Fotoğraf: Ahmet Şık/ Twitter
Boğaziçi'ne yapılan idari, söylemsel ve bilfiil fiziksel şiddet içeren saldırılar üniversitelerin göreceli otonomisine, akademik özgürlüğe, eleştirel bilgi üretimine yönelen ve AKP'nin darbe girişimi ve olağanüstü hal sonrası yoğunlaştırdığı saldırıların bir devamı. Üniversitelere ve eleştirel düşünceye saldırmak da elbette otoriter baskı rejimlerinin olmazsa olmazı. Ancak son günlerde bu saldırının meşrulaştırılma biçimleri ve aldığı şekil, akademiye saldırının ve zora dayalı hükmetmenin kadın ve LGBTİ düşmanlığıyla ve bilhassa da feminist ve kuir hareketlerin bastırılmasıyla ne kadar ayrılmaz olduğunu gösterdi.
Boğaziçi'ne bahane bile göstermeden kayyum rektör atanmasını, kayyumun üniversitede ve dışında yaygın bir direnişle reddedilişini ve hatta yardımcı personel atayamayıp fiilen üniversiteyi yönetemez halde kalmasını takiben ve tam da üniversiteye polisin şiddetli müdahalelerinden evvel, kritik bir gelişme oldu.
Skandal "yaratıldı"
Daha doğrusu kamuoyunda bir "skandal" gelişme yaratıldı. Boğaziçi'ndeki türlü öğrenci gruplarını barındıran pek çok kulüpten biri olan LGBTİ+ çalışmaları kulübünün başka vakitlerde belki önemsenmeyecek bir eylemi, milleti/dini/cinsiyet rejimini tehdit eden bir milli/dini/cinsi sapkınlık, büyük ve önemli bir olay olarak medyada konu edildi. Kulüp üyelerinin nasıl Kabe resmini ayaklar altına alarak çiğnedikleri, Kabe görüntüsüyle LGBTİ bayrakları ve şahmeran figürünü nasıl yan yana getirdikleri bir milli/dini/cinsi ihanet olarak ballandırarak anlatıldı.
Böylelikle, Boğaziçi yalnızca söylenmesi bile gerekmeyen bir şekilde elit, laik, beyaz Türk, vesaire, yani yerli ve milli olmayan bir kurum değil, aynı zamanda da Türklüğe, Müslümanlığa ve (erkek egemen) ahlaka yönelmiş aktif bir saldırının yuvası olarak kuruldu. Polis saldırısı böylece meşru ve gerekli hale gelmiş ve süregiderken, bu kurgu da dolaştırıldı, geliştirildi.
Yeni Şafak
Örneğin Yeni Şafak bir dakikalık bir online videoda kapatılan kulübün sapkın ve kapatılmasına sebep gördükleri bazı eylemlerini sıraladı. Bunlardan ikisi "Sapkın dilleriyle İstiklal Marşı'nı kendilerine göre değiştirerek milli değerlere saygısızlık" yapıldığı ve "Kulüpte PKK terör örgütü amblemli, propaganda içerikli yasaklanmış kitap" bulunduğu idi. İddia edilen bu eylemler kulübün, ve hatta üniversitenin, milli ihanetine delil oluşturdu.
Gazetenin iddiasına göre, kulüp ayrıca "İslam dünyasının kutsal aylarına 'Şaban ve Recep'in aşkına Ramazan engel olamaz' pankartıyla saldırdı." Tabii esasında bu slogan AKP'nin son yıllarda ramazan ayını ve dini hassasiyetleri bahane ederek Onur Yürüyüşü engellemelerine ve dolayısıyla LGBTİ varoluşu ve Müslümanlığı birbirine yabancı ilan etme çabalarına yaratıcı bir cevaptı. Aynen Kabe, şahmeran ve LGBTİ bayrağın biraraya geldiği bir imajın olduğu gibi. LBGTİ bireyleri ve hareketi yerli ve dini imgelerle samimileştiren, yakıştıran bu eylemler AKP'lilerin saldırı altındaki klübü ve üniversiteyi "(Türk/Osmanlı/İslam) tarihimizde LGBTİ yoktur" diyerek ötekileştirmeleri ve farklı bağlamlarda ama benzer şekilde feminizmi bir batı etkisi, İslamı yeterince bilmeme sonucu ilan etmeleri gibi söylemlerin altında yatan aynı mantığa cevap olması gibi.
Başörtü kartı
"Kulüp üyesi başörtülü öğrencileri kadınlar tuvaletinde taciz etti." Yeni Şafak'ın iddasına göre kulübün başka bir eylemiydi. Burada tekrarlanan "Başörtülü bacımıza saldırdılar" iddiası elbette çok tanıdık, her muhalifi din/millet/ahlak düşmanı ilan etmenin en kısa yolu. Örneğin Gezi direnişi ve sonrasında direnişi milletin dışında ve millete karşı olarak kurmak için iktidarın dilinden en çok tekrarlanan ifadelerden biri başörtülü ve çocuklu bir kadının yarı çıplak bir grup erkek tarafında saldırıya uğradığı idi. Boğaziçi direnişi bağlamında bu tanıdık stratejiyi yeniden kullanmak acil olarak gerekti çünkü AKP'nin onyıllardır başvurduğu başörtülü kadınların sapkın din düşmanları elinde mağduriyetinden nemalanma alışkanlığı sekteye uğradı.
Direnişçiler içinde başörtülü bir öğrenci de vardı. Üstelik bu alenen LGBTİ hareketine yakın duran bir kadındı. Dahası zorla gözaltına alınırken yerde sürüklendiğini, başörtüsünün açıldığını ve polisin örtüsünü düzeltmesine imkan vermeyerek onu kelepçelediğini ifade ediyordu. Başörtülü bir kadın milli/dini/ahlaki değerlerin pasif sembolü ve gayrımilli, dinsiz/laikçi ve ahlaksızca saldırıların AKP tarafından kurtarılmaya muhtaç kurbanı olacağına, Boğaziçi'nin, LGBTİ+ çalışmaları kulübünün ve direnişin bir parçası ve bunlara yönelen AKP'nin yönettiği şiddetin mağduru idi. Hem de başörtüsünün açılması gibi en bir vurucu bir şekilde mağdur ediliyordu.
Bu iddiayı yalanlamak yetmezdi, bu kadına sosyal medyada saldırmak, onu başörtüsüne yakışır davranması yönünde azarlamak, başörtüsünün ve müslümanlığının gerçek olamayacağını, bir sahtekarlık, bir sahneleme olduğunu iddaa etmek, milli/dini/cinsi iktidar söylemine sığmayan bu figürü ya yola getirmek ya da yok saymak/etmek gerekti. Tıpkı başörtülü CHP'li kadınların "konu mankeni", protestolarda polis şiddetine uğrayan başörtülü kadınların provokatör olduğunun iddia edilmesi gibi.
"Biz"in dışı
Saldırı altında olanı (kulüp ve üniversite) saldırgan olarak kurgulayan tüm bu cinsiyetli hamleler, modernleşme tarihinin tanıdık cinsel ahlak(sızlık) üzerinden yabancılık kurma, Türklük, Müslümanlık ve "biz"in, milletin dışına atma ve dolayısıyla uygulanan şiddeti meşrulaştırma stratejisinin tekrarı. Aynı zamanda da çok bugüne özgü. Feminizmin ve LGBTİ haraketinin gücünün ve buna karşı son yıllarda Türkiye'de yükselen ve AKP'nin sözcülüğüne ve hatta örgütleyiciliğine soyunduğu, yerel bir şekil alsa da ulusaşırı bir dalganın da parçası olan feminizm ve kuir hareketi karşıtlığının da parçası.
Milli/dini/cinsi erk tesisi
Dahası Türkiye'de son dönemde İstanbul Sözleşmesi karşıtlığı üzerinden ifade bulan, feminist ve kuir tehdit altında olarak kurgulanan (hetero)erkek egemenliğinin restorasyonu politik vaadini, Kürtlerin, laiklerin, "hain" akademisyenlerin ve bilcümle muhaliflerin tehdidi altında olarak kurgulanan bir milli/dini egemenliğin yeniden tesisi projesiyle özdeştiriyor. Böylece bu milli/dini/cinsi erk tesisi projesinin tahakküm altına almak istediği ötekilere, kadınlara, LGBTİ'lere, AKP ve Diyanetin biçtiği Sünni Müslümanlığa sığmayanlara, ırksallaştırılmış bir Türklüğün dışında bırakılanlara, eleştirel entellektüellere ve hele hele de iktidarın biz kurgusuna açıkça itiraz etmeye kalkanlara yönelen şiddet gerekli ve haklı kılınıyor.
Bu bağlamda Boğaziçi direnişini kırmak için LBGTİ kulübünü hedef göstermek bir bahaneden, bir meşrulaştırma hamlesinden daha fazlasına işaret ediyor. Bu iktidar hamlesi, genel anlamda cinsiyetli temsillerin ve özel olarak da homofobi, transfobi ve kadın düşmanlığı ve feminizm ve kuir hareket karşıtlığının iktidarın işleyişi için nasıl da merkezi olduğunu bir kez daha gösteriyor.
(NÖ)