20 Temmuz Pazartesi sabahı Suruç’ta gerçekleşen patlama ile birlikte Türkiye’de sona ermeyen, eremeyen “savaş” tüm şiddeti ile yeni bir döneme girdi. 25 Temmuz’da ise PKK kadrolarının bulunduğu Medya Savunma Alanlarına yönelik kapsamlı hava harekatının ardından çatışmasızlık süreci fiilen bitti.[1]
Her gün gerçekleşen ölümler ve saldırılar başta ana akım medyayı “çözüm sürecinden” önceki ayarlarına döndürmüş ve nefret söylemleri gündelik hayatın bir parçası haline gelmiş durumda.
2013-2014 yıllarında Türkiye ordusu ve PKK arasında gerçekleşen silahlı çatışmalarda sadece 40 asker, polis, korucu ve gerilla hayatını kaybederken bugünlerde bir günde hayatını kaybedenlerin sayısı 10’u geçebiliyor. Yine o yıllarda hakikat komisyonlarının kurulması, sürecin şeffaflaşması, silahsızlanma, normalleşme gibi konu başlıkları tartışılırken bugün kirli savaş yöntemleri ve nefret suçları ile ölüler bile işkence görüyor, araçların arkalarında sallandırılıyor ve haberi kapsamaya çalışan gazetecilerin kafalarına silah dayanıyor.
Mevcut durum barış gazeteciliğinin uygulamaya konulması için elverişsiz gözükse bile medyanın eski ayarlarına bu kadar hızlı bir dönüş yapması, yirmi sene önce atılan manşetler ile yeniden çıkması tesadüf değil. Harekete geçmek, savaş gazeteciliğinin hakimiyetini kırmak, medyanın çatışmalarda dönüştürücü bir rol üstlenmesini sağlamak ve militarizmin değil yapıcı bir çözümün sesini hakim kılmak için tam da şimdi barış gazeteciliğini tartışma zamanı.
Haber kaynağı ve dili
Savaşın sürmesine katkıda bulunan medya, bir haber verme aracından çok çatışmanın bir tarafı olarak karşımıza çıkıyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri de gazeteciliğin ana ilkelerine ters düşen tek kaynağa bağlı kalarak haber yapmak ve en önemli göstergesi ise de kullandığı dil.
Tarafların açıklamaları haberleştirilirken çatışma bölgelerindeki yaşayan sivillerin yaşadıkları neredeyse unutuluyor. İki alternatifin arasında sıkışıp kalmak, zafer ya da yenilgi üzerine odaklanmak yerine çatışmalar her taraftan nasıl yıkımlara yol açıyor sorusunu sormak gerekiyor. Çünkü savaş gazeteciliği çatışan partilerin uzlaşamaz çıkarları olduğunu söylüyor. Bunu da en çok kullandığı sıfatlar ile yapıyor; "onlar" ve "biz"...
Kullanılan dil aynı zamanda medya-iktidar ilişkisini yansıtıyor."Biz" egemenlerin içine dahil olan gruptan oluşurken "ötekilerin" listesi uzadıkça uzuyor. Herhangi bir toplumsal muhalefet ötekileştirilebilirken medya iktidarın sözcülüğünü üstleniyor.
Barış gazeteciliği, savaş gazeteciliğinin aksine asla tek kaynağa bağlı kalarak haber yapmıyor. Gezi Parkı sürecinde "biz gerçekleri bu medyadan dinlemişiz, aslında Doğu'da hikaye daha farklıymış" algısı da tam olarak çatışmaları kapsarken en önemli sorunlardan birine; bilgi eksikliğine işaret ediyor. Bu yüzden barış gazeteciliği eğitici rolü ile tüm partilere ses verip, tek tipleştirmelere meydan okuyarak, bakış açılarının yeniden müzakere edildiği bir alan oluyor.
Barış gazeteciliğinin ilkelerinden çatışmanın tüm taraflarının ve boyutlarının ele alınması, güçsüz partiye de ses verilmesi ve çatışmanın yıkıcılığı üzerine odaklanması daha geniş düşünmeye sevk ediyor. Medyanın egemen partinin propaganda aracı değil siyasi tartışmanın gerçekleştiği bir alan olması için barış haberciliğinin yapılması gerekiyor.
Dünyadan Örnekler
Son iki senede yaşanan çatışmasızlık süreci bize hiçbir şey öğretmedi mi? Savaş gazeteciliği çatışmaların başlaması ile birlikte şiddetli bir şekilde geri döndü. Barışın, barış gazeteciliği perspektifinden değil yukarıdan, egemenlik ilişkisine göre kapsanması, savaş gazeteciliğinin dilinin devam etmesi ve barış hikayelerinin sesinin duyulmaması bu geri dönüşü daha basit kıldı.
Ne yapılabilirdi? Son iki yılda ne daha farklı olsaydı bugün savaş dilinden uzaklaşmış olurduk? Kürt sivillerin hayatlarını kaybetmesinin haberini ne daha değerli yapardı?
Dünyanın her yerinde egemen siyasi partiler ve kendi kontrolü altında bulunan basın araçları var. Yine, dünyanın her yerinde çatışma-çözüm-uzlaşma gibi başlıklar altında müzakere eden topluluklar ve gruplar mevcut. Medya bu müzakerenin yansıtıldığı en önemli alanlardan biri.
Barış gazeteciliğine süreçler üzerinden baktığımızda özellikle müzakereler devam ediyorken belirsizlikler ya da şiddet devam ediyorken medya önemli bir araç ve iletişim aparatı olabiliyor.
İrlanda’daki barış sürecinde Hayırlı Cuma Anlaşması’na (Good Friday Agreement) erişene kadar Kuzey İrlandalılar için yapılması gereken süreci aktif tutmak ve diyalog kapılarının açık kalmasıydı[2]. Anlaşmaya erişene kadar da yoğun müzakereler boyunca iki taraf medyayı pazarlık masasının bir yansıması olarak gördü. Bu süreçte yapılan röportajlar, liderlerin mesajlarının seçimi ve Sein Fein’in meşru bir siyasi parti olarak algılanması barış için yapıcı bir rol oynadı.
Bunun en önemli göstergelerinden biri 1988 ve 1994 arasında gerçekleşen Sein Fein ve İngiltere hükümeti tarafından radikal olarak adlandırılan gruplar için getirilen yayın yasağıydı. Yasağa karşı İngiliz basını hükümete baskı yaparken BBC dahil olmak üzere bazı İngiliz gazeteleri barış gazeteciliği prensipleri ile haber yapmaya devam etti. 1994'te ateşkesin ardından kalkan yasak sürecin ilerlemesine pozitif etkide bulundu.
Diğer bir yandan Kolombiya’da FARC gerillaları ve devlet arasında 30 yılı aşkın süredir devam eden çatışma “beşinci çözüm sürecinde“ başarıya doğru ilerlerken daha güçsüz olan partinin; gerillaların hikayelerinin anlatılması ve medyadan “yeter artık” (basta ya) sesinin yükselmesi hükümetin müzakere masasını terk etmesini zorlaştırdı ve çözüm için bir itici etmen oluşturdu.
Medyada barış mesajlarının altı çizildi ve uzlaşmayan hedeflerden çok barışın gerekliliği üzerinden haber yapıldı. Voz gazetesinin "müzakereler devam etmeli" başlığı ise bir barış gazeteciliği örneğini oluşturdu.
Barış hikayeleri
Çatışmanın çözümü için gerçekleşen hikayelerinin duyulması, diğer partinin ötekileştirilmemesi, tek kaynaktan haber yapılmaması daha da uzaltılabilecek bu liste barış gazeteciliğinin ana hatlarını oluşturuyor. Ana akım medya HDP'yi hedef göstermek yerine barış mesajlarını ele alsaydı bugün ulaşılan kutuplaşma mümkün olabilir miydi? Ya da 11 Nisan 2015 tarihinde asker ile gerillaların arasına canlı kalkan olup çatışmayı engellerken hayatını kaybeden Cezmi Budak'ın hikayesi her evde duyulsaydı meşru olur muydu bu kadar savaş?
Barış gazeteciliğinin çözüm için yapabileceği çok şey var. Çatışmayı durma inisiyatifinde erken uyarıcı da olup çatışmaya karşı çıkabilir, çatışmanın yaratabileceği zararlar üzerine vurgu yapabilir, barış mücadelelerinin sözcüsü olabilir. Öncelikle çatışma bölgesindeki insanların sesi olup, barış örneklerinden beslenebilir. Barış için yaratıcı çözümler öne sürebilir.
Savaş neden var, neye yardımcı oluyor? Çatışma bölgelerinde yaşayan insanlar neler ile karşılaşıyorlar, bu yıkımın insani boyutu ne? Medya bugünkü medya çatışmanın büyümesine neden oluyor. En önemli nedenlerinden biri de ana akım medyanın TSK’nın ya da hükümetin sözcüsü olarak davranması... İki alternatifin arasında sıkışıp kalmak zafer ya da yenilgi üzerine odaklanmak yerine çözüm odaklı haber yapmak, barış gazeteciliği tam olarak bunu savunuyor.
Barış mücadelesinin yaratılmasının önündeki engeller medyada da yer aldığı için sivil toplumun aktif katılımının olduğu, diyaloğun inşa edildiği, resmi kaynakların dışına çıkan bir habercilik anlayışı barış gazeteciliğinden geçiyor. Bu zor günlerde savaşa ve onun diline karşı barış gazeteciliğinin üzerinde durmak çözümün önemli biri çünkü barış gazeteciliğinin vaadi çatışmaların önlenmesi, çözülmesi için sıradan olmayan bir bakış açısı sunuyor.
(BZ/HK)