11 Mayıs 2010 gecesi, Muğla.
İki üniversite öğrencisi, Sefa Özkan ile kız arkadaşı, bir arkadaş ziyaretinden dönerlerken 'İstanbul' isimli barın önünden geçiyorlar. Sözlü tacize, ağır küfürlü hakaretlere uğruyorlar. Arkadaşlarına haber veriyorlar. Gelen beş kişiye barın önünde 20 kişi sopalarla, şişelerle saldırıyor, "Muğla size mezar olacak" diye bağırıyor saldırganlar. Polisler geliyor ve saldırıyı yapanları değil saldırıya uğrayan beş kişiyi gözaltına alıyor. Bu arada içerideki arkadaşlarını merak eden öğrenciler birikiyor dışarıda. Bu gençler Hamdibey Karakolu tarafından ülkücü grupların toplandığı yöne doğru sevk ediliyor. Çıkan olaylar üzerine polis biber gazıyla ve havaya ateş ederek müdahalede bulunuyor.
10 yıldır Muğla'da görev yapan bir sivil polis olan Gültekin Şahin, o gece görevli olmamasına rağmen olayların içinde yer alıyor. Faili meçhullerin yoğun olarak yaşandığı 1996 yılında Batman'da görevli olan Gültekin Şahin, arkadaşları tarafında kendisine takılan 'deli' lakabı ile biliniyor. Daha sonra kamera kayıtlarından da görüldüğü gibi, silahından çıkan kurşunla, 1989 Batman doğumlu, Muğla Üniversitesi İşletme Bölümü 2. Sınıf öğrencisi Şerzan Kurt'u vuruyor.
Şerzan Kurt ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılıyor.
Muğla valisi Ahmet Altıparmak'tan ilk açıklama geliyor: "...Elde kapsül var ve bu polise ait değil..."
Ailesi, ağır yaralı oğullarının can güvenliği olmadığını belirterek hasta odasına aile ve doktorlar dışında kimsenin girmemesi için hastaneye dilekçe veriyor. Ancak hastane yönetimi bu dilekçeyi kabul etmiyor.
Hastanenin özel güvenlik elemanlarının Şerzan Kurt hakkında 'bombacı bu' şeklindeki dedikodular yaymaya çalışması üzerine hastanede görev yapan sağlık emekçileri ve Şerzan Kurt'un ailesi buna tepki gösterip engel olmaya çalışıyor...
Olayı protesto eden öğrencilere sert bir şekilde müdahale eden polis, aynı gece ülkücü bir grup tarafından yapılan gösteriyi ise izlemekle yetiniyor.
14 Mayıs 2010. Şerzan Kurt yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor. Babası Ömer Kurt şöyle diyor: "Halkları birbirinden ayırıp suni problemler yaratarak birilerini ötekileştirme yoluna gidiliyor. Ben Türkiye halklarının hepsinin kendisini içinde görebileceği bir kardeşliği istiyorum. Biz bu ülkede yaşıyoruz. Uzayda toprak arayamayız. Göklere gidip yerleşemeyiz. Biz kardeşiz birlikte yaşayacağız. Yoksa ötekileştirme ile olmaz bu kardeşlik..."
17 Mayıs 2010. Şerzan Kurt'u vuran polis memuru Gültekin Şahin olaydan altı gün sonra tutuklanıyor.
19 Mayıs 2010. Bir öğretmen olan baba Ömer Kurt demeç veriyor basına: "Ben bu ülkeye 28 yıldır hizmet ediyorum. 28 yıldır bir sürü genç yetiştirdim ve o çocukların hepsine de adaleti, barışı, özgürlüğü anlattım..."
Sekiz gündür yoğun bakımda olan Şerzan Kurt'un beyin ölümü gerçekleşiyor.
Hastanenin bahçesinde, Şerzan Kurt'un arkadaşlarınca hazırlanan, Şerzan'ın fotoğrafının bulunduğu ve üzerinde "Yaşamak Direnmektir" yazan afişin asılı olduğu ağaca sarılan anne Nejla Kurt uzun bir süre burada gözyaşı döküyor.
Aynı anda hastane bahçesine yaklaşan ve ülkücü olduğunu belirten bir genç, Şerzan Kurt'un ailesine ve yakınlarına hakaretlerde bulunuyor, küfürler ediyor.
25 Mayıs 2010. Şerzan Kurt'un cenazesi binlerce kişinin katılımıyla memleketi Batman'da toprağa veriliyor.
6 Haziran 2010. Muğla Üniversitesi öğrencileri, sivil toplum örgütleri, insan hakları savunucuları, polis kurşunuyla ölen Şerzan Kurt için Muğla'da bir yürüyüş yapıyor, vurulduğu yere karanfiller bırakıyorlar.
Yürüyüşü izleyen ülkücü bir grup, "Yaşasın Gültekin", "En büyük polis Gültekin" şeklinde sloganlar atıyor.
7 Ağustos 2010. Şerzan Kurt'u vuran polisin yargılandığı dava Muğla Valiliği'nin talebi üzerine Eskişehir'e taşınıyor.
Daha önce, evinin önünde 13 kurşunla vurularak öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'ın davası da Eskişehir'e alınmış ve sanık polisler beraat etmişti. Bundan tedirgin olan aile, avukatları aracılığıyla bu duruma itiraz etse de bu itirazları sonuç vermiyor.
19 Ocak 2011, Eskişehir. Üçüncü duruşma öncesi davayı takip etmek için Eskişehir'e gelen Şerzan Kurt'un arkadaşları burada saldırıya uğruyor. Dört öğrenci yaralanıyor.
15 Mart 2011. Dördüncü duruşma öncesi... Mahkeme önünde bir grup, "Burası Türkiye, buradan defolun" diyerek Şerzan Kurt'un yakınlarına saldırıyor...
Bütün bu yaşananların ardından, oğlunu yitiren anne Nejla Kurt şöyle sesleniyor kamuoyuna:
"Kimsenin kendi annesini, babasını, rengini, cinsiyetini, dilini belirleme şansı yok. Ben Kürt doğmuşsam, Türk olarak da doğabilirdim, Türk doğmuşsam, Kürt olarak da doğabilirdim. Okula gönderdiğiniz çocuğunuzun ölüm haberinin geleceği korkusunu hiçbir anne yaşamasın. Benim ilk haber verdiğim Türk arkadaşımdı. Çocuğumun yanına Türk arkadaşımı gönderdim. Orada bana destek olmak isteyen Türk öğrenciler geldiler, manevi evlatlığın olmak istiyoruz dediler. Benim Türk evlatlarım oldu. Ben bu saatten sonra çocuğumu geri getiremem ama başka çocuklar ölmesin istiyorum. Anneler çocuklarını kaybetmek istemiyorsa bu ülkede el ele vererek çözüm aramalıyız. Ben bunu devletten beklemiyorum. Bunu yapacaklarsa Türk ve Kürt kadınları birlikte yapacaklar diye düşünüyorum. Ben hiç çocuklarını kaybetmemiş annelere sesleniyorum, çocuklarının hayatlarını garantiye almak istiyorlarsa bu ülkede ölümlere hayır diyelim. Beddualarla, 'elleri kırılsınlar'la, öfkeyle bu sorunun çözülmeyeceğini biliyorum. Sağduyulu olacağız. Diğer çocukların hayatının garantisi için mücadele edeceğiz. Ben çocuğumu kaybettim ama barışın olması için, kan dökülmemesi için, insanların hayatlarını kaybetmemesi için mücadele edeceğim. Ben bir kamuoyu oluşsun istiyorum. O zaman başımı yastığa koyduğum zaman rahat uyuyacağım. Ama bu mücadeleyi yapmazsam her gece sabahlayacağım."
Bugün (1 Temmuz 2011) Şerzan Kurt davası görülmeye devam edecek Eskişehir'de.
Ailesi, oğullarını öldüren kişinin cezasız kalacağı korkusuyla tedirgin.
Şerzan Kurt'u unutma... (ET/ŞA)