Kıbrıslı akademisyen, yazar ve siyasetçi Niyazi Kızılyürek, 2020-2024 arasında güneydeki Emekçi Halkın İlerici Partisi'nden (AKEL) Avrupa Parlamentosu üyeliğine seçildi. Kızılyürek1974 Kıbrıs Harekatı'nın yıldönümünde enosis, milliyetçilik, bölünmüşlük, propaganda, siyaset ve Annan Planı üzerine geniş bir yazı kaleme aldı.
"Büyük ülküler, mikro milliyetçilikler ve çifte-enosis" ismini taşıyan yazı Yeni Düzen gazetesinin 20 Temmuz ve 21 Temmuz’da yayımlandı.
Kıbrıs’ın de facto bölünmüşlüğü 50’inci yılını doldurdu. Kıbrıs Uyuşmazlığı ise 60’ıncı senesinde...
Yıl dönümlerinde geçmişe bakarak değerlendirmeler yapmak adettendir.
Gelgelelim, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların geçmişe bakarak yeniden düşünmek, başkalarının acısına bakmak, yaşananlardan ders çıkarmak gibi bir alışkanlıkları yoktur.
Onlar için geçmişe bakmak, mağdur ve haklı olduklarını haykırdıklarını boş gösteren bir edimdir.
Bu kıymeti kendinden menkul haklılık iddialarını bir kenara bırakarak dünyanın en eski uyuşmazlıklarından biri haline gelen Kıbrıs Sorununun başlıca duraklarına bakarsak, kolonyalizm, emperyalizm, çatışan milliyetçikler ve yarışan ulus-devletler görürüz. Bu da bize Kıbrıs Sorununu modern dünyanın bildiği, hatta yarattığı bir sorun olduğunu gösterir.
Tarihin aynı coğrafyada buluşturduğu etnik toplulukların ortak bir gelecek tahayyülü geliştirememeleri, Kolonyal Metropolün böl-yönet politikaları, anavatanların milli hırsları, etnik çatışmalar, etnik topluluk içi iç savaş benzeri gerilimler, dış müdahaleler ve sonunda adayı bölen bir savaş...
Olguları kabaca böyle sıralayabiliriz...
Yarışan, karşıt milliyetçilikler
Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların bu küçük adada ortak bir gelecek tahayyülü etrafında bir araya gelememelerinin temelinde milliyetçilik vardır. Yarışan, karşıt milliyetçilikler...
Helen milliyetçiliğinin güdümlediği Kıbrıslı Rumlar adayı Yunanistan’a katmak için verdikleri mücadelede karşılarında Kolonyal Efendi ile Kıbrıslı Türkleri buldular.
1950’li yıllarda bu “kutsal” olmayan cepheye Türkiye de katıldı.
Kıbrıslı Türkler, adanın yüzde 80 nüfusunu oluşturan Kıbrıslı Rumların Enosis talebini kendi varoluşları açısından bir tehdit olarak görmekle yetinmediler. Kıbrıslı Rumların talebini baştan haksız bulup, karşı çıkışlarını, adanın bir zamanlar Osmanlı toprağı olduğu gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalıştılar. Bu da onları anakronist bir karşı milliyetçiliğe ve Kolonyal Efendi’ye yardakçılık yapmaya sürükledi.
Kıbrıslı Türkler şu sorunun cevabını hiçbir zaman vermediler: “Siz, ada nüfusunun %20’sini değil de %80’ini oluştursaydınız ve Türkiye ile birleşmek isteseydiniz bu haksız bir talep olur muydu?”
Bu soru, cevapsız kalmaya mahkûmdur. Olsa olsa, vicdan ve ahlak muhasebesine bir davet olabilir...
Sonunda, Türkiye’nin, Kolonyal Efendi’nin, Kıbrıslı Türklerin muhalefeti ve NATO’nun Soğuk Savaş hesapları Kıbrıslı Rumlarla Yunanistan’ın birleşmesini sekteye uğrattı.
Uğruna mücadele edilen Büyük Ülkü Enosisin yerine adada bağımsız bir cumhuriyet kuruldu ve anayasasına Enosisin yasaklandığı kazındı.
Kıbrıslı Rumlar bu durum karşısında ağır bir haksızlığa uğradıklarını düşünerek hınca kapıldılar. Kıbrıslı Türklerle iktidarı paylaşımını hazmedemediler ve intikam duygularıyla harekete geçtiler. İlk etapta amaç, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırıp Yunanistan ile birleşmenin yollarını aramaktı.
Bunun için, icap ederse şiddete başvurmaktan kaçınmayacaklardı. Ve bu sefer şiddet, eskiden olduğu gibi ağırlıkla Kolonyalistleri değil, Kıbrıslı Türkleri hedef alacaktı...
Kıbrıslı Rumlar sudan bahanelerle gerilim yaratarak adayı çatışma ortamına sürüklediler ama ne Kıbrıslı Türkleri dize getirebildiler, ne de de Yunanistan ile birleşebildiler.
Türkiye’nin jeo-politik ve askeri üstünlüğü iki seçeneğe de izin vermedi.
Türklerin de sömürge odalarında doğan Taksim rüyası gerçekleşmedi. Ankara’nın gücü bu kadarına yetmiyordu...
Bunun üzerine, Kıbrıslı Rumlar yeni bir sayfa açtılar. Helenizm’in Büyük Ülküsü’nden koparak Kıbrıs Cumhuriyeti devletine yöneldiler. Tabii herkes değil...
Kıbrıslı Türklerin üç yıl süren bir ortaklıktan sonra devlet-dışına düşmeleri (1964), Kıbrıslı Rumların kuruluşunda benimsemedikleri devlete sarılmalarını kolaylaştırdı. Kıbrıslı Rumlar devletin nimetlerinden yararlanırken, Kıbrıslı Türkler kendi ülkelerinde Metikos ile Parya karışımı bir pozisyona düştüler.
Gelgelelim, Kıbrıslı Rumlar yıllarca özlemini çektikleri ulus ile yeni kavuştukları devlet arasında arafta kalmaya devam ettiler.
Kıbrıslı Türkleri unutmak
Bu durum, toplum içi bölünmelere yol açıyordu. Yunanistan ile birleşmede ısrar edenlerle, fiilen bir Kıbrıs Rum devletine dönüşen Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşatmak isteyenler karşı karşıya geldiler. Bu cepheleşme giderek iç-savaş görünümü kazandı.
Bu dönmede Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklerin varlığını unutmuş, haklarını da hepten yok saymışlardı.
Maalesef, bu karanlık dönemi hiçbir zaman sorgu-sual etmediler. Vicdani ve ahlaki bir sorgulamaya girişmediler.
1974, kuşkusuz, adanın tarihinde bir dönüm noktasıdır.
Yunan Cuntası’nın 15 Temmuz 1974 tarihinde Makarios’a karşı düzenlediği darbe (Makarios bunu “işgal” olarak adlandırmıştı) Türkiye’nin adaya askeri harekat düzenlemesine vesile oldu ve Türk askerleri adayı boydan boya ikiye böldü. Ardından da demografik bölünme nihayete erdirildi.
Hem Garanti Anlaşmasını, hem de uluslararası hukuku ihlal eden bu savaşı Türkler hiçbir zaman sorgu-sual etmediler.
Sorgu-sual etmediler ama Kıbrıslı Türkler dünyadan izole bir yaşama mahkum edildiler.
1974’ten sonra Türkiye, elde ettiği askeri üstünlüğü adım adım fethe dönüştürmeye koyuldu.
Gerçek şudur ki, Ankara işin başında çekingen davranıyordu. Ama Rauf Denktaş militan bir tavırla bölünmeyi kalıcılaştırmaya doğru hızla adımlar atıyordu. Türkiye’den adaya nüfus taşıyor, adanın kuzeyini Türkleştiriyor, Kıbrıslı Rumların izlerini süratle siliyordu. 1983 yılında da, eskiden beri hayallerini süsleyen adımı atarak, adanın kuzeyinde ayrı bir Türk devletinin kurulduğunu dünya aleme ilan etti.
KKTC’nin kuruluşu, Kıbrıslı Türklerin soyutlanmışlığını ve yalnızlığını daha da çoğalttı.
Fakat Rauf Denktaş bu duruma pek aldırış etmiyordu, hatta oldukça mutluydu. Türkiye ise biraz tedirgindi.
Devletler ailesi içinde yer alan önemli bir NATO üyesi olan Türkiye her yerde Kıbrıs Sorunu ile karşı karşıya geliyor, kaldırdığı her taşın altından Kıbrıs Sorunu çıkıyordu.
Denktaş’ın böyle bir derdi yoktu. O, dünyayı Ankara ve Girne’den ibaret sayıyordu.
1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği ve diğer reel sosyalist ülkelerin dağılmasıyla birlikte Türkiye “Büyük Devlet” kompleksine kapıldı. Adriyatik’ten Çin’e uzanan Türkçü hayal, ana akım siyasetin merkezine oturdu ve bu süreçte Rauf Denktaş Türklük dünyasının büyük liderlerinden biri olarak lanse edilmeye başlandı.
Bu arada, büyük bir yıkıma uğrayan Kıbrıslı Rumlar, Bağlantısızlar Hareketi’nden ayrılarak yüzlerini Avrupa Birliği’ne çevirdiler. 1990 yılında yapılan üyelik başvurusuna AB’den 1993 yılında olumlu yanıt geldi ve Kıbrıs üyeliğe ehil ülke olarak kabul edildi.
Bölünmüş Kıbrıs Cumhuriyeti adım adım AB üyeliğini yaklaşırken, Türk tarafı Büyük Devlet kibriyle tehditler yağdırıyor, küçük Kıbrıs’ın AB üyesi olamayacağını, Türkiye’nin tepkisinin “sınırsız” olacağını söylüyordu.
Fakat bu Türk’ün Türk’e propagandasına kimse aldırış etmiyordu, çünkü sahada durum bambaşka idi. Türkiye AB’nin kapısını çalıyor ve her çaldığında, Kıbrıs üyeliğe doğru bir adım daha atıyordu. Örneğin 1995 yılında Türkiye AB ile Gümrük Birliği anlaşması imzaladığında, Kıbrıs üyelik müzakerelerine başlamak için tarih aldı. 1999 Helsinki Zirvesi’nde AB üyeliğine aday ülke pozisyonunu elde ettiğinde de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
Kıbrıs Sorunu çözülmeden AB’ye üye olabileceği karara bağlandı.
Yani, Türkiye ve Denktaş hamasi nutuklar atıp tehditler savururken, küçük Kıbrıs süratle AB üyeliğine doğru yol alıyor, savaş mağduru Kıbrıslı Rumlar giderek özgüven kazanıyorlardı.
Bu arada, uluslararası diplomasi tarafından masaya konulan çözüm önerilerini kah bir taraf, kah diğer taraf reddediyordu.
“Diplomatlar mezarlığı”
Adanın adı haklı olarak “diplomatlar mezarlığına” çıkmıştı.
Fakat çözümsüz geçen yıllar içinde Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti’ne iyice tutunurken, Kıbrıslı Türkler adanın kuzeyine hapsolmuş, yalnız ve umutsuz bir yaşam sürdürüyorlardı. Dünyayla hiçbir bağları yoktu. Türkiye’ye her gün biraz daha bağımlı hale geliyorlar, geleceğe dair umutlarını yitiriyorlardı. Gençlerin çoğu ülkeyi terk ediyor, onların yerine “başka Türkler” geliyordu. Buna da aldırış eden yoktu...
Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye tam üye olmaya hazırlanırken, Kıbrıslı Türkler nihayet silkinip kendilerine geldiler ve AB trenine atlamak için can havliyle uğraşmaya başladılar.
Bu arada, Türkiye’nin iç siyasetinde büyük değişiklikler yaşanıyordu. AKP, iktidar koltuğuna oturmuş, Kemalist yapıların hışmından korunmak için yüzünü AB’ye dönmüştü.
Ne var ki, Kemalistler, Turancılar, Avrasyacılar, Derin Devlet ve Denktaş, Kıbrıs’ın AB’ye Katılım Anlaşması imzalanmadan önce masaya konan Annan Planını redettmeyi başardılar ve Kıbrıslı Rumlara uzlaşma ve çözüm olmadan AB üyesi olma fırsatını “altın tepsi içinde” sundular.
Annan Planı ve ‘atı alan Üsküdar’ı geçti
Türk tarafı 2004 yılında gecikmeyle Annan Planına “evet” dediğinde, atı alan çoktan Üsküdar’ı geçmişti. Kıbrıslı Rumlar artık AB üyesiydiler ve büyük bir çoğunlukla Annan Planına “hayır” demeleri bu durumu değiştirmeyecekti.
Bu gelişmeler sonucunda, Kıbrıs Rum toplumunda 1974’ten sonra güçlenmeye başlayan devlet milliyetçiliği doruğa tırmandı. Tarihsel süreç içinde gelişen Büyük Ülkü eksenli Enosis tarihe karışarak, yerini mikro-milliyetçiğe bıraktı. Kıbrıslı Rumlar bundan böyle Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşatmayı ülkenin yeniden birleşme parspektifinin üstüne koydular ve giderek adanın kuzeyini gözden çıkardılar. Kuzeyin “esir toprakları” sadece törenlerde konuşuluyor, tören milliyetçiliğinin söylemlerinden öteye bir anlam ifade etmiyordu.
Kıbrıslı Rumlar, adanın kuzeyi ile birlikte Kıbrıslı Türkleri de gözden çıkardılar. Zaten hiçbir zaman tam olarak göz önünde olmamışlardı ama şimdi bütünüyle Kıbrıslı Rumların ilgi alanın dışana düşmüşlerdi.
Bu, Kıbrılsı Türklerin statükoya mahkum edilmeleri demekti...
Bu arada, Türkiye de Kıbrıslı Rumlarla benzer bir politikaya kaydı ve statükoyu kalıcılaştırmaktan başka bir anlam taşımayan “İki-Devletli” çözüm fikrine geri döndü.
Statü üretmeyen bir statükoya çakılı kalan Kıbrıslı Türkler özne olma kapasitelerini büyük ölçüde kaybettiler.
“Fiili İlhak” ilişkisi
Gerçek şudur ki, Kıbrıslı Türkler hiçbir zaman kendi başına ve kendisi için özne olmamışlardı. Ancak Türkiye’nin yanında ve Kıbrıslı Rumların karşısında duran bir karşı-özne olarak konumlan(dırıl)mışlardı. Kıbrıslı Rumlar denklemden kopunca ve ülkenin yeniden birleşmesi umudunu terk edince/yitirince, Kıbrıslı Türkler “karşı-özne” olma özelliklerini kaybettiler.
İçine yuvarlandıkları bu durumdan çıkmak için son yıllarda özellikle Sol çevreler Kıbrıs Türk mikro-milliyetçiliğine sarılmaya yöneldilerse de, bunun kifayetsiz (iktidarsız) bir milliyetçilik olduğu kısa sürede ortaya çıktı. Türkiye’nin baskın ve kuşatıcı varlığı Kıbrıs Türk mikro-milliyetçiliğne alan bırakmadı.
Artık adanın kuzeyi Türkiye ile “Fiili İlhak” ilişkisi içindedir.
Öte yandan, adanın güneyinde AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sarılarak tutunan Kıbrıslı Rumlar kendilerini bekleyen Finlandiyalaşma tehlikesi karşısında uzun vadede Yunanistan ile içli-dışlı olmak zorunda kalacaklar.
Belki, ayrı devlet olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığı sona erdirilmeyecektir ama özellikle savunma ve dış politika konularında Yunanistan’a bütünüyle bağımlı hale gelecekler.
Bu da bize, yıllar önce konuşulan Çifte-Enosisin gelecekte fiili bir durum olarak ülkenin “kaderi” olabileceğini gösteriyor.
Yeni jeo-politik rekabet ortamında Batı dünyasının, tıpkı 1960’lı yıllarda olduğu gibi, bundan memnuniyet duyacağına kuşku yoktur.
Yunanistan da öyle... Enosis tarihe karıştıktan sonra Atina’nın içten içe Çifte-Enosis anının gelmesini beklediği bilinen bir gerçektir.
20 Temmuz’da Recep Tayyip Erdoğan ile Kiriakos Mitsotakis’in aynı saatlerde adanın kuzeyi ile güneyinde bulunmaları bunun ilk işareti sayılamaz mı?
*Niyazi Kızılyürek'in Yeni Düzen'de çıkan 20 Temmuz'daki yazısını buradan ve 21 Temmuz’daki yazısını da buradan okuyabilirsiniz.
(NK/HA)