, hangi üründe hangi kimyasal maddenin araştırılacağı ve belirli bir bölgede toplamda kaç adet gıda ürününün kontrol edileceği belirlenerek faaliyetler yürütülür.
Türkiye'de gıda güvenliği ve pestisit kullanımı
Modern tarım tekniklerinin, kimyasallarının yoğun olarak kullanıldığı ülkemizde, pestisit kalıntılarının belirlenmesi konusunda faaliyet gösteren kamu ve özel nitelikli çeşitli kuruluşlar bulunmaktadır. Özel kurumlar, genelde yaş meyve-sebze ihraç ürünlerinde pestisit kalıntısı analizi yapmak amacıyla kurulmuş laboratuvarlardır. Bu kurumların kamu ve çevre sağlığını korumak için herhangi bir faaliyet yapması söz konusu değildir; amaç ihraç ürünlerde zorunlu olan pestisit kalıntısı analizlerinin hızlı bir şekilde yapılmasını sağlamaktır.
Tarımsal ürünler ve her türlü gıda maddesi ile ilgili denetim, izleme ve kontrol görevi, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'ndadır. Gıdalarda pestisit kalıntısı ile ilgili denetim ve izleme görevi, bu bakanlığa bağlı olarak faaliyet gösteren il Gıda Kontrol Laboratuvarları ve Gıda Kontrol Şube Müdürlükleri tarafından yürütülür.
Ülkemizde çeşitli illerde faaliyet gösteren 41 adet Gıda Kontrol Laboratuvarı var. Bu laboratuvarlarda yapılan analizler sonucunda, bir gıda ürününde yasal mevzuatta belirtilen sınırları aşan bir pestisit kalıntısı belirlendiğinde, bugün geçerli olan durumda para cezası uygulanmaktadır. Burada sorun ne kadar etkili bir kontrol yapılabildiğidir. Bu sorunu ele almadan önce, ülkemizdeki pestisit kullanımı ve mevcut yasal mevzuata ilişkin kısa bir hatırlatma yapmak gerekmektedir.
Dünyada yıllık pestisit kullanımı ortalama 3 milyon ton, Türkiye'de ise yaklaşık olarak 33 bin tondur. Bu rakam, doğal olarak bir şey anlatmaz, biraz daha açmak gerekli. Türkiye'de hektar başına kullanılan pestisit miktarı, yaklaşık olarak 700 gramdır (Kaynakça 1).
Bir karşılaştırma yapabilmek için Avrupa'da en fazla pestisit kullanan ülke olan Hollanda'da hektar başına pestisit kullanımı yaklaşık 13 kilogram, en az pestisit kullanan ülke olan Finlandiya'da ise 1,2 kilogram civarındadır. Böyle bakınca, ülkemizde kullanılan pestisit miktarı oldukça az görünüyor. Ancak, bu doğru değildir. Ülkemizde pestisit kullanım miktarları ilden ile değişiklik göstermektedir. Örneğin, yaş meyve-sebze üretiminin yaygın olduğu Antalya'da kullanılan pestisit miktarı, yaklaşık olarak hektar başına 26 kilogram ile Avrupa'nın en fazla kullanan ülkesi olan Hollanda'nın iki katıdır (Kaynakça 2).
Pestisit kalıntıları, en çok yaş meyve ve sebze ürünlerinde bulunmaktadır. Dolayısıyla bu ürünlerin rutin kontrolünün sağlanması önemlidir. 2011 yılı verilerine göre, ülkemizde 44,7 milyon ton yaş meyve ve sebze üretimi gerçekleşmiş, bunun yüzde 7,2'si ihraç edilmiştir (Kaynakça 3).
Üretilen ürünlerin büyük bir çoğunluğu (yüzde 93) yurtiçinde tüketilmekte ve bunların denetimi de yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizliğin nedenlerini açıklamak oldukça uzun bir yazıyı gerektirdiği için temel noktalara değineceğim.
Ülkemizde üretilen gıda ürünlerinde hangi pestisitin ne miktarda kullanılacağı, Türk Gıda Kodeksi'ne, ("Gıda Maddelerinde Bulunmasına izin Verilen Pestisitlerin Maksimum Kalıntı Limitleri Tebliği") göre belirlenmektedir.
Tüketime sunulan gıdaların bu tebliğde belirtilen pestisit kalıntısı sınır değerlerine uygun olması gerekmektedir. Bu sınır değerlere "Maksimum Kalıntı Limiti" (Máximum Residue Limit-MRL) adı verilir.
MRL, gıda ürünlerinde yasal olarak bulunmasına izin verilen (!) maksimum pestisit kalıntısı miktarını ifade eder. Herhangi bir gıda ürünündeki pestisit kalıntısının, bu sınır değerleri aşmaması gerekir. Gıda maddelerinin MRL değerlerinin üzerinde kalıntı içermesi durumunda ise sağlığa zararlı olduğu kabul edilir.
Dünyada pestisit olarak kullanılan yaklaşık 1000 adet kimyasal madde vardır. Pestisit kalıntısı analizi yapılırken tarımsal üretim esnasında kullanılması olası yüzlerce pestisitten hangilerinin gıdada kalıntı bırakmış olabileceği araştırılır. Dolayısıyla bu iş oldukça karmaşıktır ve ne yazık ki ülkemizde tarımsal üretimde kullanılan pestisitlerin tamamını analiz edebilecek bir laboratuvar hâlâ yoktur. Yani, gıda kontrol laboratuvarlarında kullanılan analiz yöntemleri ile tarımda kullanılan pestisitlerin sadece bir kısmı belirlenebilmektedir. Bu düşünülenden çok daha büyük bir sorundur, çünkü bir analiz yapıldığında eğer pestisit olarak kullanılması muhtemel kimyasalların tamamını (ya da en azından büyük bir çoğunluğunu) araştırmı- yorsanız yapılan işin bir değeri yoktur.
Ülkemizdeki pestisit izleme programlarında oldukça az sayıda gıda ürününde ve sınırlı sayıda pestisit için kalıntı analizi yapılmaktadır. Örneğin, Antalya ilinde kayıtlı 70 bin civarında sera üreticisi vardır. Bu üreticiler yılda sadece bir kez pazara ürün sunsa, analiz edilmesi gereken 70 bin örnek yapar. Pazara sunulan ürünlerin tamamını analiz etmek mümkün olmadığı gibi mantıklı da değildir. Ancak, analiz sayısının gıdalardaki pestisit kalıntıları hakkında bir fikir verecek ölçekte olması gerekir. Oysa çok az sayıda gıda ürün, pestisit kalıntısı açısından analiz edilmektedir.
Ülke genelinde bu sayı, birkaç bin gıda örneği ile sınırlıdır. Bu sadece bizim ülkemizde olan bir durum da değil. Dünyanın her yerinde bu böyledir. Devlet, piyasanın çok azını denetleyebiliyor. Nedenleri pek çok ama kanımca en önemlisi, devletin üretim ile ilgili her konuyu "piyasa" dediğimiz şeye bırakmış olmasıdır. Aslında kestirmeden konuşmak gerekirse, neoliberal politikaların uygulanması sonucu devletin küçülmesi, kamusal hayatın silikleşmesi ile yediğimiz gıdalardaki zehirli kimyasal madde sayısı ve miktarının artışı arasında sıkı bir ilişki vardır.
Gezegen ölçeğinde düşünürsek, bir kimyasal maddenin zararlı etkisi, sadece uygulandığı bölge ile sınırlı kalmaz; kimyasal moleküller sınır tanımaz. Gezegendeki kimyasal döngüler vasıtası ile zaman içinde her yere yayılırlar. Esasen gıdalara insani faaliyetler veya çevre kirlenmesi vasıtasıyla bulaşan zehirli maddelerin tamamını analiz etmek de imkânsızdır.
Yöntemlerimiz yetersizdir. Konuya biraz açıklık getirmek gerekirse, kalıntı maddelerinin analizinde çeşitli analitik cihazlar kullanılır. Bu cihazlar, gıdada hangi toksik kimyasalların ne miktarda var olduğunu tespit edebilmelidir.
Buradaki ilginç durum şudur: Cihazların tespit yapabilme yeteneğinin veya hassasiyetlerinin artışı ile gıdalarda varlığını araştırdığımız kalıntı maddelerinin sayısının artışı arasında sıkı bir ilişki vardır. Yani, daha hassas cihazlar kullandıkça daha önce varlığından haberdar olmadığımız ama zehirli etkileri olan yeni kimyasal maddeler keşfediyoruz. Yani, bu kimyasal maddeleri tespit edebilen bir cihaz veya yöntem geliştirmeden önce de bu maddeler yediğimiz gıda ürünlerinde vardı, sadece farkında değildik.
Bazen, zehirli olmadığı sanılan bazı kimyasal maddelerin çok zararlı olduğu anlaşılıyor. Örneğin bazı pestisitler, gıda ürününde zaman içinde çok daha zararlı kimyasal yapılara dönüşebiliyor. Bunların hepsi gözlenen olaylardır. Yöntemlerimiz yetersizdir, doğru. Hem de çok yetersiz. Ancak buna rağmen her şeyi biliyor ve kontrol edebiliyor gibi davranıyoruz. Bu tam bir aldatmacadır.
Küresel ısınmanın etkisi
Küresel ısınma artık bir tehdit değil bir vakıadır.
Yaşadığımız çağ küresel ısınma çağı. Dünya genelinde kullanılan pestisitler, tohumlar, gübreler, genetiği değiştirilmiş organizmalar vs ile yürütülen tarımsal faaliyetler ve bu yapıya eklemlenmiş gıda sanayii ile gıda üretim faaliyetlerimiz küresel ısınma sorununun en önemli kaynaklarından biri haline dönüşmüştür. Üstelik bu durumdan bir kaçış veya geriye dönüş olanağı da pek mümkün görünmemektedir. Örneğin, önümüzdeki 50 yıl içinde dünyada pestisit kullanımının azalmayacağı, tam aksine artacağı öngörülmektedir. Küresel ısınma nedeni ile değişecek sıcaklık ile yağış rejimlerinin tarımsal ürünlerde salgın şeklinde hastalıklara ve ürün zararlıları ile yabani otlarda aşırı artışlara neden olacağı, bu nedenle de pestisit kullanımının zorunlu olarak artacağı tahmin edilmektedir (Kavnakça 4).
Artan sıcaklıklar nedeniyle ürün verimliliklerinde düşmeler (Kaynakça 5) olacağı için elde mevcut ürünleri korumak amacıyla daha çok pestisit kullanmak zorunda kalacağımız da açıktır. Sonuç olarak, bu durum çevre ve insan sağlığı için olası riskleri arttıracaktır. Bu kötüye gidişe engel olabilmek pek mümkün görünmese de tarımda kimyasal madde kullanımının gerekliliğini tartışmalı hale getirmek bir gerekliliktir.
Pestisitlerin kullanılmasının gereklilik olduğunu savunan görüş iki ana argümana dayanır: Bunlardan biri pestisitlerin insan ile çevre sağlığına zarar vermediği ve diğeri ise sürekli artan dünya nüfusunu besleyebilmek veya açlıkla mücadele edebilmek için pestisitler gibi ürün verimliliğini arttıran kimyasalları kullanmanın bir zorunluluk olduğudur. Aslında her iki argüman da doğru değildir ve tarımda pestisit kullanımını rasyonalize etmek için sıklıkla dile getirilen argümanlar olmanın ötesinde, bir işleve de sahip değildir.
Pestisitlerin sağlığa zararlı olmadığı argümanını öne sürenlere göre, bu konuda yapılmış toksikolojik testler güvenilirdir. Toksikolojik testlerde en temelde, bir gıda ürününde bulunan bir toksik kimyasalın hangi miktarı aşarsa sağlığa zarar vereceği belirlenmeye çalışılır. Buradaki varsayım, bir kimyasalın toksik etkisinin belirli bir dozu aştığında ortaya çıkacağı düşüncesi üzerine kuruludur.
Dolayısıyla, herhangi bir toksik kimyasalın gıdalardaki MRL değerinin ne olabileceği belirlenmeye çalışılır. Sadece MRL değerlerinin aşıldığı durumların bir sorun yarattığı varsayılır. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda, bazı pestisitlerin gıdadaki kalıntı miktarları, MRL değerlerinin altında olsa bile sağlığa zararlı olduğu belirtilmektedir (Kaynakça 6 ve 7).
En çok zararı, hormonal sistemimiz görmekte ve zarar yaş küçüldükçe artmaktadır. Bu durum, pestisitlerin sağlığa zararlı etkilerinin değerlendirilmesi için yapılan toksikolojik çalışmaları, şüpheli bir konuma düşürmektedir. Buna ek olarak, toksikolojik çalışmalar tek bir kimyasal maddenin yol açtığı sağlık sorunları üzerine odaklanır. Oysa, tarımsal üretimde kullanman yüzlerce çeşit pestisit vardır ve gıdalarımızda birden fazla sayıd; pestisit kalıntısı çıkması oldukça muhtemeldir1.
Bu gibi durumların yol açacağı sağlık sorunları hakkında herhangi bir değerlendirme yapabilecek bilimsel yöntemlerden yoksunuz. Ancak, böyle bir kimyasal kokteyl maruz kalmanın pek de hayırlı sonuçlara yol açmayaca ğını söylemek için kâhin olmak gerekmiyor.
Tarımsal üretimde pestisit kullanılmazsa, yüzde 40 ile yüzde 65 arasında değişen oranlarda ürün kayıplar olacağı argümanını dile getiren çeşitli çalışmalar vardır (Kaynakça 8 ve 9).
Ancak, pestisit kullanmanın sosyal ve çevresel maliyetleri bu çalışmalarda hiç hesaba katılmadığı için bu argüman çok kusurludur. Yani, herhangi bir faaliyetin yol açtığı sağlık sorunlarının, doğaya bırakılan atıkların yol açtığı zararların ya da bu atıkların bertaraf edilmesi için yapılan masrafların, maliyetlere dahil edilmesinin iktisadi etkinliklerin verimliliğini ölçmek için daha uygun olduğu vurgu lanmaktadır (Kaynakça 10 ve 11).
Tarımsal üretimde pestisit kullanmanın gerekliliğini, ekolojik iktisat teorisinin yaklaşımı ile incelemek ve böylece gerçek maliyetleri belirlemek çok daha doğru olacaktır. Örneğin, Pimentel ve arkadaşları tarafından yapılan bu tarz bir çalışmada (Kaynakça 11) pestisit kullanmanın savunulduğu kadar ucuz değil, tam aksine çok pahalı olduğu ve petrokimyasal kaynakların savurganca kullanılmasına yol açtığı belirlenmiştir. Bir başka çalışmada ise ABD'de 1950'li yıllarda böceklerin neden olduğu yıllık ürün kaybı yüzde 7-8 civarında iken, bu oranın günümüzde yüzde 12-13'ler düzeyine ulaştığı belirtilmektedir (Kaynakça 12).
1950'li yıllara kıyasla, kullanılan pestisit miktarı 10 misli artmasına rağmen böcekler yüzünden kaybedilen ürün miktarının iki katına çıkmış olması oldukça düşündürücüdür. Açlık sorununun yetersiz gıda üretiminden kaynaklanmadığı ise küresel gıda politikalarına biraz vâkıf herkesin iyi bildiği bir gerçektir ve bu nedenle burada değinmeyeceğim.
Bütün bunlar en az 30-40 yıldır bilinmesine rağmen, yine de pestisit kullanıldı, inancım o ki kullanmaya da devam edeceğiz, insan her şeyin sonunu düşünebiliyor, ancak içinde yaşadığımız sistemin bir sonu olabileceğini ve bizleri bir sona, büyük bir hızla bir yok oluşa götürebileceğini düşünemiyor.
Kuşkusuz bu, sadece pestisitlerle ilgili bir mesele de değil. Aslında neye el atarsak atalım, radikal bir değişim gerekliliğine rağmen bir mahkûmiyet veya çaresizlik durumu ile karşı karşıya kalıyoruz. Kuşkusuz pestisit kullanımının gerekli olduğu durumlar vardır. Örneğin, sıtma gibi sivrisineklerden geçen hastalıklarla mücadelede pestisitler kullanılır ve bunların kontrol edilmesinde fayda da sağlar. Bu gibi durumlarda kullanılmalı da.
Oysa milyonlarca ton tahılı fizyolojik doğalarına hiç uygun olmamasına rağmen hayvanlara yediriyor ve bunları yetiştirmek için de muazzam miktarlarda pestisit kullanıyoruz. Bu iki durum birbirinden son derece farklıdır. Birinde hayatta kalmaktan, diğerinde ise tabiri caizse bilimi ve teknolojiyi arkasına alan bir üretim çılgınlığından söz ediyoruz. Modern tarımda kullanılan kimyasal maddelerin konumunu sarsacak bir değişim kısa vadede olası görünmüyor. Uzun vadede ise sadece tarımsal faaliyetler ve beslenme tarzımızda değişiklik yapmak için değil, her şey için çok geç olacak. (BŞ/HK)
Dipnot
1. Ülkemizde gıda ürünlerinin ne kadarının birden fazla sayıda pestisit içerdiğine ilişkin bir çalışma bu güne kadar yapılmamıştır.
Kaynaklar
1. Tiryaki ve ark. (2010): Tarım ilaçları kullanımı ve riskleri. Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi 26 (2): 154-169.
2. Anonim (2011): Antalya Tarım Master Planı, Antalya il Tarım Müdürlüğü Yayını.
3. Anonim (2012): TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası'nın yaş meyve ve sebzelerde pestisit kalıntısı ile ilgili görüşü.
4. Miraglia ve ark. (2009): Climate change and food safety: An emerging issue with special focus on Europe. Food and Chemical Toxicology, Volume 47, Issue 5, 1009-1021.
5. Schultz N. (2009): Wheat gets worse as C02 rises, The New Scientist
6. Mckinlay ve ark. (2008): Endocrine disrupting pesticides: Implications for risk assessment. Environment International 34 (2008): 168-183.
7. Mnif ve ark. (2011): Effect of Endocrine Disruptor Pesticides: A Review. International Journal of Environmental Research and Public Health 8 (2011): 2265-2303.
8. Urech, P. (2000): Sustainable agriculture and chemical control: opponents or components of the same strategy. Crop Protection 19, 831-836.
9. Dağ ve Ark. (2000): Türkiye'de tarım ilaçları endüstrisi ve geleceği,
10. Fratzscher, W. and Stephan, K. (2001): Waste energy utilisation-An appeal for an entropy based strategy. International Journal of Thermal Sciences, 40 (4) 311-315.
11. Pimentel D. and Pimentel M. (2008): Environmental and Economic Costs of the Application of Pesticides Primarily in the United States, 161-183, Food Energy and Society Third Edition CRC Press Taylor &Francis USA.
12. Weber P. (1992): A place for pesticides. World Watch Magazine, May/June, Vol. 5, No. 3.
***
Bu yazı Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği'nin yayınladığı Perspectives adlı siyasi analiz ve yorum dergisinin ikinci sayısında yayınlandı.
Derginin ikinci sayısının dosya konusu Ortadoğu ve Türkiye olarak belinlenmiş. Dosya'da Sedat Aybar'ın "Türkiye'nin Ortadoğu politikası ve 'yeni coğrafya' algısı", Bayram Balcı'nın "Suriye Krizi: Türkiye'nin Ortadoğu rüyasının sonu mu?", Nidal Özdemir'in "Hatay'ın barış iklimine dikkat", İlhan Tanır'ın "Suriyeliler kendi kendilerini yönetmeye yelken açtı", Sezgin Tanrıkulu'nun "Türkiye'nin Kürt sorunu politikası ve bölgedeki gelişmeler", Şah İsmail Bedirhanoğlu'nun "Suriye krizinin Güneydoğu Anadolu ekonomisine etkileri" başlıklı makaleleri yer alıyor.
Ekoloji bölümünde ise Özgür Gürbüz'den "Nükleer yalanlar mı radyasyon mu daha tehlikeli" ve Önder Algedik'ten "İklim değişikliği: 'U dönüşü' mümkün mü". Demokrasi başlığında Fikret İlkiz'den "KCK davaları ve yargı", Rıza Mahmut Türmen'den "Yeni anayasa", Aksu Mora'dan "Bunların derdi money", Şanar Yurdatapan'dan "Ne bileyim ben", Pervin Savran'dan "İsyanımız Toroslar'a yazıldı". Dış politika bölümünde Tayfun Serttaş'tan "İktidarın arka bahçesi: Sanat" ve Dış politika bölümünde Soli Özel'den "Arap Baharı ile Ortadoğu'da değişen dış politika dengeleri" başlıklı makalelere yer verilmiş.