Bütün bu bombaların önce bizi öldürdüğünü görebilmek için kaç bombanın daha patlaması gerekiyor? Önce kendimizi öldürüyoruz. 20 yaşında köyünden, kasabasından ilk kez ayrılmış gençlerimizi, katır sırtında ekmek parası arayan çocuklarımızı öldürüyoruz. Peki, başka milletten birini öldürünce kazanmış mı olacağız? O ölen bizim gibi biri değil mi? Sevenleri olan bir insan değil mi öldüreceğimiz? Tüm bu bombalar ve silahlar bir katliam aracından başka ne olabilir ki?
Hiç kimse ölümü hak ettiği için öldürülmüyor. Önce, onu öldürecek silahlar üretildiği için ölüyor. Satın alınan bombaların tüketilmesi, silahların kullanılması gerektiği için savaş ve ölüm var.
Peki bunu, bu savaş çığıtkanları, ölüm kutsayıcıları bilmiyor mu? Bildikleri halde bunu yapabilmeleri sadece kötü olmalarıyla açıklanabilir mi?
Peki ya biz, böyle yaşamayı hak ediyor muyuz? Ömrümüzün son 30 yılını "şu kadar şehit, bu kadar terörist" diye başlayan rakamlarla geçirdik. Bu rakamların birer sayı değil, birer insan olduğunu aklımız unutsa bile içimiz unutur mu? Her gün 10, 20, 25 parçalanmış ceset daha giriyor içimize.
Bu koşullarda, mutlu olmamız, özgür olmamız mümkün mü? Ya da kendimizi iyi hissedecek bir an, bir yer bulmamız mümkün mü? Hiç kimsenin tek başına özgür veya mutlu olamayacağını bildiğimiz halde daha ne kadar katlanabiliriz bu yalana?
Her ölümle birlikte öldüğümüzü anlamak için daha ne kadar bekleyeceğiz? Zaten, 30 yıldır, 50 yıldır, 80 yıldır, 100 yıldır içimizin katledilmiş cesetlerle çürüdüğünü hissedemiyor musunuz? Tüm bu katliamlara bir yurttaş olarak suç ortağı olmak zorunda bırakılmamız boynunuzu bükmüyor mu?
10 "şehide" karşı 20 "teröristi" işaret ederek "nah" çeken büyük gazetecilerden başlayabiliriz, sen kötüsün diye haykırmaya! Bagajında plastik masayla dolaşıp her gün insanların öldürüldüğü dağları fotoğraf stüdyosu panosu gibi sunan bu büyük utanmazların yüzüne ne yapılsa yeridir. Ya o fotoğrafı çekenin hâlâ fotomuhabiri diye anılması aymazlığına karşı nasıl bir hareket gerekir?
Ağzından köpükler saçarak bombalanacak yer tarifleri veren "terör uzmanları"nı susturmamız gerekmez mi?
Ortada cesedi bile kalmamış gencecik insanlar paramparça duruyorken, "oluyor böyle şeyler" diye açıklama yapan bakanların, 'yöneten'lerin karşısına dikilmemiz gerekmez mi?
1934 yılında "hibe" edildiği iddia edilen el bombalarının artık bir gün kendini imha edeceğini bilmek zorunda olanların yakasına yapışmamız gerekmez mi?
Uğruna ölmemizden başka bir şey beklenmeyen vatanı, Edirne'den Kars'a, kendini imha etmeye hazır cephaneliklerle, mayınlarla döşeyen, koruyoruz diye kendi topraklarını bombalayan, yakan, insansızlaştıran ve bununla övünenlere yeter dememiz gerekmez mi?
Aynı vatanın toprağını maden, suyunu HES, dağını arazi, ormanını para, kentini rant, sahilini otel, denizini turizm, işçisini köle, memurunu çaresiz, çiftçisini GDO ve hormon mahkumu, çocuğunu ucuz işçi, gazetecisini yandaş, öğrencisini itaatkar, kadınını dindar ve hizmetçi, erkeğini maço ve militarist, ötekini hain gören otoriteye başkaldırmak zorunda değil miyiz?
Tüm gün Afyon'dan canlı yayın yapıp da, "Vatan sağolsun" dışında bir şey söylemeye çalışan ana-babayı bize göstermeyen TV'cilerden kurtulmamız gerekmez mi?
Canlı yayında "üç günlük askeri oraya nasıl gönderirsiniz, bunun hesabı sorulacak, allah belanızı versin" diye haykıran asker babasını iten muhabir, kadraja almayan kameraman, yayını anında kesen editör kimi susturuyor? Hep birden nasıl bu kadar senkronize olabiliyorlar düzenbazlıkta? Bu, pisliği halının altına süpürmek değil midir? Böylece temiz görünebileceğimize inanmamızı mı bekliyorlar? Tek tek hepimiz bilmiyor muyuz ruhlarımızın kanla sulanmaktan yorgun düştüğünü? Savaşın hepimizi ebediyen kirlettiğini? Bir kere geçtiğimiz şu dünyadan kirlenmiş ve utanç içinde geçmek zorunda bırakıldığımızı ve artık geriye dönüş olmadığını?
Daha ne kadar ölmemizi, ölümün adını şehitlik koydukları için ölüme sevinmemizi bekliyorlar? Devlet, ülkede yaşayan yurttaşından birine öldürdüğü kişinin terörist olduğunu söylerken, diğer bir yurttaş aynı kişiyi şehidi olarak bağrına basıyorsa bu kimlerin savaşıdır? Devletin tarafında savaşan Kürt korucu "şehit" oluyorken, kimliği ve dili için savaşan Kürt "terörist" oluyorsa bu nasıl bir savaştır? Bunun adı "bölücülük" değil de nedir?
Nasıl bakacağız birbirimizin yüzüne? Nasıl barışacağız biz? Daha şimdiden göz göze gelmek istemeyen düşmanlar olduk. Düşmanlık, bir düşmandan başka kimin işine yarayabilir? Hangi düşmanlıktan bir gelecek beklenebilir? Birbirine düşmanlaştırılmış bir yurttaşlar topluluğundan nasıl bir "vatan" tarifi çıkar?
Peki ya bu kadar soru işaretiyle yaşayan bir yurttaş; huzurlu ve mutlu olabilir mi? (FP/YY)