İki hafta süren iklim müzakereleri normalde tamamlanması gereken süreden 27 saat gecikmeli olarak; cumartesi akşamı tamamlandı. Müzakereler boyunca salonlarda tansiyonlar bol bol yükseldi; müzakerelerin aralıksız 30 saat sürdüğü son günlerde taraflar arasında gerginlikler yaşandı. Bir kısmı sil baştan olacak ancak bu iki hafta boyunca neler yaşandığını kısaca anlatalım:
Müzakerelere damgasını vuran olaylardan ilki Filipinler’deki Haiyan Tayfunu’ydu. Müzakerelerin açılış gününde konuşma yapan Filipinler Delegasyonu Başkanı Yeb Sano dakikalar süren duygusal konuşması ile müzakerelere damgasını vurmuştu. Ülkesinde insanlar, iklim değişikliğine bağlı felaketler yüzünden hayatını kaybederken, müzakerelerden anlamlı bir sonuç çıkana kadar açlık grevi yapacağını duyurmuştu. Kendisinin 13 gün süren açlık grevi ve müzakerelerden anlamlı sonuçlar talep etmek için açtığı imza kampanyasına 6 gün gibi kısa bir sürede 605.000 imza toplaması sürecin en önemli olaylarından birisiydi. Yeb Sano’nun açlık grevine sivil toplumun da destek vermesi hem iklim değişikliğine karşı çok kırılgan olan ülkeler ve sivil toplum arasındaki dayanışmayı arttırdı; hem de müzakerelerde adım atmak istemeyen gelişmiş ülkeler üzerinde önemli bir baskı yarattı.
Filipinler’deki tayfunu, müzakereler boyunca Sardunya Adası ve Hindistan’da kasırgalar takip etti. Bu bizlere hiç kimsenin iklim değişikliğinin yarattığı felaketlerden muaf olmadığını gösterse de, gelişmiş ülkelerin bir kısmı gereken adımları atmamakta ısrar ettiler. Hatta Japonya, geri adım atarak; önemli tepki toplayan ülkelerden birisi oldu. 1990’a göre yüzde 25 sera gazı azaltım hedefi alan Japonya, Fukuşima kazasını bahane ederek sera gazı salım hedefini 2005’e göre yüzde 3 azaltma olarak değiştirdi. Aynı gün içerisinde, bilim insanları ve sivil toplum bunun aslında sera gazını 1990’a göre yüzde 3 arttırmak demek olduğunu ancak Japonya’nın mevcut teknoloji ile ilk taahhüdünü tutabilecek olduğunu rakamsal olarak ispatladılar. Japonya’nın kararını açıklayan diplomat, durumdan memnun olmadığı yüzünden okunur şekilde; “bu gibi önemli kararlarla ilgili yanıtları ben veremem, önümüzdeki süreçte halk verir” dedi.
Bu arada, müzakerelerin yapıldığı salonların havasını yazıya yansıtmak için birkaç detayı daha burada anlatmak gerekiyor. Dağıtılan çantalar, içtiğimiz sular kömür firmalarının sponsorluğundaydı; oturduğumuz koltuklar ise uçak firmalarının. Koridorlar, fosil yakıt şirketlerinin temsilcileri ile doluyken, Polonya hükümeti, üst düzey müzakerelerin başlamasından hemen önce “Kömür ve İklim Zirvesi” düzenledi. Dolayısıyla, ilk defa bu kadar şirketlerin ve fosil yakıt endüstrisinin gölgesinde; iklim değişikliği konusunda doğru kararların çıkması için uğraştığımız bir zirveydi.
Üst düzey katılımcıların da katıldığı ikinci haftada üç önemli konuda ilerleme kaydedilmek isteniyordu. Bunlar; iklim finansmanı, kayıp ve zarar mekanizması ve 2015’te imzaya açılacak yeni anlaşmanın çerçevesi. Her birinde ne kadar aşama kaydedildiğini kısaca özetleyelim:
İklim Finansmanı: İklim değişikliği konusunda gelişmekte olan ve en az gelişmiş ülkelere finansal destek sağlayacak iki fon mekanizması hakkında tartışmalar sürdü. İlki iklim değişikliğine uyum için oluşturulan adaptasyon fonu. Adaptasyon fonuna 100 milyon ABD Doları bulunamasaydı, süreç önemli bir krize girecekti. Başta Almanya ve İsveç’in verdiği fonlar sayesinde bu para toparlandı.
Tartışmaların büyük bir ayağını oluşturan, diğer fon da Yeşil İklim Fonu’ydu. 2010 yılında Cancun’da yapılan müzakerelerde, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele etmek için üretecekleri projeleri, programları ve diğer etkinlikleri uzun dönemde desteklemek amacıyla bu fon oluşturulmuştu. Geçtiğimiz yıl, fonun yönetici kadrosu belirlenmiş; bu yıl da fonun kuruluş amacı olan 2020 yılına kadar 100 milyar $’ı toplamaya başlaması gerekiyordu. Bu fonların bir kısmı kamusal finansmandan, diğer bir kısmı da özel finansmandan karşılanacaktı. İki hafta süren müzakerelerde, gelişmiş ülkeler, bunu özel finansmandan yani şirketlerden alacakları yeni tür vergilerden karşılamak için ısrar ettiler. Gelişmekte olan ülkeler ise, bu fonların kamusal fonlardan gelmesi gerektiğini özellikle vurguladılar. Bunların arasındaki temel farkı ise şöyle anlatabiliriz: eğer siz devlet olarak şimdiye kadar yaptığınızın sorumluluğunu alıyorsanız, bu fonu kamusal fonlardan oluşturmanız gerekiyor. Sorumluluğu şirketlere atmak; şimdiye kadar sebep olduğunuz iklim değişikliğinin sorumluluğunu özel firmalara yüklemek anlamına geliyor. Üstelik şirketlerin batması durumunda sizin bu fona vermek zorunda olduğunuz tutarı kimin nasıl ödeyeceğini de garanti edemiyorsunuz.
Sonuçta, Yeşil İklim Fonu çerçevesinde kısıtlı bir ilerleme kaydedildiğini söyleyebiliriz. Şimdilik, ülkelerin 30 milyar $ verdikleri bu fonun, 2020’de nasıl 100 milyar $’a çıkartılacağı ile ilgili bir süreç oluşturuldu. Bu sürecin daha da netleşmesinin önümüzdeki yıllarda gerçekleşmesi bekleniyor. Ancak bir süreci, süreç yapan zamanlama, atılacak adımlar ve fonun kamusal olarak mı- özel olarak mı karşılanacağı netleştirilmedi. Dolayısıyla günü kurtardık, ev ödevlerimiz boyumuzdan büyük diyebiliriz.
Kayıp ve Zarar Mekanizması: İklim değişikliğine bağlı olarak yaşamaya başladığımız felaketler artık uyum sağlayabileceğimiz düzeyleri aşmış durumda. Örneğin, Filipinler’de yaşanan felakete uyum sağlamak mümkün değildi. Yapılabilecek tek şey orada yaşanan kayıp ve zararlara müdahale edebilmek. Geçtiğimiz yıl müzakerelerde alınan karar sonucu, Varşova’da artık uyum sağlayamayacağımız iklim felaketlerinde yaşanan kayıp ve zararlarla ilgili bir mekanizmanın oluşturulması gerekiyordu. Kısaca konuyu özetlemek gerekirse, içi boş bir mekanizma oluşturularak sürecin devam etmesi ancak ihtiyaçların hiçbirinin karşılanmaması sağlandı.
Zirveyi Varşova’da takip eden Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Semra Cerit Mazlum, Yeşil Gazete’ye bu süreci söyle değerlendiriyor:
“Küçük Ada Devletleri başta olmak üzere en az gelişmiş ülkelerin iklim değişikliği rejimi içinde azaltım ve adaptasyon yanında ayrı ve üçüncü bir kurumsal başlık olarak yer almasını istedikleri bu mekanizmaya ilişkin karar, yalnızca bu tekil Konferansın sonuçları açısından değil, iklim değişikliğinin küresel politikadaki anlamını genişletme potansiyeline sahip olduğundan, büyük önem taşıyordu.
"Konferans Varşova Uluslararası Kayıp ve Zarar Mekanizması adıyla kurulan kurumsal süreç ile bu konuda olumlu bir adım atmış olsa da, mekanizmayı rejimin varolan adaptasyon gündemiyle ilişkilendirerek, kayıp ve zararı üçüncü bir ayak haline getirmedi. Mekanizmanın şu anki haliyle, kendine özgülenmiş bir mali kaynağı – örneğin adaptasyonda olduğu gibi bir ayrı bir fonu – olmadan; yapısı ve işleyişle ilgili kuralları ileriki yılarda belirlenecek bir şekilde kurulması, yalnızca verilmiş bir siyasi bağıtın yerine getirilmesi anlamı taşıyor. Ayrıca, Mekanizmanın böyle zayıf bir şekilde kurulması, bunun bir tazmin yolu olarak görülmesinin de önünü baştan kapatma amacı taşıyor.”
2015’ten sonra yürürlüğe girecek yeni anlaşma: 2015’te yürürlüğe girecek yeni anlaşma süreci iki adımdan oluşuyor. Anlaşmanın ilk ayağı 2015 – 2020 arasında ülkelerin iklim değişikliği ile mücadele ve sera gazı azaltım çalışmalarının güçlendirilmesini amaçlıyor. İkinci ayağı ise 2020’den itibaren bağlayıcı ve uzun dönemli bir anlaşmayı içeriyor.
Müzakerelerin en önemli ayaklarından birini oluşturan bu süreçte, devletlerin sera gazı salımlarını azaltmaları için daha ciddi önlemleri almalarını sağlayacak ve anlaşmanın oluşturulması ile ilgili süreci netleştirecek bir zamanlama planı bekleniyordu. Müzakerelerin sonucunda, zamanlama, içerik ve bağlayıcılık konusunda net olmayan bir metin oluşturuldu. Devletlerin yeni süreç ile ilgili kendi durumları 30 Mart 2014′e kadar ve daha sonra da düzenli olarak sekreteryaya iletmeleri öngörülüyor. Bunun dışında yol haritası adına söyleyebileceğimiz önemli bir tarih yer almıyor. Bu durum da, 2014’te anlaşmanın taslak metninin ortaya çıkması ve 2015’te imzaya açılması hedefini zayıflatıyor.
Bütün süreci kısaca toparlamak gerekirse; Varşova’da yapılan taraflar konferansı iklim değişikliği konusunda alınabilecek önemli kararlarla ilgili büyük bir fırsattı. Ancak, devletler bu fırsatı değerlendiremedi. Zayıf taahhütler ile muğlak planlar yaparak kaybettiğimiz her an, bize daha fazla iklim felaketi ve daha fazla can kaybı olarak geri dönüyor.
Müzakerelerin son günlerinde süreci terk eden sivil toplum kuruluşları önemli bir noktaya değindiler: “Eğer devletler kendi başlarına müzakere ederken, bu sürecin ne kadar önemli olduğunu anlamıyorlarsa; biz bugün onları başarısızlıklarıyla bırakarak buradan çıkıyoruz. Ancak süreci terk etmiyoruz. Kendi ülkelerimize gidip, bu konunun ne kadar önemli olduğunu anlatacak binlerce kişi ile birlikte önümüzdeki yıl yeniden karşınıza çıkacağız. Siz üzerinize düşeni ve yapmak zorunda olduğunuzu yapana kadar da bu süreçte sizlerin takipçiniz olacağız” (GŞ/NV)