Pervasızca hüküm süren Tayyip Erdoğan diktatörlüğü artık tarihteki diktatörlükleri aratmaz hale geldi. Türk, Kürt... tüm siyasi muhalifleri, basını, köşe yazarlarını, kitle örgütlerini ve hak arayan herkesi ağır bir baskı altına alan bu diktatörlük tipik bir Somozo, Ayetullah Humeyni, İdi Amin, Belkçika kralı 2. Leopald, Pol Pot ve Korkunç İvan diktatörlüğüdür. Tayyip Erdoğan'ın talimatı ile başlatılan yargı operasyonu İsa'nın çağa uydurulmuş çarmıha gerilişidir. Kerbela cinayetinin bir versiyonudur. Tek farkı demokrasi ve hukukla maskelenmiş olmasıdır.
Etnik kökeni ne olursa olsun diktatörlüğe hizmet etmeyen herkes hedeftir. Gerici cemaate mensupsanız devletin tüm imkânları ayaklarınızın dibine serilir. Değilseniz düşman muamelesi görürsünüz. Göz önünde olan şu gerçeği kafamıza iyice sokmamız gerekir: Faturayı sadece muhalif Kürtler değil, bir şekilde Türkler ve öteki halklar da ödüyor. Haklarını aradıklarında coplanarak ve biber gazı sıkılarak, ekonomik sıkıntılarla boğuşarak, yoksullukla cebelleşerek, hastane kapılarında sürünerek, işsizlik cehenneminde yanarak, şovenizmle zehirlenerek, eğitim ve kitle iletişim araçları ile bilinçleri çöle çevrilerek ödüyorlar. Türk insanı nasıl acımasız bir saldırı altında olduğunu görmedikçe, esenliğe ve özgürlüğe kavuşamaz. Çıktığımız bir yolculukta yaralı koltuk komşumuz acılar içinde kıvranırken -şayet ruh sağlığımızı yitirmemişsek- nasıl şen şakrak mutlu bir yolculuk yapmamız düşünülemezse, dünyanın neresinde olursa olsun bir halk ya da bir ülke cendere altındaysa insanlığın mutlu olması mümkün değildir. Bu gerçek karşısında tüm insanlık, tüm dünya asırlardır süren Kürt dramına karşı çıkmalıdır. Gerçek mutluluğun anahtarı burada saklıdır. Bunu sadece insani nedenlerle değil, en başta kendi esenliği için yapmalıdır. İyi düşünüldüğünde görüleceği gibi, mazlum Kürt'ün özgürlüğü ve mutluluğu tüm insanlığın, herkesin özgürlüğü ve mutluluğudur. Yaratılmak istenen korku imparatorluğu sadece Kürtleri değil onurlu kalmak isteyen herkesi boyunduruk altına almayı amaçlamaktadır.
Başka bir şey daha: Halkın dini inançlarını dizginsizce sömüren bu diktatörlük, sanıldığının aksine PKK ile sürdürdüğü savaşın bitmesini istemiyor. Çünkü bu savaşı demokratik hak arama özgürlüğünü askıya almak, ezmek ve halkı boyunduruk altında tutmak için bir fırsat olarak kullanıyor. Bu nedenle çatışmalarda hayatlarını kaybeden askerler için söyledikleri tüm sözleri yalan ve sahtedir. Televizyon kameralarının önünde yüzlerine takındıkları üzgün ifadeler ise ustaca resmedilmiş birer maskeden ibarettir. Savaşın bitmesini istemedikleri içindir ki, akan kanın durması ve gençlerin ölmemesi için girişilen her çabayı düşmanca karşılamaktadırlar. Benim bu yönlü gayretlerime karşı kurdukları komplo buna açık bir örnektir. Gençler Ölmesin Ocaklar Sönmesin Girişimi (GEOS) adına İmralı' ya giderek akan kanın durması için sivil bir açılıma katkıda bulunmak istemiştim. Peki, onlar ne yaptı? Önümü kesmek için -zerre kadar da olsa hiçbir bilgi veya belgeye dayanmadan- beni KURYELİKLE suçladılar! Gel gelelim şimdi ortaya çıktı ki Tayyip Erdoğan'ın kuryeleri Kandil'e gitmiş! Ne var ki siz bu satırları okuduğunuzda ben kuryelik suçlamasıyla tutuklanmış olacağım! Bu küçük örnek bile nasıl karanlık bir oyun kurduklarını gün gibi ortaya koymaktadır.
"Avukatların Öcalan'dan aldıkları talimatları Kandil'e bildirmesi üzerine PKK silahlı baskınlar yaptı, muhtelif yerlerde yüzlerce asker hayatını kaybetti" deniyor. Bu komik iddia doğru ise, demek oluyor ki devlet suç ortaklığı yapmış! Çünkü 12 yıldan beri tüm avukat-Öcalan görüşmeleri devletin gözetimi ve denetimi altında gerçekleşiyor. Görüşmelerin her saniyesi ses ve görüntü cihazları ile kayıt altına alınıyor. Avukatların Öcalan'dan talimat aldığı ve bunları Kandil'e bildirdiği iddiası doğru ise -ki değildir- devlet neden tedbir almadı, neden engellemedi, neden sağır kesildi, neden 12 yıl tuzak kurup pusuda bekledi? Neden göz göre göre onca askerin ölümüne göz yumdu? Hangi karanlık emeller için o gençleri gözden çıkardı? Neden anne ve babaların dünyalarını karartı? Neden binlerce ocağın sönmesine seyirci kaldı?
Tezgâhladıkları bu kanlı siyasetin üstü Seyit Rıza'nın torununu Başbakanlıkta ağırlamakla örtülemez. Bu karanlık siyaset yabancısı olmadığımız kırbaç ve şekerleme siyasetidir. Tayyip Erdoğan bu aldatmacanın hep böyle süreceğini sanıyorsa aldanıyor. Şu yaşlı dünya şimdi yerlerinde yeller esen nice diktatörlükler gördü, geçirdi. Ona şunu hiç unutmamasını tavsiye ediyorum: Kendisi bugün Dersim için nasıl özür diliyorsa, yarın başkaları da şimdi yapılanlar için özür dileyecek. Ve onun tarihteki yeri Korkunç İvan'la Humeyni'nin yanı olacak.
Dostlar; dünya dönüyor, hayat sürüyor. Bu karanlık günler elbette geçecek. Yarınlarda aynalara kendimizden utanarak değil gülümseyerek bakabilmeliyiz. Gün namuslu, cesur seslerin günüdür. Bu ölümlü dünyada çocuklarımıza ve torunlarımıza bırakabileceğimiz en şerefli miras zaman okyanusunda cesaretle çınlayacak gür seslerimiz olacak. Hoşçakalın. Sevgilerimle. (MA/EKN)