Havalar iyiden iyiye soğudu...
Güneş hızla bizi terk ediyor artık...
Öğlen saatlerinde havalandırmanın köşesine inip bir "cee" diyip; hemen yükseliyor...
Ve ardında betonun o ince keskin soğuk yüzünü bırakıyor.
Hal böyle olunca ikinci, battaniyeleri, patikleri ve kışlık elbiseleri poşetlerden çıkardık.
En kötüsü de, birkaç metrekareyle sınırlandırılmış fiziki koşullarımız, daha da sınırlandı. İnsanın battaniyenin altından çıkması gelmiyor.
Sonbaharın gelişi dört duvar arasında böyle hissediliyor...
Oysa keskin, ince soğuk dışında sonbaharın güzelliği bam-başkadır.
Hastaneye ya da duruşmaya gidemeyince, bir avuç gökyüzünün altında, sonbaharın sıcak yüzüne ancak kurduğumuz düşlerle dokunabiliyoruz.
Sarı kırmızının değişik tonlarına karşın yeşil kalmakta ısrar eden yaprakların, ağaçların doğadaki bütünlüğü usta ressamları kıskandıracak türden bir tablo oluşturmuştur şimdi...
Baharın duvarların ortasında yarattığı yaşama sevincinin, coşkusunun aksine; sonbahar sadece hüznünü ve soğuğunu taşıyor buralara...
Bir de sonbaharlı anılar bir film şeridi gibi akmaya başlayınca teker teker...
Cahit Sıtkı Tarancı'nın dizelerindeki gibi;
"Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar,
Her yıl biraz daha benimsediğim
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nereden çıktı bu cenaze, ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar."
Hallerinde yaşanıyor sonbahar...
Meclis açıldı... Yemin törenini izlemek için çalışmaya ara verip aşağı indim.
BDP'li milletvekillerinin yemin edişini izledim.
Hatip Dicle'nin oylarıyla Meclis'te oturan Oya Eronat'a dair hiçbir şey hatırlamadı haberciler... Haber merkezleri...
Leyla Zana kürsüye doğru yürürken, yıllar öncesine döndüm...
Nasıl da gürültü kopmuştu Zana'nın yeminiyle... Tam bir linç havası esmişti Meclis'te...
Yıllar sonra Leyla Zana bir kez daha kürsüye çıktığında... "Acaba dedim kendi kendime... Ne hissediyordur şimdi o yemin metnini okurken?"
O Meclis'ten yaka paça götürmüşlerdi emniyete...
Orhan Doğan'ın ensesine bastırarak polis otosuna sokmaya çalıştıkları kareyi, birçoğunuz gibi ben de hiç unutmadım...
Zana yeniden Meclis'te! ...
Orhan Doğan yok! ...
O ne bugünü ne de 2007 seçimleri sonrasını görebildi...
Gebze Cezaevi'nden Sebahat'ı Meclis'e uğurlarken; sevinç gözyaşlarıma engel olamamıştım...
Ve o gün hep "Orhan Doğan keşke bu an'ı görebilseydi" diye, kırık bir plak gibi tekrarlayıp durmuştum...
Bu defa da muhabirin uzattığı mikrofona konuşurken, Ertuğrul'un yakasındaki karanfil demetine takıldı gözlerim!
İçimden "keşke"li bir cümle daha kurup yutkundum! ...
Tutsak vekillerimizin bir an önce özgürlüklerine kavuşması dileğiyle başarılar sana ve tüm vekillerimize...(FE/HK)
* Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi, 1 Ekim, 2011
** Desen Cemal Odabaşı (Mahsus Mahal)