Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 19. Taraflar Konferansı'nın Varşova’da iki gün önce başlayan toplantılarında ön plana çıkan iki konudan ilki sizin de tahmin edebileceğiniz gibi Filipinleri vuran ve on binin üzerinde ölüyle beraber üçte ikisi mahvolmuş bir ülke bırakan Haiyan Tayfunu.
Bildiğiniz gibi, Eylül ayında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 1. Çalışma Grubu Raporu’nda, iklim değişikliğinin varlığını ve insan kaynaklı olduğunu artık kesin diyebileceğimiz bir dille ortaya koymuştu. Üstelik eğer önlem alınmazsa, iklim değişikliğinin etkilerinin gittikçe artacağını belirtmişlerdi.
Filipinler için açlık grevi
Süper Tayfun Haiyan’ı işte tam olarak bilimin uyarılarının hayat bulmuş hali olarak karşımıza çıktı. Filipinlilerin kendi aralarında Yolanda diye isimlendirdikleri bu tayfunun şimdiye kadar denizden başlayıp karasal alanı etkisi altına almış en şiddetli tayfun olduğu belirtiliyor. Saatteki hızı 350 kilometreyi aşan tayfunun ardından geçen onca güne rağmen hala ülkede net bir yiyecek ve su dağıtımı ağı ile iletişim sistemi kurulamamış durumda.
Dolayısıyla, bütün dünyanın dikkati bu felaketi yaşayan Filipinlerin üzerindeyken, müzakerelerin ilk iki gününe de Filipinler delegasyonu damgasını vurdu. İlk gün gerçekleşen açılış oturumunda, Filipinler delegasyonu baş müzakerecisi Yeb Sabo, kendi ülkesinde halkı yaşanan felaket sonrasında yiyecek bulamazken, kendisinin burada rahat edemeyeceğini belirtip; müzakerelerden tatmin edici bir sonuç çıkana kadar açlık grevi yapacağını açıkladı.
Yeb Sano’nun gözyaşlarını tutamadığı konuşmanın ardından, salondan dakikalarca alkış sesleri duyuldu. Bugün de, Yeb Sano’nun açlık grevine aralarında Greenpeace, WWF, Friends of the Earth gibi uluslararası sivil toplum kuruluşlarının da bulunduğu 30 sivil toplum kuruluşu destek verdi ve dayanışma orucuna başladılar. Şimdi bu dayanışma orucu yavaş yavaş diğer ülke delegasyonlarına da yansıyacak gibi görünüyor.
Tutuklu Greenpeace aktivistleri
Müzakerelere damgasını vuran bir ikinci konu da, burada müzakerelere katılan devletlerin önemli bir kısmı sanki hiç olmamış gibi davranmaya çalışsalar da sürekli kendilerine hatırlatılan; Arctic 30 konusuydu. Bildiğiniz üzere, bundan neredeyse 60 gün önce Kuzey Buz Denizindeki petrol aramalarına karşı barışçıl gösteri yapan 30 Greenpeace aktivisti “korsanlık” suçlaması ile tutuklandı.
İklim değişikliğinin en büyük sebebinin fosil yakıtlar olmasına rağmen iklim müzakerelerinin, enerjisinin yüzde 83’si kömürden yani fosil yakıtlardan gelen bir ülkede; hem de iklim değişikliği için gösteri yapan Polonya vatandaşlarının tutuklanmasına ses çıkartılmayan bir ortamda yapılması, süreci takip eden uluslararası sivil toplum kuruluşlarının tepkilerine neden oluyor. Cumartesi gecesi Polonya’daki en büyük 6 kömürlü termik santralde Greenpeace aktivistlerinin gösterileri vardı. Yarın sabah da Arcitc 30 için gösteriler müzakere salonunda devam edecek.
Kömürcü Polonya
Bununla beraber, hazır Polonya’nın kömür bağımlılığına değinmişken, Polonya’nın Avrupa’nın ikinci en büyük kömür üreticisi olduğunu hatırlatmak isterim. Avrupa’daki kömür üretiminin yüzde 20’sini sağlayan Polonya, yıllık 158 milyon ton kömür yakıyor ve bu yüzden birçok Avrupa Birliği üyesi ülke tarafından ciddi şekilde eleştiriliyor.
Hayatta 3-5 müzakere görmüş bir insan olarak, kömür ülkesi Polonya’daki ilk müzakere deneyimim ile ilgili kişisel izlenimlerimi de paylaşmak isterim. Müzakereler başlamadan önce Polonya’nın bu yıl STK’lara verdikleri kişi sayısına sınırlama getirdiği haberi gelmişti. Toplantı salonuna girince, STK’lardan alınan hakkın fosil yakıt şirketlerine verildiği izlenimine katıldım. Zira sivil toplum kuruluşlarının kullandığı “hükümet üyesi olmayan (non-governmental)” giriş kartına sahip kiminle konuşsam bir petrol veya kömür şirketinin çalışanı çıkıyordu. Bu hissiyatımı Polonyalılara aktarınca, haksız olmadığımı söylediler. Su bidonlarının üzerinde yazılı olan marka bir su markası değil, bir kömür şirketinin reklamıymış. Zaten oturduğumuz koltuklarımız bir havayolu tarafından sağlanıyordu.
Kyoto sonrası yeni anlaşma
Bunun ardında, müzakerelerde tartışılan ana konulara da kısaca değinmek istiyorum. Benim özellikle takip ettiğim konular çerçevesinde özellikle 2015 sonrası Kyoto'nun yerine gelecek yeni bir anlaşmanın şekli ve içeriği ile finansmanı konuları en çok tartışılan konular. 2015 sonrası yeni anlaşma ile ilgili bugün yapılan ilk resmi oturumda devletler geçtiğimiz yıldan beri tekrar ettikleri kendi görüşlerini bir kez daha dile getirdiler. Öğleden sonra yapılan ve resmi olmayan fikir paylaşımında ise tabiri caizse bir iç dökme seansı yaşandı. Birçok ülke aslında şu an yürürlükte olan sözleşmenin yürümeyen yanları ve kendi karşılaştıkları zorlukları anlattılar. Sekretarya tarafından alınan bütün notların ardından, görüşmeler yarın süreçler ve beklentilerle ilgili iki yeni oturumla birlikte devam edecek.
Finansman konusunda ise, gelişmekte olan ülkeler tarafından her yılkinden biraz daha fazla şekilde gelişmiş ülkelere baskı yapıldığını söyleyebiliriz. İklim değişikliğine sebep olan gelişmiş ülkeler, tarihsel sorumlulukları sebebiyle iklim değişikliğinin etkileri yüzünden zarara uğrayan ülkelere finansal destekte bulunacaklarını söylemişlerdi. Ancak, söz verilen fonların neredeyse hepsi şu an boş duruyor. Filipinlerde yaşanan felaket ve iklim değişikliğinden kaynaklanan bu felaketin yaralarının sarılması için sistematik bir yardım yapılamayacak olması gelişmekte olan ülkelerin sorularını somutlaştırıp, gelişmiş ülkeleri köşeye sıkıştırıyor. Dolayısıyla finansman konusu da bu yılın en sıcak konularından birisi.
Son olarak da, daha önceki yıllarda iklim değişikliği ile mücadelede sera gazı azaltım hedefi tartışmalarının gölgesinde kalan iklim değişikliğine uyum politikalarının da bu müzakerelerde biraz daha öne çıktığını görüyoruz. Etkiler şiddetlendikçe, uyum sağlamamız gerektiği de aklımıza geliyor sanırım. (GŞ/NV)
* Gökşen Şahin: İklim Ağı Sekretaryasını yürüten TEMA Vakfı Çevre Politikaları Koordinatörü.