Türkiye'ye yönelik nükleer saldırı planı ortaya çıktı. Güneyden Ruslar, kuzeyden Koreliler taarruza geçtiler. Arkalarında destek aldıkları, çok bilinmeyenli nükleer anlaşmalarla geliyorlar. Memleket, 1986'da meydana gelen tarihin en büyük endüstriyel kazası Çernobil'den sonra bir kez daha radyasyon kuşatması altında.
Nükleer kuşatmayla beraber başlatılan, nükleer santrallere karşı duranlara yönelik karalama kampanyaları da Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin artık klasikleşmiş "cadı avı" manevralarından bir olarak karşımıza çıktı.
İç politikada işlerin iyi gitmediği şu günlerde, nükleer kozunu oynayarak oy toplamak isteyen hükümet, olayın iç yüzünü pek anlamayan halkın popülaritesini kazanmak ve yeni ticari rantlar peşinde koşuyor.
Medya kuruluşları, bir yerden işaret almış gibi, başta Greenpeace (Yeşilbarış) olmak üzere nükleer karşıtlarına yönelik iftira kampanyaları düzenliyor. Basın-yayım organları sindirilmiş durumda.
Medyanın büyük bölümü yıllardır ne nükleer enerjinin gerçek maliyetini yansıtan rakamlara ne de sık sık rastlanan kaza ve sızıntılara yer veriyor.
Kanada Nükleer Güvenlik Dairesi'nin (CNSC) Şubatta açıkladığı, 217 nükleer santral çalışanının nükleer radyasyona maruz kaldığı haberini (1) kaçımız duydu acaba?
Kasım 2009'da, Bruce Nükleer Santrali'nin yenileme çalışmaları sırasında 217 işçinin alfa ışınlarına maruz kaldığını Şubat 2010'da açıklayan CNCS olayla ilgili inceleme başlatırken nükleer santrali işleten firma ise radyasyona maruz kalan işçilerin sınır değerlerin üzerinde doz almadıklarını söylemekle yetindi.
CNCS, Kanada'nın tarihindeki en büyük kitlesel radyasyona maruz kalma olayını araştırmaya devam ediyor. Ne kadarı örtbas edilecek göreceğiz. Tek bir gerçek var, o da santrallerin hala kaza ve sızıntı riski taşıdığı ve bu her ay birer ikişer ortaya çıkan kaza haberlerinin öncü depremler gibi büyük bir felakete işaret ettiği.
Turizm nükleer tehdit altında
Kanada'da olan biteni, Türkiye'de yaşayan bizlerin dünyadaki nükleer gelişmelerden nasıl habersiz bırakıldığını anlatmak için yazmadık. İşin başka bir boyutu daha var.
Bugün Akkuyu ve Sinop'ta yapılması planlanan nükleer reaktörler hakkında yazılıp çizilenlere bir bakın.
Kimse güvenlik tedbirlerinden, denetlemenin hangi "bağımsız" kuruluş tarafından yapılacağından, atıkların ne olacağından, fay hattındaki Türkiye'de kurulacak reaktörlerin olası bir depremde nasıl yönetileceğinden, terör tehlikesine karşı nasıl korunacağından, Akdeniz ve Karadeniz'de turizmin ne kadar zarar göreceğinden bahsetmiyor.
Bilgilendirme, adeta tek parti dönemi gibi, bakanlığın verdiği mesajlardan ibaret. Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın yaptığı açıklamalar, reaktörler şu kadar güçte olacak, şu kadar elektrik üretecekle ve bununla birlikte teknik değeri sıfır olan onlarca yanlış ve yanıltıcı bilgilerle dolu.
Taner Yıldız, nükleer reaktörler kurulunca doğalgaza bağımlılığın azalacağını söylüyor. Eğer Sayın Bakan, kurulan reaktörlerden üretilen elektrikle evlerin ısıtılmasını planlıyorsa vay halimize!
Isı enerjisinden elektrik üretip onu yeniden ısı enerjisine çevirmenin ne kadar verimsiz olduğunu, 58 nükleer reaktörü olan ve nükleer endüstriye her yıl milyarlarca dolarlık destek veren Fransızlar bile biliyor.
2007-2008 yıları arasında Fransa'da harcanan doğalgaz miktarı 45 milyar metreküp, Türkiye'de ise 35.2(2) Üstelik Fransa doğalgazın neredeyse yarısını ticarethane ve konutlarda yani ısınma amaçlı kullanıyor. Bizde bu oran yüzde 22 civarında.3(3)
Bu açıklama, 2010 yılına gelmemize rağmen enerji verimliliğinden hiçbir şey anlamadığımızın bir göstergesi olarak da kabul edilebilir.
Eğer Yıldız, nükleer reaktörler kurulduğunda mevcut elektrik talebimizin yarısına yakınını karşılayan doğalgaz santrallerini kapatmayı planlıyorsa -ki birçoğunun al ya da öde anlaşması var-, kendisinden kapatılacak santrallerin adlarını ve hangi yıllarda bunu gerçekleştireceğini tek tek açıklamasını rica ediyorum.
Hem özel sektör başına gelecekleri bilsin hem de bizler doğalgazdan kurtulma planının laftan ibaret olmadığını görelim. Uzun dönemli gaz alım anlaşmalarına imza atan BOTAŞ da Nabuko'dan ülkeye gaz sağlamaya uğraşanlar da rahat bir nefes alır.
Kaldı ki, tüm nükleer Rönesans masallarına rağmen, Batı'da nükleer reaktörlerinin hâlâ kömür, rüzgar ve doğalgaza yenik düşmesinin ardında " yüksek maliyet" diye adlandırılan bir gerçek var.
Bu durumda hükümetin çaktırmadan, "Size nükleer santral kuruyorum ama elektriğe de ciddi bir zam yapıyorum" dediğini anlamamız mı lazım? Çünkü nükleer serbest piyasa koşullarında hâlâ doğalgaz ve kömürden çok daha pahalıya elektrik enerjisi üreten bir kaynak. Bunu ben söylemiyorum, Citi Grup söylüyor.
Citi Bank da nükleer ekonomik değil diyor
"Yeni Nükleer - Ekonomi Hayır Diyor" başlıklı ve 9 Kasım 2009 tarihli araştırmalarında Citi Grup uzmanları, İngiltere'nin uzun yıllar sonra yeni santraller kurulmasına ilişkin aldığı kararın önündeki beş ana risk alanına dikkat çekiyor.
Planlama, inşaat, elektrik satış fiyatı, santralin işletimi ve nükleer atık sorunuyla miyadı dolan santralin söküm işlemleri, yatırımcının çözmesi gereken beş riskli nokta.
Türkiye'de bizzat Enerji Bakanı tarafından yapılan açıklamalarda veya söz konusu yatırım için Kore ve Rusya ile işbirliği içerisindeki yerli şirketlerin demeçlerinde, bu sorunları nasıl çözeceklerine dair en ufak bir ipucu yok.
Citi raporuna göre, nükleer reaktörün yapım maliyeti kurulu kilovat güç başına 2500 ile 3500 avro arasında değişiyor. Bu durumda, Sinop'a kurulması düşünülen 5600 MW'lık santralin bedeli ortalama 17 milyar avro oluyor.
Raporda, bir nükleer reaktörün zarar etmemesi üretilen elektriğin kilovat saatinin piyasada en az 6.5 avro sentten satılması gerektiğine vurgu yapılmış. Türkiye'de bu rakama ve altında üretim yapabilecek onlarca rüzgar ve jeotermal santrali kurulabilirken nükleerde ısrar neden? Yakıt teknolojisini elinde tutan beş ülkeye bağımlı olmak için mi?
Finlandiya'da olduğu gibi, santralin inşasında olası bir gecikme bu fiyatı daha yukarılara çıkarabilir. 1600 MW'lık son teknoloji Olkiluoto reaktörü, dünyanın nükleer enerji konusunda bir numarası kabul edilen Fransız Avea tarafından 3 milyar avroya yapılacak ve 2009'un Mayıs ayında elektrik üretmeye başlayacaktı.
2004'te inşasına başlanan reaktör hala bitirilemedi. Şu anda reaktörün tahmin edilen maliyeti 5.6 milyar avro. Denetmenler inşa sırasında onlarca hata buldu ve bu hataların firma tarafından düzeltilmesi istendi.
Yaklaşık 3 milyar avroyu bulan maliyeti üstlenmeyecek olan Finlandiyalı firma TVO ile AVEA tahkimlik oldular. Bütün Avrupa'nın konuştuğu bu olaylar yine Türkiye'de gazete sayfalarına ve televizyon haberlerine yansımadı.
Citi'nin raporunda olası gecikmelerde maliyetin kim tarafından yüklenileceği soruluyor. Biz de soralım, inşaatı kim denetleyecek, olası maliyet artışları elektrik zamlarıyla bizim cebimizden mi yoksa firmadan mı çıkacak?
Denetimi, Çernobil faciasında çayları gömerek ve yakarak önlem aldığını düşünen, ülkeye giriş ve çıkışı sorumluluğu altında olan radyoaktif izotopları İkitelli'deki hurdalıklardan toplayan TAEK mi yapacak?
Hayatlarında batı standartlarında denetim görmemiş, ülkelerinde inşa ettikleri reaktörleri yine devlet kuruluşlarınca denetlenmiş(!) Kore ve Rus firmalarının, işi doğru yapıp yapmadığını santralde sızıntı olunca mı öğreneceğiz?
Başından beri Korelilerin nükleer işi almalarını isteyen ve bu konuda birçok gezi ve toplantı düzenleyen TASAM adlı kuruluşun, "Güney Kore Nükleer Teknoloji İnceleme Gezisi" adlı yayınından bir alıntı yapalım. Kore'nin nükleer teknolojisini incelemek için düzenlediği teknik bir geziye katılan iki uzman arasındaki konuşmayı yorum yapmadan aktarıyorum:
"...Önder Bey uzun yıllar Uluslararası Atom Enerjisi Kuruluşu, IAEA'de çalışmıştı. Dünya'nın çeşitli yerlerinde güvenlik denetimlerine gitmiş. Hazır aklıma gelmişken sorayım dedim: 'Ya, Önder Bey; bu Koreliler reaktörlerini artık A'dan Z'ye kendileri yapıyor, %100'e varan verimle işletiyorlar. Güç arttırımlarına, ömür uzatmalarına filan gidilmiş. Koreliler sanki bu işi Japonya'dan bile daha iyi götürüyorlar. Çünkü orada ikide birde kazalar, sızıntılar filan oluyor. Hatta ölümler de oldu: Bu nasıl iş?'
Bir an durup düşündükten sonra, 'Japonlar daha açık bir toplum' dedi; 'bu konuda daha hassaslar, Hiroşima ve Nagazaki nedeniyle. Koreliler bazı şeyleri daha iyi gizliyor...' Hmmm, vay canına. Öyle ya; kadının ayağına basıp da kaçtıktan sonra, gittiği yerde hatasını anlatacak değildi tabii." (4)
Hükümet, bazı bilim insanları tarafından verilen, "1-2 cente elektrik üretiriz" beyanlarına kanıp girdiği bu yolda, "ucuz nükleer" diye bir şey olmadığını görünce başka çözüm yolları aramaya başladı. En sonunda kendini soru işaretleriyle dolu Rus ve Kore teknolojisinin kucağına attı.
Sadece çevresel ve ekonomik riskler tehdit altında değil. Kapalı kapılar ardında yapılan anlaşmalar, Türkiye'de oluşturulmaya çalışılan elektrik sektöründeki serbest piyasayı da derinden sarsıyor.
Bir taraftan lisans başvurusunu iki yıl önce yapmış, teminat yatırmış rüzgarcıları bekleteceksin, güneş enerjisi yatırımcılarını bir köşeye iteceksin. Öte yandan, nükleer yatırımcılara 250 bin yıl radyoaktif kalacak atığı nereye koyacaksın diye sormayacak, araziyi bedava verecek, söküm işleri için sadece cüzi bir miktar almakla yetineceksin.
Bakanlık, serbest piyasada nükleerin rakipleri karşısında çaresiz kalacağını bildiği için, santral yatırımında devletçi politika izliyor. Öte yandan termik santrallerin özelleştirmesine hazırlanıyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
AKP hükümeti, girdiği bu çıkmazdan, temiz enerjilerin önünü açacak yeni bir enerji politikasıyla çıkarsa kimse hükümeti eleştirmez, tersine oy bile kazanabilir. Bu yolda gitmeye devam ederse ekonomik ya da ekolojik bir kaza kaçınılmaz görünüyor. Aynı otobüsün yolcusu olmasak hiç umurumda olmazdı ama biz de bu otobüste yolcuyuz. (ÖG/BB)
1- The Glob and Mail, http://www.theglobeandmail.com/news/national/nuclear-incident-exposes-217-workers-at-bruce-power/article1469970/, 12 Mart 2010.
2- Eurogas, Natural Gas Consumption report, 12 Mart 2009.
3- Eurogas, Statsitical data of 2008.
4- Vural Altın, "Stratejik Rapor No:18", Güney Kore Nükleer Teknoloji İnceleme Gezisi, İstanbul, TASAM, 2007, s. 25.