Bu durumun temel nedenlerinden bir tanesi, Kıbrıs Kilisesi'nin modernleşme sürecinde en etkin siyasi aktör olarak ortaya çıkmasında yatmaktadır. Osmanlı döneminde uygulanan "millet sistemi" sonucu kendini "etnarh", yani cemaatin önderi rolünde bulan kilise, post-Osmanlı döneminin modern zamanlarında da, milliyetçiliğin tek "meşru" taşıyıcısı olarak tarih ve siyaset sahnesinde yerini aldı. Moderniteyi bir tehdit olarak yaşamadığı bir yana, kendisini buna uydurarak en önemli "modern aktör" haline gelebildi. Bu süreçte Başpiskopos Makarios, geleneksel dinsel iktidarın yanı sıra ve karizmatik kişiliğine ek olarak, ulusal lider olarak da boy gösterdi.
Makarios'un otoritesi
Makarios'un otoritesinin en önemli kaynağı, "etnarh" olarak geleneksel dinsel rolünün dışında, Kıbrıslı Rumların siyasi sözcülüğünü yapmasında saklıydı. Ayrıca, "etnarh" kimliği, ona kendini "siyaset üstü"nde tutma olanağı veriyordu. Makarios'un ölümüne kadar (1977) çokpartili yaşama, onun pederşahi koruyuculuğu damgasını vurmuştu. Siyasi partiler, Makarios'un onayladığı oranda siyasi iktidardan pay alabiliyorlardı.
Gerçek anlamda özerklik söz konusu olmadığı için, çoğulcu bir yapıdan çok, "dayanışmacı" bir düzen oluşturulmuştu. Siyasi yaşam sağ ve sol olarak ikiye ayrılmış olmasına karşın, hem sağ hem de sol cenah, Başpiskopos Makarios'un karizmatik, dinsel ve ulusal kişiliğinden kaynaklanan otoritesi altında bir araya geliyor ve bizzat Makarios tarafından yönlendiriliyordu.
Makarios'un ölümünden sonra Kıbrıs Rum toplumunda siyasi partilerin bir biçimde özerkleşmesi, demokrasi ve sivil toplum açısından bir dönüm noktası sayılabilir. Ne var ki, bu dönemde de Güney Kıbrıs'ta özerk bir sivil toplumun oluştuğu söylenemez. Çünkü, Kıbrıs Rum toplumunda sivil toplum, siyasi toplumla nerdeyse organik bir bütün oluşturmaktadır. Siyasi partiler, meslek kuruluşlarından futbol takımlarına kadar, sivil toplumun bütün örgütlerini bizzat denetlemektedir.
Yurttaş ve parti
Öğrenci dernekleri, aile örgütleri, işçi sendikaları, hatta köylerde kahvehaneler bile siyasi partilerce yönlendiriliyor.
Bunun nedenleri kuşkusuz karmaşıktır ve toplumsal tarihin derinliklerinde yatmaktadır. Örneğin, çok eskilere dayanan "patronaj" sistemine dikkat çekmek gerekiyor. Kıbrıs Rum toplumunda yurttaşlar kendilerini siyasi partilere bağımlı hissediyorlar. Bir siyasi partiye üyelik, "iş ve aş güvencesi" olarak algılandığından, yurttaşlar daha çok partilerin "müşteri"si gibi davranmaktadırlar. Bu da, siyasi partilere yurttaşlar topluluğunu denetleme olanağı vermektedir.
Bir diğer önemli faktör, "cemaat" ve "toplum" ayrımında vurgulanan ve cemaati, toplumdan farklı olarak, bireylerin birbirleriyle dolayımsız ilişki kurabildiği bir toplumsal durum olarak değerlendiren sosyolojik görüşün, Kıbrıs'ta geçerli olmasıdır.
Gerçekten de, küçük Kıbrıs Rum toplumunda bireyler, kurumlarla ilişkilerini tanıdık bireyler üstünden geliştiriyorlar.
Sonuç olarak, Kıbrıs Rum toplumunda sivil toplum kuruluşlarının siyasi partilerin etkisi altında faaliyet gösterdikleri, dolayısıyla da gerçek anlamda özerk kuruluşlar olmadığı söylenebilir. Ortaya özerk tavır koymaya yatkın yurttaş girişimleri, siyasi partilerce şüpheyle karşılanır. Açıkçası, aktif yurttaşlık gibi bir kavram ve bu kavramın içerdiği dinamik, katılımcı, sorgulayıcı yurttaşlık özellikleri reddediliyor ve yurttaşlık "uyruklukla" eş tutuluyor.
"Kommatokratia"
Güney Kıbrıs demokrasisinde bugün adeta bir "Kommatokratia" (partiler hâkimiyeti) hüküm sürmektedir. Yurttaş, herşeyden önce parti üyesidir ve partililer, futbol takımı tutarken, hatta köylerde kahvehaneye çıkarken bile, partinin yol göstericiliğiyle yönlendiriliyor.
Bu yapı içinde sivil toplum kuruluşları, nerdeyse partilerin organik devamı gibidirler ve partilerin onaylamadığı girişimlere ilgi göstermezler. Özerkleşmeye yönelenler de hemen uyarılır ve "resmi" çizginin dışına çıkmamaları için baskı altına alınırlar.
"Karşı taraf"
Bu mekanizmanın "meşruiyeti", özellikle, "karşı taraf" olarak adlandırılan Kıbrıs'ın Türk tarafına, ama genel olarak "öteki"ne gönderme yaparak sağlanır. "Karşı tarafta düşman var, gelin milli davada birlik olalım" anlayışı, siyasette farklılaşmayı engelleyerek korporatist bir düzenin oluşmasına yol açtığı gibi, milliyetçiliği de siyasi yaşamın merkezine yerleştirmiş oldu.
AKEL Genel Sekreteri Hıristofyas, biraz da övünerek, "Partiler arasında görüş ayrılığı yoktur, isteyen Ulusal Konsey'in tutanaklarına bakabilir" diyebiliyor.
Bu sosyo-politik durumu daha da vahim kılan, kendi tarihiyle yüzleşme cesareti olmadığı için, komplo teorilerinin sürekli olarak canlı tutulmasıdır. Kıbrıs Rum toplumunda "dış mihraklar" ve "beka" sorunu gündemden hiçbir zaman düşmez. Bu kadar "dış düşman" algılaması olunca, ister istemez, "iç-düşmanlar" da gündeme geliyor.
Özellikle, Hıristofyas-Papadopoulos dönemi, tam bir "paranoya" dönemi olarak yaşanmaktadır. Annan Planı'nı, ta başından, "dış-merkezler"le, "içerideki uzantıları"nın birlikte hazırladığı tezi, durmadan dile getiriliyor ve farklı görüş sergileyen yurttaşların görüşlerinden çok "meşruiyetleri" sorgulanıyor. Bu yüzden, Kıbrıs Rum toplumunun karşı karşıya bulunduğu temel sorun, farklı görüşlerin çatışması değil, (bu elbette sorun olmazdı) demokrasi sorunudur. Nitekim, son günlerde yaşanan bazı olaylarda, yukarda saydığım özellikleri görmek mümkündür.
Gergin bir ortam
Kıbrıs Rum toplumunda, son dönemde, giderek yoğunlaşan gergin bir ortam yaşanmaktadır. Gerginliğin kaynağı, ilk bakışta Politis (yurttaş anlamına geliyor) gazetesi ile AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hıristofyas ve Tasos Papadopoulos arasında süren polemikmiş gibi görünse de, aslında sorun, demokrasi sorunsalı çerçevesinde ele alınmalı. Olaya "milli dava" ve demokrasi ilişkileri açısından bakınca da, asıl tartışma konusunun, hüküm süren siyasi kültürün demokrasi ile ne kadar bağdaşıp bağdaşmadığıdır.
Politis gazetesi, Hıristofyas-Papadopoulos ikilisinin siyasetlerine karşı sistematik sayılabilecek bir eleştiri süreci sürdürmektedir. Bu bakımdan Politis, bir gazete olmanın ötesinde, entelektüel bir platformdur da. Entellektüel geleneği olmayan ya da zayıf olan bütün toplumlarda eleştiri işlevini, çoğu zaman, gazetelerin üstlendiği bilinen bir olgudur.
Eleştirinin adresi
Kıbrıs Rum toplumunda da eleştiri işlevini, büyük ölçüde, Politis gazetesi yerine getirmektedir. Bu bakımdan Politis, geleneksel anlamda habercilik ve yoruma dayalı bir gazete olmanın dışında, entelektüel bir hareket olarak da algılanabilir. Çeşitli kesimlerden gelen ve ayrı ayrı dünya görüşü taşıyan gazeteciler, Politis gazetesinde bir araya geldiler ve ortak bir çizgide buluştular. Gazetenin kendi yazarları dışında, özellikle hafta sonları, başka yazarların yazılarına da yer verilmektedir. Bu yazarlar arasında her partiden, her görüşten kimseler de vardır.
Politis, referandum öncesi ve sonrasında, Hıristofyas-Papadopoulos ikilisinin siyasi tercihlerine karşı yoğun eleştiriler geliştirdi. Annan Planı'nın reddedilmesinin büyük hata olduğunu ileri sürdü ve açıkça "evet"ten yana tavır aldı. Denilebilir ki, Kıbrıs Rum toplumunda medya kuruluşlarının neredeyse tümü 'hayır' kampanyasına katılırken, hatta, tarafsız olması yasayla 'şart' olan devlet radyo ve televizyon kanalları "Papadopoulos'un sesi" gibi görev yaparak yurttaşları bilgilendirmekten çok manipüle ederken, Politis gazetesi, tek farklı ses olarak gazetecilik yapmaya çalışıyordu. Bu, bugün de böyle.
Aykırı sese saldırı
Böylesi bir ortamda, Hıristofyas ve Papadopoulos, Politis gazetesine karşı saldırıya geçti. Hıristofyas, AKEL'in sık sık yaptığı Stalinizm ve köylü kurnazlığı karışımından türeyen "fısıltıyla adam karalama" yöntemini devreye sokarak Politis gazetecilerinin "dış mihraklar" tarafından satın alındığını iddia etti durdu. Bu üstü örtülü karalama, Politis gazetesinin geçen hafta yayımladığı bir yazıyla, Hıristofyas'ı söylediklerini kanıtlamaya davet edene kadar devam etti.
Politis, "Ya dış-mihraklar tarafından kimlerin para aldığını kanıtla ya da seni 'hayâsız politikacı' ilan edeceğiz" deyince, devreye Tasos Papadopulos girdi ve ortağını korumak için, "Benim elimde yurtdışından para geldiğine dair mektup vardır, hem de De Soto'nun mektubu ama göstermem" dedi.
Bu arada, hazırda bekleyen pek çok kalemşor, Politis gazetesinin yazarlarına karşı saldırıya geçti ve bol bol "amalı demokrasi" terbiyesi sergilendi. "Demokrasi, iyidir hoştur, ama..." diye başlayan cümleler, "milli dava", "birlik-beraberlik" türünden hamasetle noktalandı. Bütün otoriter siyasi kültürlerde olduğu gibi farklılık, en hafif deyişiyle "kabul edilmez" sayıldı.
Eski Yunan, Politis (yurttaş) kavramının karşısına "idiotis" kavramını koymuştu. Kamu işleriyle uğraşmayan, kendi işinden başka şeylerle iştigal etmeyen kimse anlamında. İdiotis kavramı, modern Avrupa düşüncesinde de kamusal olan her şeyden kopuk olan, ilgi duymayan kimse olarak kurgulanırken, buna, "aptallık" anlamı da eklendi. Güney Kıbrıs demokrasisi, maalesef, politisten korkan, kendine idiotis arayan bir "demokrasi" olarak gelişti. Politis gazetesine karşı yapılan saldırılar, bunun en iyi göstergesidir. (NK/BB)
* Niyazi Kızılyürek: Güney Kıbrıs'taki Kıbrıs Üniversitesi Türkoloji Bölümü Başkanı
* Vurgular bianet'e aittir.