Cinsiyetimize biçilen çetrefilli bir ömür zaten. Rojava’dan yansıyanlar ise orada yaşananların yanında küçük kesitler yalnızca.
Bu yazıyı nerede, hangi koşullarda ve kim olarak okuyorsunuz bilmiyorum. Beni ne kadar duyuyor, görüyor veya biliyorsunuz onu da bilmiyorum. Şu sıralar pek çok haldeyim. Bir pazara satışa çıkarıldığımda çoktan ölmüş olmayı dilemiş vaziyetteydim. Ben dediğime bakmayın fazlasıyla çoğulum. 5 binin üzerinde sayılmış satışa sunulan varlığım. Nerede nasıl olduğumuzu bilen yok. Ele geçirildiğimde sağ ve salimsem hala, tecavüze uğrayıp öyle öldürülüyorum, cennete gitmemem adına. Helal dediler bize tecavüze, gaspa, talana… Dağ bayır kaçıp kurtulamamışsam bu zulümden ve ölüm dahi düşmemişse payıma zincirlere vurulup köle pazarlarına götürülüyorum sıra sıra.
Kara çarşaflara bakmayın, günlerce çırılçıplak dolaştırıldım da karanlıklara gömercesine giydirildi bunlar. Sorarlarsa eğer bunlar bizim yöresel giysilerimiz değil, bilin. Malum, Ezidi, Alevi’yiz biz… Haa sanmayın ki çok eski zamanlardan kalmayım, sizinle aynı zaman diliminde yaşıyorum şu an şu saatte. Yaşatılanlar ortaçağ zulümlerini hatırlatır ki, tarih dediğimiz zaten yaşadığımız birikimler devamından başka ne ki! Sanmayın öyle geçmişte kalır da dönmez geriye… Her anla iç içe yaşar tarih dediğin. Öyle ki, kara çarşaflarla köle pazarları yaratılıp satılırız çağdaş internet yoluyla her yana…
Tüm bunlar ve beteri için Ezidi, Alevi ya da düşman bellenen başka bir inançtan olmakla da yetinilmez bizim coğrafyamızda. Kürtseniz faydasızdır Müslümanlığınız bile. Görüldüğünüz yerde vurulup parçalanmanız, diri diri kesilmeniz için yeterli sebeptir. Bakın ellerime feryat figanıma, dudaklarım çatladı haykırmaktan, duymadınız mı sesimi? Gençlerimize döktüğümüz gözyaşları henüz kurumayı bilmemişken bu çığlıklar bebeleredir şimdilerde… O bebeler ki kimisi ölü anasının memesine yapışır da bırakmaz. Kimi ah kimi nasıl anlatayım, hangisini anlatayım… Çoğunun üç beş yılı bulmadı henüz dünyaya gözlerini açalı. Doğum sancılarının izleri karıştı yürek ağrısına…
Bakın yıllardır çekilen onca eziyete, yoksulluğa, zulme değildir feryadım. Şimdinin dağ gibi üzerimize yığılan kötülüğünedir çığlığım. Adını siz koyun o kötülüğün. Ama bilin ki sesim duyulur ya da duyulmaz herkes kendi bilir. Ben susup kalacak değilim öyle. Elime geçirdiğim her şey silahımdır benim, kendi evimse artık mevziim… Belki nöbet tutanlar, yürekleri bizimle atanlar bilir günlerdir her yaşta nasıl direndiğimi. Şu sıralar Kobane’yim. Dün Şengal, yarına Allah kerim. Böyle direnirim daha çok kere. Ta ki sesim yettiğince. Duyulmaz olursa bilin ki benden geçmiştir zulüm, gayrı size doğru… (RŞ/ÇT)