Bayan Hannah Schiff’in çaldığı kapıyı, güler yüzlü genç bir kadın açıp, konuğu oldukça sade döşenmiş bir salona aldı. Evin hanımı olan genç Bayan Spitzer’in, evliliğinin dokuzuncu yılında beşizleri olmuştu... Zaten kıt kanaat geçinmekte olan aile, bebeklerinin doğumuyla maddi sıkıntı içine girmişlerdi. Nitekim, Bayan Schiff de o gün, başında kendisinin bulunduğu hayırsever bir grubun çabalarıyle toplanan yardımları getirmek için gelmişti...
Yaşlı kadın, sevgiyle, beşiklerinde uyumakta olan beş masuma baktı, içini çekti. Tam bu sırada gözü, duvara asılmış, şık bir çerçeve içindeki bir kadın portresine takıldı. Bu yüzde kendini ona çeken, nedeninini anlayamadığı, açıklayamadığı gizemli bir güç var gibiydi. “Bu yüz bana hiç de yabancı gelmiyor!” diye mırıldandı kendi kendine Bayan Schiff, ve... baygın yere yığıldı... Anında, Bayan Spitzer’in çağırdığı ambülansla hastaneye götürüldü. Yaşlı kadının kendine geldiğinde ilk yaptığı, duvardaki resmin kime ait olduğunu sormak oldu...
“O, geçen yıl yitirdiğim annem”, diye cevapladı genç Bayn Spitzer. Bunun üzerine, az da olsa heyecanını yenmiş olan Bayan Schiff, ilginç öyküsünü anlatmaya başladı:
“Bergen-Belsen Toplama Kampı’na gönderildiğimde 15 yaşlarımdaydım. Aynı yaşta, aşağı, yukarı yetmiş kadar genç kızla bir barakaya yerleştirilmiştik. Yaşam koşullarının getirdiği zorluklar ve zorunluluklardan dolayı, kızların hemen, hemen hepsi inançlarını yitirmişti. Bense, dört arkadaşımla birlikte, ısrarla, inatla dinimize bağlılığımızı korumaya çalışıyorduk. Bunun içindir ki, Hanuka Bayramı geldiğinde, kesinlikle bir Menora yakmamız gerektiği hususunda birleştik...
“Evet ama, nasıl? Neyle?.. Yaptığımız plana göre, fabrikada çalışan kızlardan birinin bize sağlayacağı 'yağ' karşılığında, ona günlük ekmek hakkımızı verecektik. İki küçük çakıl taşıyla da, kaba yün üniformalarımızdan kopardığımız liflerden hazırlayacağımız fitilleri yakacaktık. Asıl sorun, yağı koyacağımız çanak görevini yapacak kapları bulmaktı. Soyulmuş patates kabuklarının bu görevi görebileceğini düşündük. Var olan koşullarda, mutfaktaki çöp bidonlarından en kolay edinebileceğimiz şeylerdi bunlar.
“Tam gece yarısı, nöbetçi değişimi esnasında, beş dakikalık bir süre boyunca mutfak boş kalırdı. İçimizden biri içeri girecek, diğerleri de, tehlikeli bir durumda uyarmak için dışarda bekliyecekti. Öyle yaptık, ben girer, girmez çöpleri karıştırmaya başladım. Kalbimin çılgınca vuruşları yanında, açlıktan guruldayan midemin sesini de duyabiliyordum. Öyle ki, hiç düşünmeden, çöplerin arasında bulduğum yemek artıklarını tereddüt etmeden ağzıma attım. Bu arada iki güzel patates kabuğu da bulmuştum. Aramayı sürdürüyordum ki, Sarale’nin sesini duydum, ama aldırmadım: Çabuk Hanna ordan çık!.. Nasıl çıkabilirdim ki, yalnızca iki patates kabuğuyla!? Kendimden geçmişçesine, çılgıncasına, çöpleri sağa, sola dağıtmaya başladım.
“HALT!.. Başımı kaldırdığımda, tüfeğini bana doğrultmuş, zalimce sırıtan Nazi subayını gördüm... Yanında da, korkularından tir, tir titreyen zavallı dört arkadaşımı.
“Yarın beşiniz, bu büyük hırsızlığın cezası olarak, tüm kampın gözü önünde asılacaksınız, dedikten sonra adam uzaklaştı. Gittikçe daha tehditkar görünen koyu karanlıkta, barakamıza dönüp, değerli Hanukiya’mızın etrafına oturduk. Beşimiz de, geçmişte ailelerimizle beraber kutladığımız Hanuka Bayramlarını andık. O muhteşem gümüş Menoraları, oynadığımız oyunları anımsadık. En çok da, ailelerimizin bizlere sağladıkları birlik ve güven duygularını hatırladık. Hatırladıkça da, saatlerce ağladık, ağladık...
“Bir kaç saat içinde kavuşacağımız yakınlarımızı düşünerek ağladık. Rivke, kurşuna dizilerek ölen anne, babasına, ben de, henüz küçücük bir bebekken, bu vahşi barbarların katlettikleri kardeşime kavuşacaktık. O kargaşaya, büyük korkumuza rağmen saklamayı başardığımız Menoramızı yakabildik. Alevi ancak yarım saniye aydınlattı ama, bu bile, hüzünlü yüreklerimize bir umut ışığı vermeye yetti...
“Kampımızda, ormanın kenarındaki bir barakada tek başına, bizlerden ayrı yaşayan Shaina’dan yardım istemeye karar verdik. O da biz yaşta, Yahudi bir kızdı ama, altı yabancı dil bilmesi ona ayrıcalık (!) tanınmasına neden olmuştu... Almanların verdiği radyodan öğrendiği haberleri, müttefik ordularına ait bilgileri tercüme ediyor, yani bir tür ajanlık yapıyordu. Aslında o bir piyondu, ve bunu yapmaya zorlandığını bilmemize rağmen, Shaina’nın aleyhimize casusluk yaptığından ve icabında bizleri ele vereceğinden de emindik. Kısacası, kampın tüm kızları ondan nefret ediyor, ona güvenmiyordu. Bize bu ümitsiz durumumuzda da yardım etmeyeceğini düşünüyorduk ama, beşimizin zaten kaybedecek neyimiz vardı ki?...
“Ve o gece, ikinci kez, ormanın derinliklerine girip, Shaina’nın kapısını çaldık, hiç bir cevap alamadık. Rahel’in, ağaçlar arasından süzülen zayıf bir ışık görmesi üzerine, o tarafa yöneldik ve inanılmaz bir manzarayla karşılaştık. Shaina, gümüşten gerçek bir Menoranın önünde, elinde Sidur’la dua ediyordu. Gerçek bir Hanukiya ve bizleri heyecanlandıran Shaina’nın sesi!.. Bir ara nerede olduğumuzu unuttuk, ne ölüm, ne de kan gördük... Yalnızca, zafere koşan Makkabeler, cesur kardeşler vardı orada... Umutsuzluk değil, kahramanlık gördük...
“Aniden, bizim farkımıza varan Shaina, korkunç bir öfkeyle bağırmaya ve bizi casuslukla suçlamaya başladı. Bununla yetinmeyip, görevlileri çağırıp bizi onlara teslim etmekle de tehdit etti. Onu sakinleştirmenin, istediğimizin sadece biraz yardım olduğunu anlatmanın olanaksızlığı karşısında, oradan uzaklaştık. Artık kötü kaderimizi kabullenmekten başka bir seçeneğimiz olmadığını idrak etmiş, tam anlamıyla çökmüş bir haldeydik. Gecenin kalan bölümünü, bizler gibi Yahudi olan bu acımasız kızı lanetlemek ve sürekli ağlamakla geçirdik...
“Ertesi gün, bütün kamp sakinleri, meydanda, bizim asılmamıza tanık olmak için toplanmıştı. Görevliler, boynumuza geçirilen ipin düğümlerini sıkıştırmak üzereydi ki, elinde radyosu bize doğru koşan ve 'STOP' diye bağıran Shaina göründü. O inanılmaz anla ilgili anımsadığın tek şey, Gestapo subayının büyük bir hiddetle bizi çözdüğü ve kuvvetli, son bir tekmeyle beraber, beşimizi barakamıza yollaması oldu...
“Kısa bir süre sonra tamamen özgürlüğümüze kavuştuk. Yoğun araştırmalara karşın, hiç bir zaman Shaina’nın izine rastlayamadık. Ona minnetimizi ifade etme şansını bulamadık. Ve, bugün evinizde o resmi, ölüme o denli yaklaştığım günü anımsatan, annenizin resmini gördüm ve bilincimi yitirdim. Giveret Spitzer, Tanrı beni, Shaina’nın kızına yardım etmem için seçti! Bir mucize bu!...”
“Evet. Bayan Schiff, inanılmaz bir rastlantı bu!” diye cevapladı genç anne ve devam etti:
“Ama bende yap-bozun diğer eksik parçaları var. Annem, birkaç kez rüyamda, bana göründü. Gülümsüyor, ve sürekli şu sözleri yineliyordu: Beş can için, beş can... Şimdi ancak bu sözlerin ne anlama geldiğini biliyorum. Tanrı, Shaina’nın kurtardığı beş canın ödülü olarak, onun kızını, yani beni, beş harika yavruya hayat vermek için seçti...”(CD/EÜ
* Çeviri ve uyarlama: Coya Delevi
PS: Kahramanlarının bir bölümünün hayatta olduğu bu gerçek öyküyü naklederken, esas kimliklerinin deşifre edilmemesi gayesiyle, isimleri değiştirilmiştir. (CD)
** Bu öyküyü haftalık Şalom gazetesinden alıntıladık. Bu yıl 21 Aralık'ta başlayan Hanuka bayramı 29 Aralık'a kadar sürüyor.