Bilindiği üzere, Hakkari Valiliği tarafından 13 Mart 2016 günü sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Halen devam etmekte olan bu yasak sebebiyle, vatandaşların yaşamış oldukları mağduriyetler maksimum düzeye ulaşmış ve vatandaşlar bu süreçte (tabiri caizse) ‘kendi hallerine’ bırakılmışlardır.
Tüm bu uygulamaların yanında ilçede yoğun çatışmalar yaşanmış ve telafisi güç maddi ve manevi zararlar ortaya çıkmış olmakla birlikte, bu zararların nasıl talep edileceğine ilişkin uygulamada da değişik fikirler ortaya atılmıştır.
“Zararlar terörle mücadele kanunu çevresinde”
Meydana gelen bu zararların nasıl talep edilmesi gerektiği yönünde özellikle Danıştay’ın bu tür davalara bakan 15. Dairesi’nin verdiği kararlar ışığında değerlendirecek olursak; özellikle 17 Temmuz 2004 tarih ve 5233 Sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un yürürlüğe girdikten sonraki Danıştay İçtihatları’na baktığımızda, artık terör eylemlerinden kaynaklanan olayları bu kanun kapsamında değerlendirip karar verdiğini görmekteyiz.
5233 Sayılı Kanun’un en belirgin özelliği, idarenin sorumluluğu için bir ‘kusursuz sorumluluk’ hali olan ve özellikle 1990’dan sonraki süreçte Danıştay İçtahatları’nda da bahsi geçen Sosyal Risk İlkesi’nin yani, idarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını belirten bu ilkenin artık yasallaştığını görmekteyiz.
“Valilik komisyonları oluşturulması”
Bu kanun kapsamına sadece terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle ortaya çıkan ‘maddi’ zararlar alınmış olmakla birlikte; bu zararların valilik bünyesinde oluşturulacak olan komisyonlar tarafından ödenmesi sağlanarak, uyuşmazlığın dava konusu yapılmadan, tamamen sulh yoluyla çözülmesi amaç edinmiştir.
“Manevi tazminatlar reddediliyor”
Kanunun sadece maddi zararları karşılaması ve her ne kadar bu olaylar sebebiyle, ‘manevi zararların karşılanmayacağını belirten bir hükmünün bulunmamasına rağmen’; Danıştay’ın gerek bu kanun kapsamında talep edilen, gerekse, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun(İYUK) genel hükümleri kapsamında talep edilen manevi tazminat taleplerini, özellikle 5233 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonraki süreçte reddettiğini görmekteyiz.
Manevi tazminat taleplerinin ödenmemesiyle ilgili Elazığ İdare Mahkemesi, somut norm denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne itiraz başvurusunda bulunmuş, ancak Anayasa Mahkemesi söz konusu başvuruyu reddetmiş olmasına rağmen gerekçesinde; zarar gören kişilerin maddi zararlarını 5233 Sayılı Kanun kapsamında tazmin edip, manevi zararları için İYUK genel hükümlerine dayanarak dava açabileceklerini belirtmesine rağmen, halen Danıştay (her ne kadar aksi yönde karar belirtmiş üyelerine rağmen, oy çokluğuyla), manevi zararlardan dolayı kişilerin tazminat alamayacaklarına ilişkin kararlar vermektedir.
“Danıştay’ın tutumu AİHM’e gider”
Danıştay’ın bu tutumunun daha sonraki süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına konu olacağı aşikardır. Bu bilgiler ışığında, özellikle yasağın kalkmasından sonra üzerinde durulması gereken en önemli şey ‘zararın tespitinin nasıl olacağı’ sorusudur. Zarar tespiti ile ilgili özellikle bazı avukatların Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda düzenlenen ‘delil tespiti’ yoluna gidilmesi gerektiği yönünde görüş bildirmelerine rağmen mahkemelerin özellikle iş yoğunluğundan ve de güvenlik kargılarından ötürü bu talepleri değerlendirebileceklerini sanmıyorum. Benzer uygulamalarının daha önce yaşandığı Cizre’deki başvurularının bu sebeple reddedildiğini görmekteyiz.
“Zarara uğrayanlar da kendi tespitini yapmalı”
Yine Cizre’de, özellikle yasağın kalkmasından sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından gönderilen yetkililerin zarar tespitinde bulundukları, ancak tespitlerinin evlerin ve işyerlerinin sadece fiziki dış yapısıyla sınırlı kaldığı; içindeki eşyaların zarar tespitlerini yapmadıkları gibi ilgililere herhangi bir tutanak vermedikleri yönünde de Şırnak Barosu’na bağlı avukatlardan da bilgi aldık. Bu sebeple, vatandaşların öncelikle yasağın kalkmasından itibaren, zarara uğrayan ev ve işyerlerinin fotoğraf ve video kayıtlarını almaları daha sonraki süreç için faydalı olacaktır.
“Dilekçe 60 gün içinde Valiliğe verilmeli”
Bu belgelerin birer kopyası ile zarara uğrayan mallarının listesini dilekçe eklerine koyarak 60 gün içinde Hakkari Valiliği bünyesinde oluşturulacak olan Zarar Tespit Komisyonları’na vermeleri gerekecektir. Avukatlar tarafından üzerinde tartışılan diğer bir husus da verilecek olan bu dilekçelerdeki zararların hangi kanun kapsamında talep edileceği sorunudur. Kanımca, bu durumda yukarıdaki Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesindeki yolun izlenmesinde fayda olacaktır.
"Uyuşmazlık durumunda"
Ancak, uyuşmazlığın daha sonra İdare Mahkemesi’nde dava konusu yapılması durumunda, mahkemeye bakan hakimin hukuki sebeplere bağlı olmadığı bilinmekle birlikte; mahkemenin idarenin hizmet kusurunun olup olmadığına araştırmadan, 5233 Sayılı Kanun kapsamındaki sosyal risk ilkesine göre karar vermesi bir bozma nedenidir. Başvuru sonucunda başvuran haklı görülürse, ilgili veya temsilci, sulhname imzalamak üzere davet edilir. İlgili söz konusu davete gelmezse ya da gelmesine rağmen miktarda anlaşamazsa, bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenir ve ilgiliye tebliğ edilir.
Bu tebliğ ile birlikte, vatandaşların 60 gün içinde Van İdare Mahkemesi’nde dava açmaları gerekecektir. Son olarak belirtmek gerekir ki, vatandaşların daha önce Cizre’de yapmış oldukları başvuruların; komisyon tarafından 10 Bin TL’nin altındaki zararların karşılanacağı, bu meblağın üstündeki zararlar içinse, halen yapılmış olan başvurulara herhangi bir cevap vermediklerini görmekteyiz. (RD/HK)
Not: Bu süreçte sürekli fikir alışverişinde bulunduğum Avukat M. Emin Borçin’e de teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim.