Yıllar önceydi. Oğlum sekiz yaşındaydı. Atılım Gazetesi'nde Oğlum Aktaş ve akranları için "Çocuk Köşesi" adıyla küçük bir yer açmışlardı o zamanlar. Kendince bir şeyler yazıyordu o köşede.
Her on yılda bir devlet, gazetesinin yayın yönetmeni olan İbrahim'i (Çiçek) tutukladığı için Akocan da çok erken tanışmıştı hapishanelerle.
Yine böyle bir süreçten geçiyordu çekirdek ailemiz. Ve nedense o günlerde Aktaş, gazeteye yazmayı bırakmıştı.
Önce yazmamasına gerekçe olarak derslerini göstermişti. Üzerine gidip, yazması için ısrarımı sürdürdüğümde ise çocuk aklıyla öyle bir yanıt vermişti ki, şaşırıp kalmıştım.
Oğlumun "Gazeteye yazayım da, beni de babam gibi tutuklasınlar mı?" sözlerinin, o yaştaki bir çocuğun anlayacağı dilden açıklamak bana zor gelse de, o çoktan kararını vermişti.
Küçük bir çocuğun gözünde bu ülkede gazetecilik yapmanın çok tehlikeli olduğu gerçeğini silmem gerekiyordu elbette.
Akocan'ın kafasını karıştırmak yerine "Çocuk Köşesi"ne yazmamasını kabullenmek daha doğru gelmişti bana.
Oğlum ise, çok temel sorularına kendince yanıt bulmasa da, yaşadıklarımızdan yola çıkarak, bir doğruya ulaşmıştı.
Bu ülkede gerçekleri söyleyen ve yazanların yolu tıpkı annesi ve babası gibi sık sık işkenceli gözaltılardan ve sorgusuz-sualsiz, hiçbir maddi kanıta dayanmadan yıllarca hapis yatmaktan geçiyordu.
Öğretmeninin isteği otobiyografide babasına dair kurduğu cümlelerde, onu çok sevdiğini ama hapiste olduğunu... Ancak, babasının hırsız ya da katil olmadığını... Sadece insanların mutlu yaşamasını isteyen ve bunun için çalışan bir gazeteci olduğunu... Babasının insanlar için güzel şeyler yapmasına rağmen neden cezaevine konulduğunu anlayamadığını yazmıştı.
1990'lı yıllarda, küçük bir çocuğun gözünde bile (çocuk aklıyla özgür basın da çalışmak ile bir medya tekelinde çalışmak arasındaki büyük farkı çözememiş olsa da) bu ülkede gazetecilik yapmanın her zaman meşakkatli bir iş olduğu gerçeğinin altını çizmek istedim bu anımla.
Çocuklar o yaşlarda genellikle büyüdüklerinde anne ya da babalarının mesleğini tercih ettiklerini söylerler ya!
Akocan'ın yaşadığı kaybetme korkusu gözünü öyle korkutmuştu ki!
Benim ve babasının güzel şeyler yaptığımızı söylese de; ayrılıklar, gözaltı, hapishane gerçeğinden yola çıkarak, büyüyünce gazeteci olmayacağını o günlerden ilan etmişti.
1990'lı yılların sansür-sürgün (SS) kararnameleri o yıllarda özgür basını hedef tahtasına oturtmuştu.
Gazeteler, kitaplar, dergiler koyu bir sansüre tabi tutulmuştu. Bu saldırıdan matbaalar da nasibini almıştı.
Yazı işleri müdürleri, haberi yapan muhabirler, köşe yazarları onlarca, hatta yüzlerce yıla varan hapis cezalarıyla...
Gazete, dergi, yayınevi sahipleri milyonlarca liraya varan para cezalarıyla...
Onlarca gazeteci faili belli cinayetlerde katledilerek yıldırılmaya çalışıldı!
Her sayısına toplatma çıkarılan sosyalist basının bürolarındaki yayınlara el koymakla kalmayıp... Basın bürosu polisleri erinmeden merkezi yerlerdeki gazete bayilerini ve kitap evlerini dolaşarak toplama kararı olan yayınlara da el koyup emniyete götürüyorlardı.
1990'ların ikinci yarısından itibaren, muhalif radyo ve yerel televizyonlara üst üste aylarca, yıllarca kapatma cezası verip; bir de sahip yayın yönetmeni ve programcıları DGM'ye şikâyet ediyordu RTÜK.
Yine de bütün bu koyu sansür ve hapis cezalarına rağmen, o yıllarda muhalif, özgür basın çalışanı gazeteciler olarak böylesine kitlesel bir kıyıma uğramamıştık.
Her ne kadar hükümetin başı ve bakanları, Cumhurbaşkanı tutuklu gazeteciler sorununda cümle kurmak zorunda kaldıklarında bizleri "terörist", "terör örgüt mensubu" ilan etmekte hiçbir sakınca görmeyip, gerçekleri inkâr edip, katletmeye çalışsalar da.
Bizzat devlet terörüne uğrayan gazeteciler olarak ucube, faşist Terörle Mücadele Yasaları (TMY) yüzünden hapishanelerde çoğalmaya devam etsek de, başımız dimdik gerçekleri söylemeye ve yazmaya devam ettik/edeceğiz.
Burada esas mesele 2006 yılından beri yürürlüğe koydukları TMY sayesinde, bir gazeteci kıyımının Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetince hayata geçiriliyor olmasıdır.
Bu kıyımı iki biçimde gerçekleştiriyorlar:
Özgür basına ve çalışanlarına yönelik uygulama malum!
En kötüsü de, AKP hükümetine ve Erdoğan'a yönelik en küçük eleştiri yöneltenlerin bile tepesinde TMY'yi sallayarak daha beter bir kıyım gerçekleştiriyor olmalarıdır.
Yani tam bir kişiliksizleştirme, yandaştan öte onursuz yalaka bir basın ve gazeteci tipi yaratıyorlar.
Tutsaklığımın altıncı yılındayım... Ve benim gibi onlarca meslektaşım aynı durumda.
Daha bu sabah 05.30'da AKP Hükümeti'nin DGM'lerden bozma özel yetkili ağır ceza mahkemeleri (ACM) bir rekora imza attılar...
Tam 35 arkadaşımız tutuklandı.
Özgür Gündem, DHA başta gelmek üzere Birgün çalışanı ve Kürt Medyası'na haber yapan muhabirlerin/gazetecilerin aylarca, belki de yıllarca sürecek tutsaklıkları başladı.
Haftalarca önce, yine bir KCK operasyonu adı altında yaptıkları gözaltı ve tutulama saldırısına binaen; "Şimdi sıra herkeste" diye yazmıştım.
Sahiden sözün hükmünü yitirdiği bir süreçten geçiyoruz.
Gazetecilere Özgürlük Platformu ve platform bileşeni gazeteci meslek örgütleri ile sosyalist basın başta gelmek üzere, Çağdaş Hukukçular Derneği'nin (ÇHD) TMY ve özel yetkili ACM'lerin kaldırılması için başlattığı kampanyayı sahiplenerek büyütmenin, tek yürek tek ses olmanın, sokağın dilini konuşmanın zamanı çoktan geldi. Hatta geçti bile.
Bunun için bütün ilerici, demokrat, yurtsever, sosyalist parti ve örgütleri, meslek odaları, kitle örgütleri, sendika, konfederasyon ve platformları bu kampanyayı sahiplenerek büyütmeye çağırıyorum.
Ancak böyle bir kampanya ile bu topyekûn saldırıya dur diyebiliriz. TMY ve özel yetkili ACM'leri tarihin çöp sepetine fırlatıp atabiliriz.
Aksi takdirde Alman papaz Martin Niemöller'in o meşhur sözünü çok daha sık tekrar etmek zorunda kalacağımız bir kez daha hatırlatmama gerek var mı?
* * *
Baskılarla, acılarla, yaygın gözaltı ve tutuklama saldırılarıyla bir yılı daha bitirdik sayılır.
2012'nin halklarımıza barış ve özgürlük getirmesi umuduyla hepinizi sevgiyle kucaklıyor; başarı, sağlık ve mutluluk diliyorum.
Yeni yılınız kutlu olsun.
* Füsun Erdoğan, Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi 24 Aralık 2011