Tanımı, tarifi kolay gibi görünse de zor bir kavramdır "Barış Gazeteciliği". Her şeyden önce klasik iki cepheli savaşlarda barıştan yana tutum almakla sınırlı değil. Zaten de hiç bir savaş iki cepheli değil. Klasik savaşların da çok boyutu, çok karışanı, çok yararlananı, çok farklı açılardan zarar görenleri var.
Öldürülenler, yaralananlar ile sınırlı olmayan ağır sonuçları, büyük travmalara yol açan, toplumların kaderini, karakterini değiştiren, zamana yayılan etkisini dikkate almadan üzerinde konuşmak hem imkansız, hem anlamsız.
Barış gazeteciliğinin alanı ise daha da geniş olmak, toplumlardaki sıcak bir çatışmaya dönüşsün dönüşmesin tehlikeli ilişkileri de gündemine almak zorunda. Çatışmaların, kavgaların kökenlerine inmeden o türden bir gazetecilik yapmak, sürdürmek mümkün değil. Çünkü çoğu zaman, hatta genellikle çatışmaların, savaşların kökeninde çözülemeyen çelişkiler, sistemlerin tabiatından gelen haksızlıklar yatıyor.
Soyut, "iyilik", "kötülük" kavramlarıyla yetinen, kurgusunu bunun üzerine kurulabilen bir barış gazeteciliği gerçeklerden uzak olur. Önemli ve gerekli olan çatışmanın derinlerine inebilen, çatışan tarafları soyut barış çağrısıyla ikna edebileceğini, kavgayı çözebileceğini düşünmeyen bir anlayışın egemen olması gerekiyor bu tür gazeteciliğe.
Barışı öne alan, çatışmaların insanlara vereceği zararı minimize etmeyi çalışma tarzının ilkesi yapan gazeteci, bunun iki tarafın ortasında durularak yapılamayacağını da bilen gazetecidir. Burada kuşkusuz kaba anlamıyla "taraf" olmaktan söz etmiyoruz. Kuşkusuz barıştan yana olmak temel ilkedir.
Nesnellik kaygısı de engel olabilir
Washington Devlet Üniversitesi'nden Dr. Susan Dente Ross Boğaziçi Üniversitesi'nde "Barış Süreçleri ve Medya" konulu seminerde gazetecinin tutumu konusunda ufuk açıcı bir tanım yapmıştı. Notlara bakarak birebir çeviri olmadığını da belirterek aktarayım; Ross gazetecinin nesnelliği konusunda şunları söylemişti:
“Barış gazeteciliği bir alternatiftir; tarafsızlığın kamuflajından kurtulur. Barış gazetecisi haber yapmanın bir seçim sonucu olduğunu; kaynağın, olayın seçimiyle yapılacağını bilir. Onun nötr, objektif olma ihtimali yoktur. Çünkü gazeteciliği kimi dinleyeceğine, kamerasını nereye doğrultacağına daha da önemlisi gerçekleri iktidarın aktardığı biçimde değil, tüm karmaşıklığı ile aktarmak gerektiğinin farkındadır."
Burada güç sahipleri ile iktidar ile ötekiler arasında kalın bir çizgi çekildiğini barış gazeteciliğinde de bunun bir çıkış noktası olarak alınması gerektiğinin yeterince açık bir şekilde dile getirildiğini görüyoruz.
Belki bir adım daha ileri gidilebilir. Sistemin açık haksızlıkları da çatışma yaratır ve o zaman iktidar kavramının daha geniş bir açıdan, iktidar gibi görünmeyen kimi kesimleri de kapsayabileceğinin görülmesinin yararlı olacağını, bunun da barış gazeteciliği açısından önemli olduğunu söyleme olanağına kavuşuruz.
Türkiye'de işler zor
Türkiye sürekli çatışmalar ülkesidir. Hak arayanların şiddetle bastırıldığı, askeri ya da sivil darbelerle siyasetin dizayn edildiği bir ülke Türkiye.
Kavgalarını sistemin egemenliğini sağlamlaştırmış, zenginliğin verdiği kimi olanaklarla çelişkileri görünür olmaktan çıkarmış, sakin Batı Avrupa ülkelerine benzemiyor. Keskin çelişkiler, çatışmaları da keskinleştiriyor.
Özellikle 12 Eylül askeri darbesinden bu yana, belki 12 Mart demek daha doğru olabilir, toplumdaki kutuplaşmalar giderek keskinleşti. Son 10 yılda ise bu kutuplaşmaların daha da belirginleştiğini, tarafların ikiye indiğini, toplumun neredeyse ikiye bölündüğünü gözlemliyoruz.
Tüm diğer çatışma kaynakları adeta arka planda bu ikiye bölünmenin hizmetine girmiş gibidir. Bunun gazetecilik açısından, barış gazeteciliği açısından zorlukları daha da artırdığı ortadadır. Çünkü gazeteci farklı çelişkilerden kaynaklanan çatışmaları, farklı nedenleri dikkate almak zorundadır. Tarafların iki değil çok sayıda olduğunu bilir. Kimi zaman taraflardan birinin kendi içindeki farklılıklar, çatışmanın çözümüne hizmet etmek isteyen, haberini bu bakış açısıyla yapan gazeteci için önem taşıyabilir. Kimi zaman ise çatışmanın tohumlarını önceden görmeye çalışmak gazeteci için iyi bir yöntem olabilir.
Barış gazeteciliğini kendisine ilke edinmiş meslektaşımız, hiç kuşku yok, çatışmalar şiddete dönüşmeden varsa eğer "ortak zemini"; çatışmayı şiddetsiz çözmeyi mümkün kılabilecek noktayı bulmaya odaklanmalıdır. Haber seçiminde bu ortak noktaları, gözler önüne sermek, çatışma isteyenleri zor durumda bırakacak ve belki çatışmanın şiddet noktasına varmasını önleyebilecektir.
Okur da keskinleşen iklimden etkileniyor
Barış gazeteciliği yapmayı ilke edinmiş gazetecinin kullanması gereken dil konusuna burada uzun uzun girmek gerekmiyor. Acıları kaşımamak, korkuları kışkırtmamak, tarafları birbirinden uzaklaştıracak tanımlamalardan uzak durmak kuşkusuz işin alfabesinde yazılıdır. Kimi zaman çatışmaların liderlerinin, ki mutlaka vardırlar ve öndedirler, sözlerini, iddialarını değil, ki genellikle siyasetin demagojiye açık dilinin etkisindedirler, her iki tarafta da aklı selim sahibi kişilerin söylemlerini öne çıkarmak doğru olabilir.
Bir çok alt başlığa sahip olan ve gittikçe etkisini artıran en büyük engel ise milliyetçiliktir. Bir ulusa, bir yurda, bir kültüre sahip olmanın haklılığını, güzelliğini onu herkesten, her ulustan üstün görme noktasına vardıran, onu dinin ümmet kavramıyla daha da çatışmacı hale getiren milliyetçilik barışın en büyük düşmanıdır.
Tarihte kaldığı varsayılan bu milliyetçilik ne yazık ki günümüzde çok farklı biçimlerde yaşamaya, çatışmaların temel nedeni olmaya devam ediyor. Bu durumu bugünlerde kendi ülkemizde görüyor, karşımızdaki en büyük engelin de bu tür milliyetçilikler olduğunu saptayabiliyoruz.
Gazete okurları da gelişen bu olumsuz iklimden hızla etkileniyorlar. Daha sakin, daha normal koşullarda savunmayacakları ve belki bir süre sonra savundukları için bir iç muhasebesinde kendilerini kınayacakları tutumlara hızla savrulabiliyorlar.
Sessizlik barış değildir
Önümüzdeki bir diğer temel engel ise sessizliğin barış sanılmasıdır. İktidar sahipleri bunu iyi bildikleri için sansüre, kimi konuların tabu ilan edilmesine ağırlık veriyorlar.
Son günlerde bu yönteme ağırlık verildiği görülüyor. En son akademisyenlerin barışı savunan bildirisi karşısında gösterilen akıl almaz tutum hem toplumdaki parçalanmayı keskinleştirdi hem de yaratılan korku iklimiyle barışı savunmayı imkansız hale getirmeyi amaçladı. Etkisiz olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kısacası Türkiye'de barış gazeteciliği yapmak zordur. Ama bize en fazla gerekli olan da budur. Barış gazeteciliği cesaret istiyor.
Önündeki engeller daha haberi aldığınız anda başlar, eğer ortak bir anlayışta buluşamamışsanız, editörü, yazı işlerini, patronu, tabuları, sansürü, otosansürü, alıcı bir kuş gibi bekleyen savcıları aşmanız gerekir. Daha da önemlisi barış gazeteciliği yapacaksak eğer, öncelikle kendimizi sorgulamamız da gerekecektir.
Pasifist, barış yanlısı olmak ama pasif, edilgen olmamak gerekiyor işin özüne bakar, aslını ararsanız.
İşiniz, işimiz zor kısacası. (GÖ/EKN)