Polis şiddetiyle bastırılmaya calışılırken spontan bir halk ayaklanmasına dönüşen Gezi direnişi karşısında başbakanın en ufak bir geri adım atmaması çoğumuzu şaşırttı. Erdoğan’ın inadı, üstten bakan, azarlayıcı politik uslubunun bir dışavurumu olarak algılandı.
Bu üslup gösterilericilerin politik dağarcığını da şekillendirdi. “Ananı da al git” diyen basbakana “anamızı da aldık da geldik” diye yanıt veren göstericiler “ayyaş”, “çapulcu”, ve “alkolik” gibi kendilerini aşağılamayı hedefleyen sözleri de aynı şekilde anlam kaymasina ugratarak sahiplendiler.
Direnişin sesi yükselirken Erdoğan’ın apar topar çıktığı Kuzey Afrika ziyareti esnasında Bülent Arınç ve Abdullah Gül’ün politik duruş olarak değilse de ton ve içerik olarak nispeten ılımlı mesajları kamuoyunda bir uzlaşma beklentisi oluşturdu. Buna rağmen Erdoğan’ın provokatif bir inatla Tunus’ta da aynı üslubu sürdürmesi kendisinin biyolojik ve/veya politik olarak ömrünü doldurduğuna dair çesitli spekülasyonlar yapılmasına, komplo teorileri üretilmesine yol açtı. “Tayyip’in üzeri çizilmiş, onun siniri içinde”, “Hastalığı çok ilerlemiş ve ölüm döşeğinde”, “Aldığı ilaçlar yüzünden delirmiş”, “Tayyip AKP için bir yük olmuş ve artık Gül komutayı ele almış”.
Erdoğan’ın dönüşünde yaptığı konuşmasında arttırarak sürdürdüğü saldırgan ve ürkütücü tavır, kendisini daha kucaklayıcı olmaya ve göstericilerle diyalog ve uzlaşma aramaya çağıran yandaşları tarafından bile başbakanın politik olarak manasız bir inat güttüğü şeklinde yorumlanıyor. Bu yorum, toplumsal iktidarın işleyişini, bu iktidarı mümkün kılan anlam ve duygulanım dünyasına yerleştirmek yerine, onu psikolojik bir mesele, bir davranış bozukluğu gibi ele alıyor. Oysa AKP iktidarının ve Erdoğan’ın siyasi karizmasının üzerinde yükseldiği politik repertuara toplumsal cinsiyet penceresinden bakıldığında, bu inadın anlaşılmaz kişisel bir eksantriklik degil, bir erk’eklik meselesi olduğu görünür hale geliyor.
Erdoğan politik olarak son derece erkek bir figür. Erdoğan’ın erk’ekliği onu iktidarını belli bir şekilde uygulamaya, bedeninini, sesini belli bir biçimde kullanmaya yöneltiyor. Bu erkeklik formu, islamcı ve kabadayı erkekliklerini sentezleyen, hepimizin babası, abisi, kocası olmaya yeltenen bu patriyark rolü, bu saldırgan, uzlaşmaz, ve buyurgan “kişilik,” Erdoğan’ın bu güne kadarki kariyerinin ve başarısının sırrı. Bugün de geri adım atamamasının, sıkışmasının, kendi iktidarının altında ezilmesinin sebebi.
Tayyip (bir aile üyesi gibi ilk adıyla anmak burada daha uygun), üç çocuk isteyen bir koca, kızlı erkekli kucak kucağa oturuyorlar diye ispiyonlayan bir abi, akşam saat ondan sonra içki içmeyin diyen bir baba. Hükmeden, yasaklayan, yukarıdan ve tek taraflı konuşan, azarlayan, aşağılayan, tehdit eden, iktidarini rıza ve/veya kaba kuvvet ile tesis edemediğinde ise, başka tarafa bakmaktan, görmezlikten gelmekten, araya giren annenin (Bülent Arınç’in üstlendiği bir rol) o eve gelinceye kadar ortalığı yatıştıracağını ummaktan başka çaresi olmayan bir erkek.
Erdoğan’in kişiliği, irrasyonel tutumları olarak görünen ve Gezi direnişi ile müzakare etmeyi bırak, varlığını tanımasını engelleyen işte bu erk’eklik. Direnişin sembolu olan gençlerin ağzında daha kolay ifade bulan bu duygu, dinlenmemeye, küçük görülmeye, ve hayatının kontrol edilmesine duyulan bu öfke, iste bu erk’ekliğin tahakkümü tarafından üretiliyor. Nitekim direnişin apolitik görülen, parti ve ideoloji terminolojisi ile değil, mizah ve küfür ile konuşan dili de bu erkeklik üzerinden Erdoğan’Ia konuşuyor, onu bu erkeklik üzerinden sorguluyor ve yanıtlıyor. Ve tam da bu yüzden babalık, abilik, kocalık, kısacası egemen erkeklik taslayan Erdoğan’ın penis boyunu, heteroseksüelliğini, ve penetre edilemezliğini sorgulayan fallik küfürlerle onun erk’ekligini hedef alıyor.
Polisi “delikanlı kim bakalım” diyerek mahalle kavgasına silahsız girmeye çağıran bu direniş dili bilhassa Çarşı ile cisimleşse de, şehirli genç yoksul erkekliğin ağzından konuşuyor. Direnişin bu erkek dili, penis odaklı türlü cinsel eylemle Erdoğan’ı “kadınsılaştırmakla” tehdit ediyor. Bu saldırgan erkek dil, bir yandan politik iktidari sorgulamak ve ona direnmek icin bir alan yaratırken, bir yandan da savurduğu cinsel şiddet temalı sloganlar ile direnişin başından beri asli unsuru olan kadınları, geyleri, transları, seks işçilerini tehdit ederek ötekileştiriyor.
Feministlerin duvarları mor boya ile boyayarak cinsiyetci küfürleri silmeleri, feminalarla işaretlemeleri, ve dahası “kadına, ibneye, orospuya laf yok” diyerek kendi dillerinden cevaplamaları, “küfürle değil, inatla diren” diyerek herkesi direniş dilinin yeniden inşasına çağırmaları, direniş alanını ve dilini kadınlar ve LGBT bireyler icin yeniden sahipleniyor. Feminist politika bu dile alanda müdahale ederken, feminist analizin de direnişin cinsiyetçi diline dair söyleyebileceği cok şey var. Belli bir sınıfsal ve toplumsal cinsiyet pozisyondan konuşan popüler muhalefet, Erdoğan’la aynı erkeklik dilinin içinden konuşmasına ve onu yeniden üretmesine rağmen, ve hatta belki de tam da bu sayede, Erdoğan’ı ve onun erk’eklik üzerinden tahakküm etme biçimini hedef alan kitlesel direnişin dili oluyor. Bu, iktidarın ve direnişin dilini ortaklaştıran bir erk’eklik meselesi.
Bu meseleye feminist bir müdahale mümkün. Sadece mümkün değil, iktidar ve direnişin ana eksenlerinden birini oluşturan cinsiyet boyutunu anlamak ve onu farklı mücadelelerle eklemlemek ve harmanlamak icin gerekli de. Burada feminist eleştirinin bize öğrettiği şu: Direnişin duvarına yansıyan gerçek, cinsiyetçi ideolojinin camera obscurasından tersi. Küfürlü fallik sloganların Erdoğan’ın erk’ekliğini hedef alması, onun egemen erkeklik performanslarından duyulan rahatsızlığı ifade ediyor. Yani sorun Tayyip’in erk’ekliği. İşin güzel yanı, Tayyip’in erk’ekliğinden, topluma babalık, kocalık, abilik yapmasından duyulan rahatsızlıkta feminizmin uzun soluklu mücadelesinin ve sesinin katkısı var.
Gezi direnişi ve direnişin yarattığı ve yeniden ve yeniden sekillendirmekte olduğu kamusal alan, kadınlar ve LGBT bireyler için erkek egemen kamusal alanın gündelik deneyimini dönüstürüyor. Direnişçilerin dile getirdigi alanda hiç cinsel taciz yasanmadığı iddiaları muhtemelen abartılı, ama bu direniş sürecinde seks işçileri, translar, geyler, ve kadınların, sokakları, geceleri, ve alanları doldurduğu bir gerçek. Kendilerini cinsiyetçi siddetin nesnesi olarak hissetmedikçe bu kamusal alanda güçlendikleri gibi. Bu direniş bağlamında edinilen cinsiyetli deneyimler ve bu deneyimlerle şekillenen yeni diller ve bilgiler, feminist/LGBT politikalarının kazanımı ve Gezi direnişine katkısıdır.
Biz bu satırları yazarken, Gezi’de kadınlar ve LGBT bireyler icin küfür ve argonun imkanlarına dair bir atölye düzenleneceğini okuyoruz. Bu yazıyı, atölyenin düzenleyicilerinin sözleriyle kapatalım: “Gelin, hep beraber küfrümüzü, argomuzu kadın ve LGBT diliyle yeniden düşünelim… ve hatta yenilerini hep beraber bularak iktidara olan öfkemizin dilini beraber inşa edelim.”
Küfür Atölyesi gibi pratikler, “lümpen” erkek gençliğin cinsiyetçi küfürlerle ifade ettiği öfkenin, feminist ve LGBT politika tarafından silindiği degil, cinsiyet ayrımcı olmayan biçimlerde yeniden yazıldığı bir direnişin habercisi. (ÇT)
* Zeynep Kurtuluş Korkman, Yardımcı Doçent, Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları, Arizona Üniversitesi
* Salih Can Açıksöz, Yardımcı Doçent, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Çalışmaları, Arizona Üniversitesi